Danıştay Kararı 15. Daire 2015/3761 E. 2016/804 K. 11.02.2016 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2015/3761 E.  ,  2016/804 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/3761
Karar No : 2016/804

Temyiz Eden (Davacılar) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) : Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu
Vekili :
Müdahil (Davalı Yanında) :

İstemin Özeti : … 1. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Savunma verilmemiştir.
Düşüncesi :Temyize konu mahkeme kararının davalı idare lehine reddedilen maddi tazminat miktarı için nispi vekalet ücreti hükmedilmesine yönelik kısmının bozulması, maddi ve manevi tazminat isteminin reddi yolundaki kısmının ise onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması talebi görüşülmeden, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; 17/06/2010 tarihinde davacılardan ‘a yapılan hatalı kısırlaştırma ameliyatı (bilateral vazektomi) ve ameliyat sonrasındaki süreç konusunda bilgilendirme yapılmaması nedeniyle eşi ‘ın hamile kalmasına davalı idarenin hizmet kusurunun sebebiyet verdiği ileri sürülerek maddi ve manevi zararlarının tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
… 1. İdare Mahkemesi’nce, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’nun 30/04/2014 tarih ve 3011 karar sayılı raporunda özetle; “davacı ‘a uygulanan operasyon sonrası spermatik kanalların tam kapanmaması durumunun her türlü özene rağmen görülebilecek, tıbbi ihmal ya da kusura bağlı olmayan komplikasyon olarak nitelendirildiği, uygulanan tıbbi işlem tekniği açısından ilgili hekime atfı kabil kusur bulunmadığı”nın belirtildiği, davacılar tarafından oluştuğu ileri sürülen zarara, davalı idarece sebebiyet verildiğini kanıtlayacak nitelikte hukuken geçerli bir bilgi ve belgenin mevcut olmadığı, dolayısıyla, söz konusu zarar ile davalı idare arasında tazmin sorumluluğu doğuracak nitelikte bir illiyet bağının bulunmadığı sonucuna ulaşılarak tazminat isteminin reddi yolunda karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Temyize konu Mahkeme kararının, davanın reddine ilişkin kısmı ile reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden davalı idare lehine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde duruşmalı dosyalar için belirlenen maktu vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmında 2577 sayılı 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, davacıların bu kısma yönelik temyiz istemi yerinde görülmemiştir.
Temyiz istemine konu Mahkeme kararının, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davalı idare lehine nispi vekalet ücreti ödenmesi ile ilgili kısmına gelince, bu hususun davanın açıldığı tarihteki hukuksal düzen, davacıların içinde bulundukları maddi koşullar ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde irdelenmesi gerekmektedir.
İdari eylemlerden doğan zararın miktarı olayın meydana geldiği anda tam olarak bilinmeyebilir. Uyuşmazlığın çıktığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, tam yargı davalarında fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya Hukuk Muhakemeleri Kanunundaki gibi bir ıslah müessesine yer vermemiştir. Bu nedenle, davacılar hak kaybına uğramamak için açtıkları tam yargı davalarında çoğunlukla müddeabihi yüksek tutmaktadırlar.
Bu davada da aynı durum söz konusudur.
02/11/2011 tarih ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) 14. maddesi ile; “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” hükmü yürürlüğe konulmuştur.
Anılan maddedeki “hukuk birimi amirleri, hukuk müşavirleri, muhakemat müdürleri” ibarelerinin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen ve 23/11/2013 tarih ve 28830 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Anayasa Mahkemesinin 06/06/2013 tarih ve E: 2011/145, K: 2013/70 sayılı kararı karşısında, söz konusu KHK hükmünün meşru olduğu açıktır.
Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesinin 3. fıkrasında, avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükmü yer almaktadır.
Bu nedenle, 659 sayılı KHK.’nın yürürlüğünden sonra açılan davada, davanın kısmen veya tamamen reddi halinde, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilecektir.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifelerine göre, maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında verilecek kararlarda vekalet ücretleri ayrı ayrı hesaplanacaktır.
