Danıştay Kararı 15. Daire 2015/8920 E. 2018/8112 K. 05.12.2018 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2015/8920 E.  ,  2018/8112 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ON BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/8920
Karar No : 2018/8112

Davacı :
Davalı :
Vekili :
Davanın Özeti : Davacı tarafından, 24.03.2013 tarih ve 28597 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği’nin ”1.6-Kimlik Tespiti” başlıklı bölümünün, 1. paragrafının birinci cümlesinde yer alan ”ve biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması” ibaresi ile ”Kimlik tespiti, biyometrik kayıt işlemi veya biyometrik kimlik doğrulama işlemini usulüne uygun yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından ödenen tutar geri alınır.” şeklindeki ikinci cümlesinin tamamının ve ”1.6.1-Biyometrik kimlik doğrulama işlemi” başlıklı bölümünün 1 ve 2 nolu paragraflarının, eşinin hastalığı nedeniyle gittiği Hastanesi Acil Servisinde kayıt yapılırken kendisi ve eşinin nüfus cüzdanları ile hakim-savcı kimlik kartı ve sürücü belgelerini ibraz etmelerine rağmen, bu kimlik belgelerinin Sosyal Güvenlik Kurumu’nun Tebliği doğrultusunda kabul görmediği; eşinin ve kendisinin parmak izinin alınmasına izin vermediği; acil servis sağlık hizmetinden faydalanması karşılığında .. lira alınması gerekirken kendisinden .. lira fazla alındığı; parmak izi tanıma yöntemi kullanılarak hukuka aykırı bir şekilde kimliklerinin tespit edilmeye çalışıldığı, kişisel verilerinin kayıt altına alınmak istenildiği; Anayasanın 13. maddesinde, temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceği, 20/3. maddesinde de, kişisel verilerin ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceğinin belirtildiği; biyometrik kimlik doğrulamaya dair uygulamanın sınırlarını, usul ve esaslarını gösteren bir yasal dayanağının bulunmaması, toplanan verilerin ileride başka bir şekilde kullanılamayacağına dair bir güvencenin mevcut olmaması değerlendirildiğinde Tebliğ hükümlerinin temel haklar ve Anayasal ilkeler ile uluslararası sözleşme kuralları ile bağdaşmadığından hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek iptali istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Biyometrik Kimlik Doğrulama Sistemine ilişkin işlemlerin, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları” başlıklı 67. ve “Kimlik tespiti ve acil haller” başlıklı 71. maddelerinde yer alan, Sağlık Uygulama Tebliğinin 1.6 numaralı “Kimlik tespiti” başlıklı 1.6 ve “Biyometrik kimlik doğrulama işlemi” başlıklı 1.6.1 maddelerinde yer alan ve Kurum web sayfasında 13.11.2014, 13.08.20014 ve 19.09.2014 tarihlerinde duyurulan Biyometrik Yöntemlerle Kimlik Doğrulama Sistemlerine Ait Kılavuzda yer alan hükümlere göre yürütüldüğü; Biyometrik Kimlik Doğrulama Sistemi (BKDS) uygulamasına geçilmeden önce BKDS uygulamalarından en uygun olanının tespit edilebilmesi için TÜBİTAK’a çalışma yaptırıldığı, yapılan bu çalışma sonrasında hazırlanan raporda BKDS içerisinde yer alan uygulamalardan “Avuç içi damar izi” ve “parmak damar izi” yöntemlerinin en uygun yöntem olarak belirtilmesi sebebiyle bu iki yöntemin kullanılmasına karar verildiği; 01/03/2012 tarihli ve 6283 sayılı Kanunun 1. maddesiyle 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 67. maddesine nüfus cüzdanı ibaresinden önce gelmek üzere “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresinin eklendiği, böylece Biyometrik Kimlik Doğrulama Sisteminin uygulanmasına ilişkin ibarenin Kanunla hüküm altına alındığı; vatandaşların hastaneye gitmediği halde hizmet almış, tedavi ve muayene olmuş gibi gösterilerek bunların Kuruma fatura edilebildiği ve bu yönde çok sayıda suistimaller yapılabildiği, BKDS ile bu ve buna benzer sahtekârlık ve suistimallerin önüne geçilmesinin amaçlandığı; Anayasa Mahkemesi’nin 19.03.2015 tarih ve E:2014/180, K:2015/30 sayılı kararı doğrultusunda davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi :
Düşüncesi : Davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı :
Düşüncesi : Dava, 24.3.2013 gün ve 28597 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliğinin 1.6- Kimlik Tespiti başlıklı bölümünün 1. paragrafının 1. cümlesinde yer verilen “ve Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması yapılması zorunludur” ibaresi ile “kimlik tespiti, biyometrik kayıt işlemi veya biyometrik kimlik doğrulama işlemini usülüne uygun yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından ödenen tutar geri alınır.” şeklindeki ikinci cümlesinin tamamının ve “1.6.1- Biyometrik kimlik Doğrulama İşlemi” başlıklı bölümünün 1 ve 2 nolu paragraflarının tamamının iptali istemiyle açılmıştır.
