Danıştay Kararı 15. Daire 2015/1678 E. 2019/1162 K. 28.02.2019 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2015/1678 E.  ,  2019/1162 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/1678
Karar No : 2019/1162

TEMYİZ EDEN VE KARŞI TARAF (DAVALI) :
TEMYİZ EDEN VE KARŞI TARAF (DAVACI) :
VEKİLİ :
İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem: Davacının 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında, … İli, … İlçesi, … Köyü’nde bulunan malvarlığı zararının tazmini talebiyle yaptığı başvurunun reddine yönelik 3 No’lu Zarar Tespit Komisyonu’nun 16.02.2010 tarih, 2010/3-1664 sayılı işleminin iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesince verilen … tarih ve E:…, K:… kararda; dava dosyasında ve Mahkemenin bu köye ait muhtelif dava dosyalarında yer alan bilgi ve belgelerden; … İli, … İlçesi, …. Köyü’nün tamamen boşalan köylerden olduğu; “terör eylemleri” veya “terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler” sonucunda bir yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması nedeniyle malvarlığına ulaşamayan kişilerce uğranılan maddi zararın, sözü edilen Yasa hükümlerine göre idarece sulh yoluyla ödenmesi gerektiği, bir başka ifadeyle, bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından “tamamen” boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın idarece karşılanmasının mümkün olduğu, bununla birlikte ilgili Kanun hükümleri gereğince terör sebebiyle malvarlığından ayrı kalıp bu malvarlığı unsurlarından istifade edemeyen vatandaşların zararlarının karşılanması için maliki oldukları ya da zilyetliklerinde bulundurdukları taşınmaz mal unsurlarının bulunması gerekmekte olduğu, zarar tazmini konusunda yalnızca talep sahibinin mülkiyetinde bulunan malvarlıklarının hesap edilmesi bunun dışında mülkiyeti bir başka kişiye ait olmakla birlikte talep sahiplerince kullanılan taşınmazların da sahiplerinin bir muvafakatnameyle rıza göstermeleri ve mükerrer ödemeye mahal verilmemesi şartlarıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödemesine konu olabileceklerin değerlendirildiği, bir başka ifadeyle bir taşınmazın malikinin süresi içerisinde görevli komisyonlara yaptığı bir başvuru ve verilen bir ödeme bulunmadığı hallerde taşınmaz sahibinin bir başka kişi lehine kendi taşınmazlarına ilişkin (5233 sayılı Kanun kapsamındaki) tazminat ödemesinden feragat etmesi halinde söz konusu tazminatın talep sahibi üçüncü kişiye ödenmesinin mümkün olduğu, bununla beraber bir yerleşim yerinin güvenlik nedeniyle idarece veya güvenlik kaygısıyla o yerleşim yerinde yaşayan halk tarafından “tamamen” boşaltılmış olması halinde, yerleşim yerinin boşaltılmasından yerleşim yerine dönüşün başladığı tarihe kadar Yasada tek tek sayılmak suretiyle belirlenen maddi zararın; idarece yapılacak değerlendirme çalışmaları ve bu kapsamda icra edilecek keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde mülkiyet ve zilyetlik durumları da dikkate alınmak suretiyle hesaplanması gerektiği, bu kapsamda icra edilecek keşiflerin müracaat sahiplerine 5233 sayılı Kanun’ un 16. maddesi gereğince 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümleri kapsamında duyurulmasının kanuni bir mecburiyet olduğu, bununla birlikte icra edilecek keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde tüm tespit ve hesaplamaların yer verildiği bir “Keşif Değerlendirme ve Sonuç” raporunun tanzim edilmesi gerektiği, müracaat sahiplerinin ev ve ahır olarak kullanılmış olan taşınmazlarının değerlendirilmesi noktasında Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’ nın 16/07/1985 tarih ve 85/9707 sayılı Tebliği’ nde belirtilen kriterlerin esas alınmasının gerektiği; buna göre, 5233 sayılı Yasa hükümlerine göre köyün tamamen boşalması yanında, davacının özelinde malvarlığı zararının somut ve net olarak tespiti, yani zarar gören