Danıştay Kararı 15. Daire 2016/10067 E. 2017/1422 K. 29.03.2017 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2016/10067 E.  ,  2017/1422 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2016/10067
Karar No : 2017/1422

Temyiz Edenler (Davacılar) : 1- 2- 3-
Vekilleri :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :
İstemin Özeti :… İdare Mahkemesi’nin …. tarih ve E:…; K:… sayılı kararının, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Düşüncesi :Temyiz istemine konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce; tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; davacılar tarafından, yakınları ….’in … İli, … İlçesinde meydana gelen terör olayları nedeniyle güvenlik güçlerinin açmış oldukları ateş sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle uğradıkları ileri sürülen zararların karşılanması istemiyle İçişleri Bakanlığı’na yapılan başvuru sonucunda, dilekçelerinin Şırnak Valiliği’ne gönderildiğinin bildirimine ilişkin 24/03/2016 tarih ve E.2122 sayılı işlemin iptali ile maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesi’nce; dava konusu edilen İçişleri Bakanlığı’nın bilgi verici nitelikteki 24/03/2016 tarih ve E.2122 sayılı işleminin kesin ve yürütülebilir bir işlem olmaması nedeniyle iptal davasına konu olamayacağı gerekçesiyle davanın bu kısmının reddine, tazminat talebine gelince, tazminat talebinin öncelikle Şırnak Valiliği bünyesinde oluşturulan Zarar Tespit Komisyonu tarafından değerlendirilmesi gerekeceğinden tazminat istemi hakkında bu aşamada karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 5. maddesinde, devletin temel amaç ve görevlerinin, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu; 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, aynı maddenin son fıkrasında, idarenin eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdare, Anayasamızın 125. maddesinde de belirtildiği üzere, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekte olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve İdarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın yukarıda öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
27/07/2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle “maddî” zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Kanun’un genel gerekçesinde “Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. … Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. … İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. … Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, … terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması …. amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” şeklinde ifade edilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde, bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.
Görüldüğü üzere; sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanunla kanunlaşması karşısında, sosyal risk ilkesine dayalı maddi tazminat istemlerinin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerekir. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebepleri nedeniyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinden; davacılar yakını ….’in 07/01/2016 tarihinde … ili … İlçesi’nde meydana gelen terör olayları nedeniyle güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu öldürülmesi nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle 14/03/2016 tarihli dilekçe ile İçişleri Bakanlığı’na yapılan başvuru sonucu, İçişleri Bakanlığınca başvurunun değerlendirilmek üzere dilekçenin Şırnak Valiliği’ne gönderildiğinin davacılara bildirilmesi üzerine, olayda hizmet kusuru bulunduğu, olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilemeyeceği ileri sürülerek bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Buna göre; davacılar tarafından, meydana gelen zararın karşılanması amacıyla 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesine göre başvuru yapıldığından, İdare Mahkemesince, davacılar yakınının ölümü ile idarenin eylemi arasında nedensellik bağının varlığının, dolayısıyla öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi gerekirken; aktarılan yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi suretiyle karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, …. İdare Mahkemesi’nin ….tarih ve E:….; K:… sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18/06/2014 tarih ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 29/03/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.