Davalı idarenin süre yönünden itirazı yerinde görülmeyerek işin esasına geçilmiştir. Konusu aynı olan uyuşmazlık kapsamında Danıştay Onbeşinci Dairesinin 8.7.2014 tarihli E:2014/1150 sayılı kararıyla dava konusu düzenlemenin yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 67’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında yer alan “… Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulanması yapılması ve/veya..” ibaresinin Anayasa aykırı olduğundan bahisle Anayasa Mahkemesine başvurulmuş; Anayasa Mahkemesinin 3.4.2015 gün ve 29315 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 19.03.2015 tarih ve E:2014/180, K:2015/30 sayılı kararı ile anılan ibarenin, Anayasaya aykırı olmadığına ve itirazın reddine hükmedilmiştir.
Ret hükmünde; “Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler kişisel veri kapsamındadır. Bu bağlamda itiraz konusu kuralla öngörülen biyometrik yöntemle elde edilen verilerin kişisel veri olduğunda kuşku yoktur. Bununla birlikte söz konusu verilerin, 108 sayılı Sözleşmenin 6’ncı maddesinde özel olarak belirtilen politik düşünce, dini inanç, sağlık, cinsel yaşam veya ceza mahkûmiyetlerine ilişkin veriler gibi çok hassas verilerden olduğu da söylenemez.
Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama, kişinin kendi özelliklerini esas alması nedeniyle izinsiz kullanımlara karşı güvenli, kamu kuruluşlarına yönelik yolsuzluk ve bunların neden olduğu zararlara karşı etkili ve sosyal güvenliği olan kişiler bakımından da güvenli hizmet alınmasını sağlayan bir yöntemdir. İtiraz konusu kuralla öngörülen yöntemin sağlık sektöründeki suiistimallerin engellenmesi ve bu konudaki sahteciliğin önlenmesi maksadıyla önemli bir güvenlik önlemi olduğunda şüphe yoktur. Nitekim itiraz konusu kuralın gerekçesinde sağlık hizmetlerinin elektronik ortamda güvenilir altyapılar üzerinden sağlanması ve hizmetten yararlananların kimliklerinin saptanmasında geleneksel yöntemlerin eksiklikleri nedeniyle ortaya çıkan kötüye kullanımların önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla kuralla öngörülen yöntemin etkin bir şekilde kullanılmasının, Sosyal Güvenlik Kurumundan haksız menfaat temin edilmesini engellemeye yönelik olduğu ve kuralda kamu yararı bulunduğu açıktır.
Bu bağlamda itiraz konusu kuralla özel hayatın ve kişisel verilerin korunması haklarına yönelik olarak yapılan müdahalenin, öngörülen amaçla orantılı olduğu, müdahale edilen hakların özüne dokunmadığı ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil etmediği anlaşıldığından Anayasa’ya aykırı bir yönü yoktur.” gerekçesine yer verilmiştir.