bir korunacak hakkının bulunup bulunmadığının ortaya konulması gerektiği, 5233 sayılı Yasanın bu araştırma ve inceleme yükümlülüğünü Zarar Tespit Komisyonu’na yüklediği, 5233 sayılı Kanun kapsamında, başvurucuların zarara uğramaları için mutlaka kendi üzerine kayıtlı ve tapulu taşınmazların bulunmasının gerekmediği, önemli olanın davacıların olaylar öncesi yararlandıkları bir korunacak hakkın bulunup bulunmadığı, bu yararlanmanın terör veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeni ile sona erip ermediği veya aynı sebepler ile bu hakkın zarara uğrayıp uğramadığını belirlemek olduğu, bu hakkın mülkiyetten farklı bir zilyetlik ya da intifa gibi mülkiyetten gayri ayni bir hak olabileceği, zira davacının malvarlığının bulunduğu yerin bir köy/mezra yeri olup, kadastro çalışmalara tamamlanmadan önce buralarda yaşayan kişilerin tapuları olmadan da malvarlıklarının bulunacağını kabul etmek hayatın olağan akışı ve hakkaniyet gereği olduğu, Olayda, davacı adına tescilli ve hisseli 13 adet taşınmazın davacı tarafından 17.06.2003 tarihinde bedel karşılığında mirasçısı olduğu babasından satış usulüyle alındığının tapu kayıtlarından anlaşıldığı ve bu taşınmazlara ilişkin olarak Mahkemece yapılan ara karara davalı idare tarafından verilen cevapta başkasına ödeme yapılmadığının belirtildiği, davacıya hissesi oranında ödeme yapılması gerektiğinin açık olduğu, davacının, malvarlığı zararının tespiti amacıyla Komisyon tarafından usulüne uygun olarak yapılan keşfin gün, yer ve saatinin başvuru sahibine ve/veya vekiline yazılı olarak tebliğ edilmesi ve varsa şahitlerinin keşif esnasında hazır bulundurularak davacının malvarlığı zararını gösterme olanağı sağlanması ve davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvuru dilekçesinde belirttiği malvarlığı zararlarına yönelik inceleme yapılmak suretiyle, zararların olup olmadığının belirtildiği keşif ve değerlendirme sonuç raporunun düzenlenmesi ve başvuru üzerine yukarıda belirtilen usule göre inceleme yapılmak suretiyle işlem tesis edilmesi gerekirken, keşif ve bilirkişi incelemesi neticesinde keşfe katılanların imzasının yer aldığı, davacı açısından olumlu veya olumsuz tüm tespitlere yer verildiği bir “Keşif Değerlendirme ve Sonuç” raporunun tanzim edilmesi gerekirken, bu nitelikte bir rapor tanzim edilmeksizin tesis edilmiş olan dava konusu idari işlemde, hukuka uygunluk bulunmadığı, öte yandan, davacı tarafından dosyaya sunulan muvafakatnamelerin dava konusu işlem tarihinden sonra tanzim edildiği anlaşıldığından, bu muvafakatnamelerin dikkate alınarak zarar tazmininin davacıya yapılmasına olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Belirtilen gerekçelerle dava konusu işlem hukuka aykırı bulunarak dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davalı idare tarafından, davacının 5233 sayılı Kanun kapsamındaki başvurusunun köyde adına taşınmaz olmadığı için reddedildiği, dava konusu köyde kadastro çalışmalarının yapıldığı, kadastro çalışmalarının yapılmış olduğu bir yerde mülkiyetin ispatının tapu senetleriyle yapılabileceği, zira kadastro işlemi sırasında mülkiyeti belirleyen en önemli ölçütün zilyetlik olduğu, davacı tarafından komisyona sunulan tapu kayıtları incelendiği takdirde taşınmazların 2003 yılında baba … ‘dan satış yolu ile iktisap edildiği, yerel mahkemenin zarar tarihinde davacının tasarrufunda olmayan taşınmazlara ilişkin zararın tazmini gerektiği şeklindeki gerekçesine katulmanın mümkün olmadığı, satın alınan taşınmazın davacının babasına ait dahi olsa davacının uğramış olduğu herhnagi bir zarardan bahsetmenin mümkün olmadığı, mahkemenin eksik incelemeye dayalı olarak hukuka aykırı bir karar verdiği, zarar tarihinde gerek mülkiyetinde gerek zilyetliğinde olsun korunabilir bir yararı olmayan davacının davasının kabulünün 5233 sayılı Kanuna aykırı olduğu ileri sürülmektedir.
