Danıştay Kararı 15. Daire 2015/4866 E. 2016/1062 K. 22.02.2016 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2015/4866 E.  ,  2016/1062 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/4866
Karar No : 2016/1062

Temyiz Eden (Davacı) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili : – Aynı Yerde

İstemin Özeti : Davacı tarafından murisi (eşi) ”…….’ün 06.01.2010 tarihinde … Çayı üzerinde bulunan varyant yolu ve D-817 karayolu bitişiğinde bulunan iki köprü arasındaki boşluk kısımdan düşerek ölmesi nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 60.000 TL manevi, 10.000 TL maddi tazminatın 06.01.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda, … İdare Mahkemesi’nce; davacının aynı istemle … Asliye Hukuk Mahkemesi’nde … tarihinde … sayılı dava dosyasına kayden açtığı davada, verilen görevsizlik kararının 03/12/2013 tarihinde kesinleşmesi üzerine, bu tarihten itibaren, 2577 sayılı Yasa’nın 9. maddesi uyarınca, 30 gün içinde dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra, 17/11/2014 havale tarihli dava dilekçesi ile açılan iş bu davanın süre aşımı nedeniyle esasını inceleme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle, davanın süreaşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Mahkeme kararının hukuka uygun olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Tetkik Hakiminin Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile hukuk ve usule uygun olarak verilen mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, Tetkik Hakimi’nin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Kararın Bozulması” başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi, c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.
Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın hukuka ve usule uygun olduğu, kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin reddine, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22/02/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X)KARŞI OY :

Dava; davacı tarafından murisi (eşi) ”…..”’ün 06.01.2010 tarihinde … Çayı üzerinde bulunan varyant yolu ve … karayolu bitişiğinde bulunan iki köprü arasındaki boşluk kısımdan düşerek ölmesi nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 60.000 TL manevi, 10.000 TL maddi tazminatın 06.01.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” hükmü yer almıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları kuşkusuzdur.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Tüm bu açıklamalar sonucunda; Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesinin zorunlu olduğu ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiştir.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür.
Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından bu bildirimin dava açma süresini işlemeye başlatması düşünülemeyecektir.
Bakılan davada, davacının söz konusu zararların tazmini amacıyla 18.01.2012 tarihinde … Asliye Hukuk Mahkemesi’nde dava açtığı, Mahkeme’nin … tarih ve … sayılı kararı ile davanın idari yargının görev alanına girdiği gerekçesiyle görevsizliğine yönelik karar verildiği, karar kesinleştiğinde dosyanın görevli … İdare Mahkemesi’ne gönderilmesi yolunda hüküm kurulduğu, mahkeme kararının Yargıtay … Hukuk Dairesi’nin… tarihli E:…, K:… sayılı kararı ile “karar kesinleştiğinde dosyanın görevli … İdare Mahkemesine gönderilmesine” şeklindeki kısmının çıkartılarak düzeltilerek onandığı, Daire kararının 16/11/2013 tarihinde taraflara tebliğ edildiği, süresi içerisinde karar düzeltme isteminde bulunulmaması üzerine 03/12/2013 tarihinde kesinleştiği, bunun üzerine davacı vekili tarafından 17/11/2014 tarihinde bakılan davanın açıldığı görülmüştür. İdare Mahkemesi’nce davanın süresinde açılmadığına yönelik karar verilmiş ise de; Adli yargı merciince alınan kararda; davacının ne kadar süre içerisinde idari yargıda dava açabileceğinin belirtilmediği, bu anlamda, Anayasanın yukarıda hükmüne yer verilen 40. maddesine aykırı davranıldığı anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda, yukarıda yer verilen açıklamalar ışığında Mahkemece işin esasının incelenmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacı yanın temyiz isteminin kabul edilerek, Mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle karara katılmıyorum.