Bu durumda, davaya konu olan Tebliğ hükümlerinin yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 67’nci maddesinin 3’üncü fıkrasında yer alan “… Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulanması yapılması ve/veya..” ibaresi hakkındaki Anayasaya aykırılık itirazı Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda anılan kararı ile reddedildiğinden, anılan Kanun maddesine paralel düzenlemeler içeren ve kamu yararı ve hizmetin gereklerine uygun olduğu anlaşılan Sağlık Uygulama Tebliğinin dava konusu edilen kısımlarında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesince, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenilip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü, davalı idarenin usule yönelik iddiaları yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi:
Dava, 24.03.2013 tarih ve 28597 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Sağlık Uygulama Tebliği’nin ”1.6-Kimlik Tespiti” başlıklı bölümünün, 1. paragrafının birinci cümlesinde yer alan ”ve biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması” ibaresi ile ”Kimlik tespiti, biyometrik kayıt işlemi veya biyometrik kimlik doğrulama işlemini usulüne uygun yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından ödenen tutar geri alınır.” şeklindeki ikinci cümlesinin tamamının ve ”1.6.1- Biyometrik kimlik doğrulama işlemi” başlıklı bölümünün 1 ve 2 nolu paragraflarının, davanın özeti bölümünde belirtilen nedenlerle iptali istemiyle açılmıştır.
5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun “Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Şartları” başlıklı 67. maddesinin 3. fıkrasında, genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil haller hariç olmak üzere (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra); biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır.
Anılan yasa hükmüne dayanılarak 24.03.2013 tarih ve 28597 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinin “1.6- Kimlik tespiti” başlıklı bölümünün 1. paragrafında “(1) Sağlık kurum ve kuruluşlarınca, kişilerin müracaatı aşamasında, acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra, nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya verilmiş ise Kurum sağlık kartı belgelerinden biri ile kimlik tespiti ve biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulaması yapılması zorunludur. Kimlik tespiti, biyometrik kayıt işlemi veya biyometrik kimlik doğrulama işlemini usulüne uygun yapmayan ve bu nedenle bir başka kişiye sağlık hizmeti sunulması nedeniyle Kurumun zarara uğramasına sebebiyet veren sağlık hizmeti sunucularından ödenen tutar geri alınır.” kuralına, “1.6.1- Biyometrik kimlik doğrulama işlemi” başlıklı bölümünde ise “(1) Kimlik doğrulmada kullanılacak olan biyometrik sistem ve uygulamaya geçilecek sağlık hizmeti sunucuları, uygulama tarihi ile uygulamaya ilişkin usul ve esaslar Kurum tarafından belirlenir. (2) Kişinin sağlık hizmeti sunucusuna müracaatı sırasında ilk biyometrik verinin Kurum veri tabanına kayıt işlemi, sağlık hizmeti sunucusu tarafından yapılacaktır.” kuralına yer verilmiştir.
5510 sayılı Kanun’un “Sağlık Hizmetlerinden Yararlanma Şartları” başlıklı 67. maddesine, 6283 sayılı Kanunun 1. maddesiyle “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresi eklenmiş, anılan düzenlemeye dayalı olarak biyometrik yöntemlerle yapılacak kimlik doğrulaması sonucu elde edilecek kişisel verilen toplanması ve işlenmesinin kapsamının usul ve esasları belirlemek üzere dava konusu düzenlemenin yayınlandığı ve biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama sisteminin uygulamaya konulduğu anlaşılmıştır.
Danıştay Onbeşinci Dairesi’nin 08.07.2014 tarihli E:2014/1150 sayılı kararıyla dava konusu düzenlemenin yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 67. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresinin Anayasa aykırı olduğundan bahisle Anayasa Mahkemesine başvurulmuş; Anayasa Mahkemesinin 03.04.2015 tarih ve 29315 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 19.03.2015 tarih ve E:2014/180, K:2015/30 sayılı kararı ile anılan ibarenin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın reddine hükmedilmiştir.
Anayasa Mahkemesi kararında; “Kişisel veri kavramı, belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade etmektedir. Bu bağlamda adı, soyadı, doğum tarihi ve doğum yeri gibi bireyin sadece kimliğini ortaya koyan bilgiler değil; telefon numarası, motorlu taşıt plakası, sosyal güvenlik numarası, pasaport numarası, özgeçmiş, resim, görüntü ve ses kayıtları, parmak izleri, genetik bilgiler, IP adresi, e-posta adresi, hobiler, tercihler, etkileşimde bulunulan kişiler, grup üyelikleri, aile bilgileri gibi kişiyi doğrudan veya dolaylı olarak belirlenebilir kılan tüm veriler kişisel veri kapsamındadır. Bu bağlamda itiraz konusu kuralla öngörülen biyometrik yöntemle elde edilen verilerin kişisel veri olduğunda kuşku yoktur. Bununla birlikte söz konusu verilerin, 108 sayılı Sözleşme’nin 6. maddesinde özel olarak belirtilen politik düşünce, dini inanç, sağlık, cinsel yaşam veya ceza mahkûmiyetlerine ilişkin veriler gibi çok hassas verilerden olduğu da söylenemez.
Biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulama, kişinin kendi özelliklerini esas alması nedeniyle izinsiz kullanımlara karşı güvenli, kamu kuruluşlarına yönelik yolsuzluk ve bunların neden olduğu zararlara karşı etkili ve sosyal güvenliği olan kişiler bakımından da güvenli hizmet alınmasını sağlayan bir yöntemdir. İtiraz konusu kuralla öngörülen yöntemin sağlık sektöründeki suiistimallerin engellenmesi ve bu konudaki sahteciliğin önlenmesi maksadıyla önemli bir güvenlik önlemi olduğunda şüphe yoktur. Nitekim itiraz konusu kuralın gerekçesinde sağlık hizmetlerinin elektronik ortamda güvenilir altyapılar üzerinden sağlanması ve hizmetten yararlananların kimliklerinin saptanmasında geleneksel yöntemlerin eksiklikleri nedeniyle ortaya çıkan kötüye kullanımların önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla kuralla öngörülen yöntemin etkin bir şekilde kullanılmasının, Sosyal Güvenlik Kurumundan haksız menfaat temin edilmesini engellemeye yönelik olduğu ve kuralda kamu yararı bulunduğu açıktır.
Bu bağlamda itiraz konusu kuralla özel hayatın ve kişisel verilerin korunması haklarına yönelik olarak yapılan müdahalenin, öngörülen amaçla orantılı olduğu, müdahale edilen hakların özüne dokunmadığı ve demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırılık teşkil etmediği anlaşıldığından Anayasa’ya aykırı bir yönü yoktur.
Öte yandan itiraz konusu kuralla öngörülen yöntemin sadece sağlık sektöründe bu hizmetten yararlanma amacıyla kullanılabileceği, bu nedenle elde edilen verilerin sadece bu amaçla sınırlı olarak ve hizmetin devamı için zorunlu olduğu müddetle sınırlı olmak üzere tutulabileceği dikkate alındığında, bu verilerin neden ve hangi gerekçeyle temin edileceğine ilişkin olarak konu, amaç ve kapsamı ile ne şekilde ve hangi süreyle kullanılacaklarına dair bir belirsizlik olduğu söylenemez.
Ayrıca itiraz konusu kuralda öngörülen yöntemle elde edilen verilerin amaç ve kapsam dışında depolanması ve kullanılması hâlinde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki kişisel verilerin korunmasına ilişkin ceza hükümlerinin uygulanacak olması nedeniyle bu konuda kanuni güvence de bulunmaktadır.” gerekçesine yer verilmiştir.
Anayasanın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 153. maddesinin son fıkrasında, “Anayasa Mahkemesi kararları Resmi Gazetede hemen yayınlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.” şeklinde açık, kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
Yukarıda yer verilen Anayasal düzenlemelerden Anayasa Mahkemesi kararlarının mutlak surette uyulması gereken nitelik taşıdığı, hiçbir organ ve makamın bu kararları değiştiremeyeceği, yasama, yürütme ve idare organlarının kararların icaplarını yerine getirmeleri gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.
Bu durumda, davaya konu olan tebliğ hükümlerinin yasal dayanağı olan 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 67. maddesinin 3. fıkrasında yer alan “biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya” ibaresi hakkındaki Anayasaya aykırılık itirazı Anayasa Mahkemesince reddedildiğinden, anılan Kanun maddesinin uygulanmasına yönelik düzenlemeler içeren ve kamu yararı ve hizmetin gereklerine uygun olduğu anlaşılan iptali istenilen düzenlemelerde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın REDDİNE, aşağıda dökümü yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen ….-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine, artan posta ücretinin istemi halinde davacıya iadesine, bu karara karşı tebliğ tarihini izleyen otuz (30) gün içinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu nezdinde temyiz isteminde bulunulabileceğinin taraflara duyurulmasına, 05/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.