Danıştay Kararı 15. Daire 2015/7095 E. 2018/1270 K. 07.02.2018 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2015/7095 E.  ,  2018/1270 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/7095
Karar No : 2018/1270

Temyiz Eden (Davacı) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :

İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Savunma verilmemiştir.
Düşüncesi :Temyiz istemine konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce; tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; … İli, … İlçesi, … Köyü’nde ikamet etmekte iken yaşanan terör olayları nedeniyle yerleşim yerinin boşaltılması sonucu uğradığını iddia ettiği zararın tazmini istemiyle 5233 sayılı Yasa uyarınca yaptığı başvurunun reddine ilişkin tesis edilen 25.12.2013 tarih ve 30/03/2013-633 sayılı 3 Nolu Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığı işleminin iptali istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesince; dava konusu yerleşim yerinin boşaltıldığı konusunda tereddüt bulunmadığı fakat uyuşmazlığın davacının babasına ait tapulu taşınmazların zararının karşılanıp karşılanmayacağı durumundan kaynaklandığı, davacının başvurusu üzerine davalı idare tarafından yapılan araştırma sonucunda … Kaymakamlığı Tapu Kadastro Müdürlüğü’nün 15.11.2013 tarih ve 217 sayılı yazısından anlaşıldığı üzere davacının üzümlü Köyü’nde başvuruda bulunduğu mevkide kendi adına kayıtlı herhangi bir tapu kaydı bulunmadığı, sadece babasına ait 14 adet tapu kaydı sunulduğu anlaşıldığından, davacının babası ve murisi olan … adına mevzuatta öngörülen süreler içerisinde herhangi bir başvurusunun bulunmadığı idarenin kayıtlarının tetkikinden anlaşıldığı, malvarlığı bulunan bir şahsın veya mirasçılarının yasada öngörülen süreler içerisinde başvuruda bulunması gerektiği, olayda bu şartın yerine getirilmediği anlaşıldığından davacının uğradığını ileri sürdüğü zararlarının 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanmasına hukuken olanak bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmadığı ve davacının talebinin reddine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine verilmiştir.
Davacı tarafından, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek kararın bozulması istenilmektedir.
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinde; terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar, Kanunun kapsamı dışında tutulmuş, aynı Kanunun ‘Başvurunun Süresi, Şekli, İncelenmesi ve Sonuçlandırılması’ başlıklı 6. maddesinde; “Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmüne yer verilmiş, 7. maddesinde ise; hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri; terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına, ulaşamamalarından kaynaklanan maddi zararların, bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla idarece ödeneceği kurala bağlanmıştır.
Aynı Kanun’un Geçici 1. maddesinde, “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/07/1987 tarihi ile bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” kuralı getirilmiştir.
Kanun’un Geçici 1. maddesi kapsamında müracaat hakkı bulunanların bir yıllık süre içinde müracaat edememeleri durumunda, mağduriyetlerinin önlenmesi ve zararlarının sulh yoluyla karşılanması amacıyla 03/01/2006 tarih ve 26042 sayılı Resmi Gazete yayımlanan 5442 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un Geçici 1. maddesi ve 5233 sayılı Kanuna, 30/05/2007 tarih ve 26537 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5666 sayılı Kanunla eklenen Geçici 4. maddesiyle; “Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/07/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” kuralı getirilerek geçmiş dönemlere ilişkin başvuru süresi 30/05/2008 tarihine kadar uzatılmıştır.
5233 sayılı Kanun’un yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; “terör eylemleri” veya “terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler” sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle mal varlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Kanun hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerekir. Bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından “tamamen” boşaltılmış/boşalmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından/boşalmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Kanunda tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanması mümkündür.
Yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması, o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının yerine getirilmiş olduğunun nesnel bir göstergesidir. Güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gerekmektedir.
