Danıştay 15. Daire Başkanlığı 2015/1946 E. , 2017/6254 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/1946
Karar No : 2017/6254
Temyiz Edenler (Davacılar) :
Vekilleri :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :
Müdahil (Davalı Yanında) :
Vekili :
İstemin Özeti : …1. İdare Mahkemesi’nin …tarih ve …sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Davalı idare ve müdahil (davalı yanında) tarafından hizmet kusuru bulunmadığı ileri sürülmektedir.
Danıştay Tetkik Hakimi :
Düşüncesi : Davacılar murisinin …Devlet Hastanesinde yapılan hatalı ameliyat sonucunda vefat ettiği ve olayda hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek maddi ve manevi tazminat istemiyle açılan davada; hastaya laparoskopik yöntemle müdahale edildiği, bu ameliyat sırasında ana hepatit arterin ve sağ hepatit kanalın kesilmesi suretiyle hastanın iyileşemeyerek kısa süre içerisinde aynı şikayetlerle iki kez daha ameliyat geçirdiği, vücudundaki anomalin giderek ağırlaştığı; devamında vefat ettiği ve bunun ilk ameliyatla başlayan yaralanma zinciriyle bağlantılı olduğu; bu bağlantının daha sonraki ameliyat raporlarıyla da doğrulandığı göz önüne alındığında davalı idarenin sağlık hizmetini etkili ve tedaviye kısa sürede ulaşacak şekilde vermediği ve kusurlu olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelde yer aldığı cihetle 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 2/1-ç ve 6/1 maddeleri uyarınca taraf sıfatını haiz bulunduğundan bakılan davada hasım mevkiine alınan ‘nun, 25.08.2017 tarih ve 30165 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 203/1-ğ maddesi ile 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’na ekli (I) sayılı cetvelden çıkartılarak anılan Kanun Hükmünde Kararname’nin 184. maddesi ile Kamu Hastaneleri Genel Müdürlüğü adıyla Sağlık Bakanlığı’nın hizmet birimi olarak teşkilatlandırıldığı anlaşıldığından, dosya Sağlık Bakanlığı husumetiyle ele alınıp Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenerek dosyadaki belgeler incelendikten sonra temyiz talebi hakkında gereği görüşüldü:
Dava, davacılar vekili tarafından, müvekkillerinin murisi ……..nın …Devlet Hastanesinde yapılan hatalı ameliyat sonucunda vefat ettiği ve olayda hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülerek için 40.000,00 TL, ve için 30.000,00’er TL olmak üzere toplam 100.000,00 TL maddi tazminata ve her bir davacı için 100.000,00’er TL olmak üzere toplam 300.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.
…1. İdare Mahkemesi’nce, …Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülen adli kovuşturma kapsamında tıbbi kusur bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde tanzim edilen Adli Tıp 1. İhtisas Kurulu’nun 01/08/2012 gün ve 3017 sayılı ve Adli Tıp Genel Kurulu’nun 20/03/2014 gün ve 378 sayılı raporlarında; “Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olsa da tıbbi belgelerde kayıtlı veriler dikkate alındığında, eksitus olarak kabul edilen kişinin ölümünün safra kesesi ameliyatı sırasında oluşan safra yolları yaralanması ve buna bağlı meydana gelen kanama ve gelişen komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğunun” belirtildiği ve bu bilirkişi raporuna istinaden davacıların murisine yapılan tedavi ve uygulamaların tıp kurallarına uygun olduğu, sağlık hizmetinin kötü veya geç işlemesinin söz konusu olmadığı, davalı idarenin tazminatla sorumlu tutulabilmesi için gereken koşulların oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacılar, Mahkeme kararının hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek bozulmasını talep etmektedirler.
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyiz incelemesi sonucu bozulmaları, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49. maddesinde yer alan sebeplerden birisinin varlığı halinde mümkündür.
Temyiz istemine konu Mahkeme kararının davacıların maddi tazminat istemi yönünden davanın reddine yönelik kısmında 2577 sayılı Yasanın 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmamaktadır.
Temyize konu Mahkeme kararının reddedilen maddi tazminat istemi üzerinden davalı idare lehine nisbi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmına gelince;
Davacı tarafından 100.000,00TL maddi, 300.000,00TL manevi zararın tazmini istemiyle dava açılmıştır. Davada maddi tazminat talebinin tümüyle reddedilmesi nedeniyle, talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi olarak hesaplanan 10.400,00-TL tutarındaki vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı idareye verilmesine hükmedilmiştir.
Vekalet ücreti olarak hükmedilen miktarın fazlalığı, konunun hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkı bağlamında incelenmesini gerektirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90. maddesinin son fıkrasında “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir.
Yine Anayasa’nın 148. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir. ” hükmü yer almıştır.