Bu hukuksal durum ve müddeabihin yüksek tutulmasına neden olan usule ilişkin engel bir arada ele alındığında, davalı idareye karşı açılan davanın kısmen veya tamamen reddi halinde, davayı açarken böyle bir ihtimali öngörmesi mümkün olmayan davacıların ödemek zorunda kalacağı vekalet ücreti, mahkemeye erişim hakkına engel olabilecek derecede ölçüsüz bir miktara ulaşmıştır.
Öte yandan, davacıların maddi durumlarının böyle bir davanın yükünü taşımaya elverişli olmaması nedeniyle adli yardım talebinde bulundukları ve bu yöndeki taleplerinin Mahkemece kabul edildiği dosyadan anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen hukuki ve maddi veriler karşısında, Mahkeme kararındaki, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesiyle ilgili kısmın “adil yargılanma” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” Bu metinde, adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği açık olarak belirtilmemiştir. Ancak somut olayın koşullarının bu hak karşısındaki durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, 01/11/2012 tarih, E.2010/83, K.2012/169 sayılı karar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkın sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir ( Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28.05.1985, § 57).
Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını düzenlemektedir.
Hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davacı aleyhine …-TL nispi vekalet ücretine hükmedilmesi, mahkemeye erişim hakkına bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir. Bu sınırlamanın yasal dayanağı bulunmaktadır ve meşrudur. Ancak bu miktarın ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesi de gerekmektedir. Bu değerlendirme de yukarıda belirtildiği gibi, hukuki ve maddi veriler gözönünde tutularak yapılmalıdır.
Yukarıda açıklandığı gibi, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı Kanunda tam yargı davalarında fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya müddeabihin dava açıldıktan sonra artırılmasına olanak sağlayan “ıslah” müessesine yer verilmemişti.
11/04/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesi ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına;
“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” cümlesi eklenmiştir.
Yine, 6459 sayılı Kanunun 5. maddesi ile, 2577 sayılı Kanuna Geçici 7. madde olarak; “ Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” hükmü eklenmiştir.
Bu değişikliğin davacıların açtığı davanın koşulları açısından bir yararı bulunmamaktadır. Çünkü dava reddedilmiştir.
Davacı, uyuşmazlık tarihinde idari yargılama usulüne ilişkin mevzuatın fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya ıslaha izin vermemesi nedeniyle, davayı açarken dava miktarını yüksek göstermek zorunda kalmıştır. Mevzuatın neden olduğu bu çaresizlik, davanın reddine karar verilmesi nedeniyle, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan davacı aleyhine …-TL vekalet ücretine hükmedilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu sonuç, vekalet ücreti yönünden mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama oluşturmaktadır.
Öte yandan, 11/04/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 24. maddesi ile, 6100 sayılı Kanunun 339. maddesine eklenen fıkrada;
“ Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir.” hükmü yer almaktadır.
Maddede her ne kadar Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinden bahsedilmekte ise de, davanın reddine karar verilmesi halinde, adli yardımdan yararlanan bir davacı aleyhine hükmedilecek vekalet ücretinin miktarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Somut olayda, maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiş olması nedeniyle, adli yardım istemi kabul edilmiş olan davacılar aleyhine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan …-TL nispi vekalet ücretine hükmedilmesi, bu açıdan da mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle de Anayasa’nın 36. ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Bu durumda, İdare Mahkemesince reddedilen maddi tazminat miktarı için de davalı idare vekili için temyize konu Mahkeme kararının verildiği tarihte yürürlükte olan (19/11/2014) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca belirlenen maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca davacıların temyiz isteminin kısmen kabulüyle … 1. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının BOZULMASINA, temyiz isteminin kısmen reddiyle Mahkeme kararının diğer kısımlarının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/02/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.