Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2016/13 E. , 2017/3042 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/13
Karar No : 2017/3042
Temyiz Edenler (Davacılar) :
Vekilleri :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :
İstemin Özeti : …. İdare Mahkemesi’nin…. tarih ve E:…; K:… sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Davalı idare tarafından mahkeme kararının hukuka
uygun olduğu ve temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Düşüncesi :Temyiz istemlerinin kısmen kabulü ile Mahkeme kararının reddedilen maddi tazminata ilişkin kısmı için nispi vekalet ücretine hükmedilmesi kısmının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce; tetkik hakiminn açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; davacılar tarafından, …Noterliğince düzenlenen 24.3.2008 tarih ve 7189-7192 sayılı araç satış sözleşmeleri ile …. İnşaat Malzemeleri Hafriyat Madencilik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.’ye toplam 103.000 TL bedelle satışı yapılan iki adet kamyon için davacılardan lehine düzenlenen aynı günlü 7190 ve 7193 sayılı toplam 80.000 TL bedelli araç rehin sözleşmelerine istinaden araç satış sözleşmelerine rehin şerhi düşülmesine rağmen Polatlı Trafik Tescil Şubesince rehin şerhinin trafik kayıtlarına işlenmemesi ve adı geçen şirketin araçları üçüncü kişilere rehinsiz ve sorunsuz şekilde satması nedeniyle alacaklarının tahsil edilemediğinden bahisle, uğradıklarını iddia ettikleri zarara karşılık, idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle 30.000 TL’nin 24.3.2008 tarihinden itibaren ticari faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
…. İdare Mahkemesince; davacı tarafından 103.000,00 TL bedelle satılan iki adet kamyon için 23.000,00 TL’nin peşin alındığı, daha sonra alıcı tarafından 50.000,00 TL daha ödeme yapıldığı, ancak 30.000,00 TL borcun tahsil edilememesi üzerine alacağın tahsili ile ilgili olarak girişimlerde bulunulduğu sırada, araçların rehinsiz olarak üçüncü şahsa devredilmesi nedeniyle davacı şirketin araç bedellerinin tahsilini sağlayamadığı gibi rehnin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi de yapılamaması üzerine, davacılar tarafından; uğradıklarını iddia ettikleri 30.000 TL zarara karşılık zarara sebebiyet veren davalı idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle 30.000 TL’nin ödenmesine karar verilmesi istemiyle bu dava açılmışsa da; davanın devamı sırasında, satılan araçların bedellerine karşlılık davacılar tarafından, 35.000,00 TL’nin daha tahsil edildiği anlaşılmış olup, iki adet kamyonun satış bedeli olan 103.000,00 TL’nin de üzerinde toplam 105.000,00 TL’nin tahsil edildiği, dolayısıyla davacıların araç bedellerini tahsil edememelerinden kaynaklanan ortada mevcut bir zararlarının bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar tarafından mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.
Temyiz edilen mahkeme kararının reddedilen maddi tazminat istemi üzerinden nispi vekalet ücreti ödenmesi kısmı dışındaki kısımlarında hukuka aykırı bir yön bulunmadığından davacıların bu kısımlara yönelik temyiz istemleri yerinde görülmemiştir.
Mahkeme kararının reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesi kısmına gelince;
Davacılar tarafından 30.000,00-TL maddi zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. Dava açıldığı sırada, idarenin rehin şerhini trafik kayıtlarına işlememesi sebebiyle davacıların araç satış bedeli olan 103.000,00 TL’den evvelce tahsil ettikleri 70.000,00 TL’nin mahsubu ile bakiye 30.000,00 TL tutarında zararları olduğu tartışmasızdır. Ancak, davanın devam ettiği sırada davacıların söz konusu 30.000,00 TL zararlarını da karşılıksız çek davasına konu etmeleri üzerine 23.08.2010 tarihinde borçludan tahsili ile ortada tazmini gereken zararları kalmadığı gerekçesiyle bu dava retle sonuçlandırılmıştır. Mahkemece, davanın reddi nedeniyle nispi olarak hesaplanan 3.520,00-TL tutarındaki vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir.
Vekalet ücreti olarak hükmedilen miktarın fazlalığı, konunun hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkı bağlamında incelenmesini gerektirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, 01.11.2012 tarih, E.2010/83, K.2012/169 sayılı karar).
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.
Yine Anayasa’nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir. ” hükmü yer almıştır.
Bir tam yargı davası sonucunda , davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesinin 7.11.2013 tarih ve B. No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.
Buna göre, “Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı…” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.
Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir
Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.
Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendini özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.
Açılan bir tam yargı davasında istenilen tazminatın miktarının, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra elde edilen verilere göre mahkemece takdir edildiği bilinmektedir. Tazminat davasının bu özelliği gereği, gerçekte hak edilen tazminat miktarının dava açılmadan önce davacılar tarafından tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, davacıları yüksek miktarlı istemlerde bulunmaya yönlendirebileceği açıktır.
Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.
Bu durumda, yukarıda açıklanan şekilde davacıların, kullandıkları Anayasal hakları nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altında kalmış olmaları, bu durumun hak arama özgürlüğü ve mahkeme erişim hakkı üzerinde olağan dışı bir kısıtlama oluşturması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında mahkemelerin yargılama usullerini uygularken davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten kaçınmaları gereğini vurgulaması bir arada değerlendirildiğinde, davalı idare lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz istemlerinin kısmen kabulü ve kısmen reddi ile … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…; K:… sayılı kararının davalı idare lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının BOZULMASINA, kararın diğer kısımlarının ONANMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25/05/2017 tarihinde onamaya ilişkin kısmı yönünden oybirliği, bozmaya ilişkin kısmı yönünden oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY (X):
659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesinin (1) numaralı fıkrasında, “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” hükmü yer almakla birlikte, anılan KHK’nin 2.11.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlandığı ve yayımı tarihinde yürürlüğe girdiği, dolayısıyla bu tarihten sonra açılacak davalarda uygulanabileceği açıktır.
Bakılan davanın 27.05.2009 tarihinde yani 659 sayılı KHK’nin yürürlüğe girmesinden önce açıldığı anlaşılmakta olup, vekalet ücretine hükmedilmesine olanak bulunmamaktadır.
Bu nedenle, temyize konu kararın davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının belirtilen gerekçe ile bozulması gerektiği görüşüyle gerekçe yönünden çoğunluk kararına katılmıyorum.