Bunun yanında, 5233 sayılı Kanun’un 2. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendinden anlaşıldığı üzere, terör olaylarına bağlı olarak güvenlik kaygıları nedeniyle (örneğin bu sebeple yerleşim yerinin terk edilmesi vb.) mal varlığına ulaşılamamadan kaynaklanan zararların da tazmini öngörülmektedir. Bir terör olayı sonucu münferit olarak kendisi veya yakınları doğrudan zarar gören ya da bu şekilde gerçekleşen ölüm ve/veya yaralama olayları kendisi veya yakınlarına yönelen kimselerin, başta yaşam haklarından endişe ederek, güvenlik kaygısı duymaları doğaldır. Dolayısıyla, bu kapsamda oluşan zararların tazmini de anılan hükmün bir gereğidir. Bu durum, yukarıda belirtilen nesnel kriterin yanında, her davacı yönünden ayrıca öznel olarak da bir irdeleme yapılmasını gerekli kılmaktadır. Aksi bir değerlendirme, her bir davacının öznel durumundan kaynaklı olarak ileri sürdüğü hususların irdelenmemesi anlamına gelir ki, bu durum Anayasa’da teminat altına alınan Hak Arama Hürriyetine aykırılık teşkil eder.
5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden öncesine ait olmakla birlikte halen devam eden zararlar açısından ve 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 27/07/2004 tarihinden Kanun’un Geçici 4. maddesinde yapılan değişiklik sonucunda başvuru süresini uzatan 5666 sayılı Kanun’un yürürlük tarihi olan 30/05/2007 tarihine kadarki döneme ilişkin olarak uğranıldığı iddia edilen zararlar yönünden başvuru süresi en son 30/05/2008 tarihine kadar uzatılmıştır. Bu bakımdan söz konusu dönemler açısından başvuru süresinin en son 30/05/2008 tarihi olduğu konusunda tartışma bulunmamaktadır.
Ancak, 5233 sayılı Kanunun yürürlüğünden önce boşaltılan/boşalan yerleşim yerlerinde yerleşim yerinin halen boş olduğu ve güvenlik kaygısı nedeniyle mal varlığına ulaşılamadığı iddiasıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan başvurularda; mal varlığına ulaşamadığını ileri süren kişilerin her yıl başvuru yapmasını ve sonucuna göre dava açmasını beklemenin hak arama özgürlüğünü kısıtlayacağı ve yargılamanın mümkün olan süratte ve az masrafla sonuçlandırılması yani usul ekonomisi ilkesine aykırı olacağından bunun yerine başvuru tarihinden geriye doğru (30/05/2007 tarihine kadar) bir değerlendirme yapılması hakkaniyete daha uygun düşecektir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun, “Miras ortaklığı” başlıklı 640. maddesinde “Birden çok mirasçı bulunması hâlinde, mirasın geçmesiyle birlikte paylaşmaya kadar, mirasçılar arasında terekedeki bütün hak ve borçları kapsayan bir ortaklık meydana gelir. Mirasçılar terekeye elbirliğiyle sahip olurlar ve sözleşme veya kanundan doğan temsil ya da yönetim yetkisi saklı kalmak üzere, terekeye ait bütün haklar üzerinde birlikte tasarruf ederler. Mirasçılardan birinin istemi üzerine sulh mahkemesi, miras ortaklığına paylaşmaya kadar bir temsilci atayabilir. Mirasçılardan her biri, terekedeki hakların korunmasını isteyebilir. Sağlanan korumadan mirasçıların hepsi yararlanır.” hükmü yer almış, aynı Kanunun “Elbirliği mülkiyeti” üst başlıklı 701. maddesinde, “Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir. Elbirliği mülkiyetinde ortakların belirlenmiş payları olmayıp her birinin hakkı, ortaklığa giren malların tamamına yaygındır.” hükmüne, 702. maddesinde “Ortakların hakları ve yükümlülükleri, topluluğu doğuran kanun veya sözleşme hükümleri ile belirlenir. Kanunda veya sözleşmede aksine bir hüküm bulunmadıkça, gerek yönetim, gerek tasarruf işlemleri için ortakların oybirliğiyle karar vermeleri gerekir. Sözleşmeden doğan topluluk devam ettiği sürece, paylaşma yapılamaz ve bir pay üzerinde tasarrufta bulunulamaz. Ortaklardan her biri, topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabilir. Bu korumadan bütün ortaklar yararlanır.” hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda yer alan mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde iştirak halinde mülkiyette (elbirliği ortaklığı) mülkiyetin kendini meydana getiren kişilerden ayrı bir tüzel kişiliğinin olmadığı, hak ya da malın bir bütün olarak ortaklardan tümüne yani ortaklığa ait olduğu, ortaklık sona erene kadar ortaklardan birinin veya bir kısmının ayrı ayrı kullanabilecekleri payları veya paylarına dayalı hakkı bulunmadığı, mülkiyetin bu özelliğinden dolayı ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğu anlaşılmaktadır.