Davacı tarafından, 5233 sayılı Yasadaki kanun hükümleri; terör sebebiyle malvarlığından ayrı kalıp bu malvarlığı unsurlarından istifade edemeyen vatandaşların zararlarının karşılanması için malikleri oldukları ya da zilyetliklerinde bulundurdukları taşınmaz mal unsurlarının bulunması gerekmekte olup zarar tazmini konusunda yalnızca talep sahibinin mülkiyetinde bulunan malvarlıklarının hesap edilmesi bunun dışında mülkiyeti bir başka kişiye ait olmakla birlikte talep sahiplerince kullanılan taşınmazlarında sahiplerinin bir muvafakatnameyle rıza göstermeleri ve mükerrer ödemeye mahal verilmemesi şartlarıyla 5233 sayılı Kanun kapsamında tazminat ödenmesine konu olabileceklerinin değerlendirildiği, bir başka deyişle bir taşınmazın malikinin süresi içerisinde görevli komisyonlara yaptığı bir başvuru ve verilen bir ödeme bulunmadığı hallerde taşınmaz sahibinini zilyed lehine kendi taşınmazlarına ilişkin 5233 sayılı Kanun kapsamındaki tazminat ödenmesinden feragat etmesi halinde söz konusu tazminatın talep sahibi 3. Kişiye ödenmesinin mümkün olduğu, davacı müvekkilin babası … adına kayıtlı ve hisseli 13 taşınmazı 17/06/2003 tarihinde satış usulü ile tapuda kendi adına tescil ettirdiği, davacı müvekkilin davaya konu yerleri 2003’te tapuda adına tescilini sağlamadan evvelde araziler üzerinde zilyetliğinin bulunduğunu; her ne kadar yerel mahkemenin 13 adet taşınmazın 2003 yılında satın alındığı ve bu taşınmazlara ilişkin muvafakatların davaya konu idarenin işleminden sonra alındığını iddia ederek zararın tazmininin davacı müvekkile yapılamayacağına karar vermişse de bu kararın hukuka aykırı olduğu, muvafakatlerin amacının maliki olmadığı arazilerin uğradığı zararı malik yerine ve mükerrer ödemeye mahal vermeden tahsil etmek olduğu, bu bağlamda müvekkilimiz idare tarafından hatalı değerlendirme sonucu değerlendirmeye alınmayan yerlerin 2003 yılında satış usulüyle maliki olmasının yanında zaten öncedende zilyedi olmasından ötürü hak sahibi olduğu, ayrıca 13 adet taşınmaz hakkında eski malikin herhangi bir talebi olmadığı gibi kendisine de yapılmış herhangi bir ödeme bulunmazken ve davacı müvekkilede mirasçılar tarafından muvafakat verilmişken muvafakatlerin dikkate alınarak zarar tazminini müvekkile yapılamayacağına dair yerel mahkemenin kararı bozulması gerektiği, muvafakatın amacının malikin dışındaki zilyede ödeme yapılmasını sağlamak olduğu, bu sebeple 13 taşınmazın malikinin başvuru tarihinde (05/06/2006) davacı müvekkil olmasından dolayı bu yerlerin aktif ve pasifiyle devralana geçtiği nazara alındığında muvafakat gerektirmeyecek bir durumun olduğu halde muvafakat istenmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, ayrıca 5233 sayılı Kanunda muvafakatlerin ne zaman verileceğiyle ilgili kısıtlayıcı herhangi bir süre belirtilmemişken ve kısıtlama olarak sadece mükerrer ödeme yapılmaması şart koşulmuşken dava konusu işlem tarihini muvafakatlerin verilmesi için son süre olarak kabul etmenin hakkaniyete aykırı olduğu, yerel mahkemenin bu kararıyla davaya konu 13 taşınmazın zararı idare tarafından da kabul edilmişken ne davacı müvekkile ne de eski maliklere bu yerlerle ilgili herhangi ibir ödeme yapılmamasının da hakkaniyete aykırı olduğu, 13 taşınmaz ile ilgili zararın daavcı müvekkile tazmin edilmeyeceği ile ilgili kararın bozulması gerektiği ileri sürülmektedir.
KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davacı ve davalı idare tarafından savunma verilmemiştir.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ … DÜŞÜNCESİ : Dava konusu yere ilişkin 1989-2001 yılları arasında meydana gelen malvarlığı zararlarının talep edildiği, davaya konu 13 adet hisseli taşınmazın davacının babasından 2003 yılında satış yoluyla edinildiği, davalı idareye başvurunun 05.06.2006 tarihinde davacı tarafından yapıldığı, bu tarihte zarar gören taşınmazların olay tarihindeki malsahibi babanın hayatta olduğu ve kendi adına herhangi bir başvurusunun bulunmadığı, Zarar Tespit Komisyonu’nun 16.02.2010 tarihli kararında, 24.11.2008 tarihinde mahallinde yapılan keşif sonrasında bilirkişi raporlarına göre şahsın adına tapuda tescilli ve hisseli olan 13 adet taşınmazın bulunduğu, ilgili taşınmazların hissesi oranında … oğlu … adına tapuda tescilli iken 17.06.2003 tariihnde bedel karşılığında satış suretiyle ‘ın tasarrufuna geçtiği, köyün boş kalması nedeniyle ilgili yıllar arasında başvurucu adına kayıtlı taşınmazlardan elde edilmesi muhtemel gelir kaybının olmadığı, hasar tespitinin bulunmadığı değerlendirilerek talebin reddine karar verildiği görülmektedir.