Bir tam yargı davası sonucunda, davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesinin 07/11/2013 tarih ve B. No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.
Buna göre, “Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı…” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.
Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir. (B. No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 – 39).
Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.
Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak, yukarıda ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendine özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.
Açılan bir tam yargı davasında istenilen tazminatın miktarının, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra elde edilen verilere göre mahkemece takdir edildiği bilinmektedir. Tazminat davasının bu özelliği gereği, gerçekte hak edilen tazminat miktarının dava açılmadan önce davacılar tarafından tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, davacıları yüksek miktarlı istemlerde bulunmaya yönlendirebileceği açıktır.
Talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah), tazminat davasının başındaki belirsizlik karşısında bir güvence oluşturabilecekse de, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda böyle bir kuruma yer verilmemiştir. Dolayısıyla, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır.
Davacı bu hukuki ve fiili şartlar altında açtığı davasında, 100.000,00TL maddi, 300.000,00 TL manevi zararının tazminini istemiştir.
Sağlık hizmetleri, bünyesinde risk taşıyan, tıbbi ve teknik bilgiyi gerektiren hizmetlerdendir. Sağlık hizmetinden yararlanan bir kişinin zarara uğraması halinde, zararın doğmasında idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı da ancak konusunda uzman olan kişi ya da kuruluşlarca yapılacak detaylı incelemeler sonucunda ortaya konabilecektir.
Sonuç olarak, ıslah olanağı bulunmaması nedeniyle tazminat istemi yüksek tutulmak zorunda kalınan, gerçekte hak edilen tazminat miktarı kestirelemeyen, çözümü davanın her iki tarafı için de zor ve karmaşık olan böylesi bir dava sonucunda, 10.400,00-TL tutarında nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi, hak arama özgürlüğünü ve mahkemeye erişim hakkını kullanan davacının, kullandığı bu haklar nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altına girmesi sonucunu doğurmuştur. Böyle bir sonucun, hak arama özgürlüğüne ve mahkeme erişim hakkına, olağan dışı bir kısıtlama getirdiği ortadadır.
Öte yandan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.
Yukarıda açıklanan şekilde davacının, kullandığı Anayasal hakları nedeniyle olağan dışı ağırlıkta bir mali yük altında kalmış olması, bu durumun hak arama özgürlüğü ve mahkeme erişim hakkı üzerinde olağan dışı bir kısıtlama oluşturması bir arada değerlendirildiğinde, talep edilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uygunluk görülmemiştir.
Durum böyle olunca, talep edilen maddi tazminata ilişkin maktu olmak kaydıyla hesap yapılmalı ve ortaya çıkan rakam üzerinden davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmelidir.
Temyiz istemine konu Mahkeme kararının, manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmına gelince;
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdarenin hukuki sorumluluğu, kamusal faaliyetler sonucunda, idare ile bireyler arasında bireyler zararına bozulan ekonomik dengenin yeniden kurulmasını, idari etkinliklerden dolayı bireylerin uğradığı maddi zararlar yanında manevi zararların da idarece tazmin edilmesine olanak sağlayan bir hukuksal kurumdur. Bu kurum, kamusal faaliyetler nedeniyle bireylerin malvarlığında ortaya çıkan eksilmelerin ya da çoğalma olanağından yoksunluğun giderilebilmesini, yine bu surette oluşan manevi zararların karşılanabilmesi için aranılan koşulları, uygulanması gereken kural ve ilkeleri içine almaktadır.
Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
Dava konusu olayda, tıbbi müdahaleyi gerçekleştiren Dr. hakkında …Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen adli kovuşturma kapsamında tıbbi kusur bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde tanzim edilen Adli Tıp 1. İhtisas Kurulu’nun 01/08/2012 gün ve 3017 sayılı ve Adli Tıp Genel Kurulu’nun 20/03/2014 gün ve 378 sayılı raporlarında; “Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olsa da tıbbi belgelerde kayıtlı veriler dikkate alındığında; kişinin 2-3 yıldır mevcut olan karın ağrısı, bulantı, kusma şikayetleri ile doktora başvurduğu, safra kesesi taşı tespit edildiği, bu nedenle 6.12.2011 tarihinde laparoskopik kolesistektomi ameliyatı olduğu ve post op ikinci gün 9.12.2011 tarihinde taburcu edildiği, 10.12.2011 tarihinde hipotansiyon, bayılma şikayeti ile tekrar hastaneye getirildiği, batın içi kanama ve koledok tıkanıklığı düşünülerek USG yapılamadığından sevk edildiği, sevk edildiği hastanede operasyona alınarak eksploratif laparatomi hepatika propria ligasyonu yapıldığı ve Ege Üniversitesi Tıp Fakültesine sevk edildiği, burada Genel Cerrahi Bölümüne yatırıldığı, antibiyotik başlandığı ve perkütan drenaj kateteri takıldığı, genel durumu kötüleşen ve mekanik ventilatör ihtiyacı olan kişinin anestezi yoğun bakım ünitesine devredildiği, burada mekanik ventilatör desteğine alındığı, sedasyon uygulandığı, hastaya genel cerrahi tarafından hepitikojijunostomi operasyonu yapıldığı, takip ve tedavisi devam ederken 28.12.2011 tarihinde kardiak arrest geliştiği, CPR’a yanıt vermeyerek eksitus olarak kabul edilen kişinin ölümünün safra kesesi ameliyatı sırasında oluşan safra yolları yaralanması ve buna bağlı meydana gelen kanama ve gelişen komplikasyonları sonucu meydana gelmiş olduğu, kişiye karın ağrısı bulantı, kusma şikayetleri nedeniyle başvurduğunda konulan tanının ve ameliyat endikasyonunun uygun olduğu, safra kesesi ameliyatı sırasında meydana gelen safra yolları yaralanmasının ve kanamanın bu tür ameliyatlarda görülebilen bir komplikasyon olduğu, kişinin hipotansiyon şikayeti ile başvurduğunda kişide gelişen komplikasyonlara yönelik yapılan tetkiklerin müdahalenin ve kişinin uygun merkeze sevk edilmesinin tıp kurallarına uygun olduğu” tespitlerine yer verilmiştir.
Öte yandan; davacılar murisinin ……Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevki üzerine burada yapılan müdahale sonucu düzenlenen 11/12/2012 günlü Ameliyat Raporunda; “…kese lojunun altında sızıntı şeklinde kanama olan hemota görüldüğü, hemotom kaldırılınca kanamanın aktif olduğunun görüldüğü” ve …Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Genel Cerrahi Kliniği Eğitim Görevlisi ……..tarafından tanzim edilen 08.02.2012 günlü raporda; “… İlk ameliyat esnasında sistik kanal zannedilerek ana hepatit arterin ve sağ hepatit kanalın kesilmiş olması nedeniyle oluşan komplikasyonlar zincirinin hastanın ölümüne sebep olduğu, ameliyat sonrası diren konulmamış olmasının hadisenin daha erken tanınmasını engellediği” belirtilmiştir.
Davacılar murisi safra kesesinde taşı olan bir hastadır. Bu hastalığı onu adli tıp raporlarının da teyit ettiği üzere komplikasyonlara karşı savunmasız hale getirmiştir. Davalı idareye bağlı hastane personelinin, ilk operasyonunda daha titiz ve bilinçli davranması gerekmekte iken; davacının safra kesesi ameliyatı sırasında safra kanalının kesildiği, bu yaralanma nedeniyle ortaya çıkan komplikasyon sonucu vefat ettiği ve ilk ameliyatın hastalık tablosuna önemli derecede katkısının olduğu açıktır.
Dava konusu olay bakımından, bu yaralanma nedeniyle şikayetlerinin artması üzerine aynı rahatsızlığının tedavisi amacıyla üç kez ameliyata alınmasının, ilk ameliyat sonrası oluşan anomalin daha da ilerleyerek hastanın ölümüne neden olması karşısında, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, olay ile idarenin eylemi arasında doğrudan bir nedensellik bağı kurulamamakla birlikte, manevi tazminatın niteliğine ilişkin yukarıda yer alan açıklamalar dikkate alındığında, davacıların uğradığı manevi zararların tazmininin hakkaniyete uygun olacağı tartışmasızdır.
Bu durumda bakılan davada, meydana gelen ölüm olayı ile sunulan sağlık hizmeti kapsamındaki tıbbi uygulamalar arasında uygun illiyet bağı kurulamamış ise de; bu durumun davacılarda, murisinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddi yolunda verilen Mahkeme kararının bu kısmında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, …1. İdare Mahkemesi’nin …tarih ve …sayılı kararının; davacıların temyiz istemlerinin kısmen reddi ile; maddi tazminatın reddine ilişkin kısmının oybirliğiyle ONANMASINA, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının oybirliğiyle BOZULMASINA, davacıların temyiz istemlerinin kısmen kabulü ile; manevi tazminatın reddine ilişkin kısmının oyçokluğuyla BOZULMASINA; bozulan kısımlar hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/11/2017 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY :
Temyize konu mahkeme kararının gerekçesi, olayın oluş biçimi ve niteliği dikkate alındığında, davacı tarafından ileri sürülen temyiz nedenleri, Mahkeme kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin bölümünün bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden anılan mahkeme kararının bu kısmının da onanması gerekirken aksi yönde verilen çoğunluk kararına katılmıyoruz.