Ancak uygulamada ortaya çıkan güçlükleri gidermek amacıyla Türk Medeni Kanunu’nda terekedeki/ortaklığa giren hakların korunmasına yönelik bir takım düzenlemeler yapılmıştır. Bu durum Kanunun 640. ve 702. maddelerinin gerekçelerinde; elbirliği mülkiyetinde birlikte hareket etmek zorunda olmaları nedeniyle mirasçıların bireysel olarak terekedeki hakların korunmasında hareket edememesi eksikliğinin giderilmek istendiği, mirasçıların her birinin hakkını korumak için tek başına dava açmasına imkân sağlanması ve sağlanan korumadan mirasçıların hepsinin yararlanmasının öngörüldüğü, ortaklardan her birinin topluluğa giren hakları dava yoluyla veya diğer yollarla koruma yetkisine sahip olacağı şeklinde açıklanmıştır.
Dava dosyanın incelenmesinden; davacıların murisi olan ,,,’nın 07.11.1994 tarihinde vefat ettiği, geriye mirasçı olarak eşi ve 18 çocuğunun kaldığı, mirasçılardan olan davacının 14.10.2007 tarihinde Zarar Tespit Komisyonu’na başvurarak, 1994 yılında terör olayları nedeniyle köyü terk ettiğinden bahisle malvarlığına ulaşamaması nedeniyle uğradığını iddia ettiği zararların tazminini talep ettiği, Komisyonun 25.12.2013 tarih ve 30/03/2013/633 sayılı kararı ile; tapu kayıtlarında yapılan incelemede başvuru sahibinin Üzümlü Köyü’nde başvuruda bulunduğu mevkide kendi adına kayıtlı herhangi bir tapu kaydı bulunmadığı, başvuru sahibi ve vekiline 21.11.2013 tarihinde yapılacak keşfin Yönetmeliğe uygun bir şekilde bildirildiği buna rağmen, keşfe katılmadıkları, davacı vekilinin Komisyon Başkanlığı’na başvuru sahibinin …’nın murisi olduğunu gösterir veraset ilamı 14 adet muris adına düzenlenmiş tapu senedi sunduğu, murisin hiçbir başvurusunun bulunmaması ve başvurucunun maşvuruda bulunduğu mebkide adına kayıtlı herhangi bir malvarlığının bulunmaması nedeniyle talebinin 3 Nolu Zarar tespit Komisyonu tarafından reddi üzerine red işleminin iptali istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Olayda, davacı tarafından davalı idareden, muris …’dan kalan mal varlığına ilişkin zararların tazmini talep edilmiş olup davacının Komisyon kararında sözü edilen kayıtlardaki mal varlığına, miras ortaklığı uyarınca elbirliği halinde malik olduğu açıktır.
Türk Medeni Kanunu’nun yukarıda anılan maddelerinden, elbirliği ortaklığında ortaklardan her birinin birlikte hareketi gerektiren yönetim ve tasarruf işlemleri dışında kalan, mülkiyet hakkının tanıdığı kullanma ve yararlanma haklarının korunmasına veya mülkiyet hakkının tanıdığı kullanma ve yararlanma haklarının kullanılamaması sonucu ortaya çıkan durumun bertaraf edilmesine/tazminine yönelik müracaatta bulunabileceği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, davacının mirasçı sıfatından kaynaklı hakları dolayısıyla sahip olduğu taşınmazlara ait 5233 sayılı Kanun kapsamında varsa zararının hesaplanarak miras payı oranında ve mükerrer ödemeye yol açmayacak şekilde zararlarının karşılanması gerekirken, başvurunun reddine dair dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.