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanunun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, “Bu Kanun, 3713 sayılı Kanunun 1’inci, 3’üncü, 4 ‘üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”; aynı kanunun Komisyonun görevleri başlıklı 5. maddesinin (a) bendinde; “a)Zarar görenin veya mirasçılarının başvurusu halinde bu Kanun kapsamına giren bir zararın bulunup bulunmadığını tespit etmek,” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu durumda kanunda terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle malvarlığı zararlarında zarar görenin veya mirasçısının başvurusunun kabul edildiği açıkça düzenlenmiştir.
Dava konusu olayda davacının 1989-2001 yılları arasında söz konusu malvarlığının hak sahibi olmadığı, her ne kadar zilyet olduğu iddiası olsa da mülkiyet varken sadece beyana dayalı zilyetlik iddiasının kabulünün mümkün olmadığı; zilyetlik iddiasının malvarlığı dosyalarında kadastro geçmeyen köylerde başvurucuların mağdur olmaması için zilyetlik belgesi ve keşif ile desteklendiği takdirde kabul edilmesinin Dairemiz içtihadı olduğu ancak dava konusu olaya bu halin uygun olmadığı, davacının babasından söz konusu 13 taşınmazı 2003 yılında satış ile iktisap ettiği, bu durumda davacının babasının 1989-2001 yılları arasındaki malvarlığı zararı için başvurusunun kabulünün mümkün olmadığı, ancak başvuru esnasında davacının mülkiyet hakkı sahibi olması nedeniyle babanın muvafakati ile başvurması halinde başvurusunun değerlendirilebileceği, dosyada bulunan dava dışı kardeşlerin 13 adet taşınmaz üzerinde herhangi bir hakları bulunmadığından muvafakatlerinin geçerli olmadığı bu nedenle davacı tarafın temyiz talebinin reddi, davalı tarafın temyiz talebinin kabulü ile iptale ilişkin mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY : Davacı dava konusu … İli, … İlçesi, … Köyü’nde bulunan, babası … mülkiyetinde bulunan 13 adet hisseli taşınmazı 17/06/2003 tarihinde bedel karşılığında satın almış, 05/06/2006 tarihinde bu malvarlığına ait 1989-2001 yılına ait zararlar için Zarar Tespit Komisyonu’na başvuruda bulunmuş, Zarar Tespit Komisyonu’nun 16/02/2010 tarih 2010/3-1664 sayılı kararı ile 24.11.2008 tarihinde mahallinde yapılan keşif sonrasında bilirkişi raporlarına göre köyün boş kalması nedeniyle ilgili yıllar arasında başvurucu adına kayıtlı taşınmazlardan elde edilmesi muhtemel gelir kaybının olmadığı, hasar tespitinin bulunmadığı değerlendirilerek talebin reddine karar verilmiştir.
Bunun üzerine davacı tarafından görülmekte olan iptal davası açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanunun “Amaç” başlıklı 1. maddesinde, “Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, “Bu Kanun, 3713 sayılı Kanunun 1’inci, 3’üncü, 4 ‘üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”; aynı kanunun Komisyonun görevleri başlıklı 5. maddesinin (a) bendinde; “a) Zarar görenin veya mirasçılarının başvurusu halinde bu Kanun kapsamına giren bir zararın bulunup bulunmadığını tespit etmek,” şeklinde düzenlenmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanunun yukarıda belirtilen hükümlerine göre terör ve terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle malvarlığı zararlarında başvuru sahibi olarak zarar gören veya mirasçısının kabul edildiği açıkça düzenlenmiştir.
Dava konusu olayda davacının babasına ait 13 adet hisseli taşınmazı 2003 yılında satış yoluyla iktisap ettikten sonra babasının 1989-2001 yılları arasındaki malvarlığı zararları için 05/06/2006 tarihinde Zarar Tespit Komisyonu’na başvuruda bulunması mümkün değildir. Kanun gereği tazminat başvurusunun zarara uğrayan tarafından yapılması gerekmektedir. Davacının 2003 yılında satış ile taşınmazlara sahip olması mülkiyet hakkından önceki dönemdeki tazminat hakkını kendisine vermemektedir. Davacı tarafından her ne kadar söz konusu taşınmazların mülkiyet hakkından önce zilyedliğinin de kendisinde olduğu iddia edilse de mülkiyet hakkının mevcut olduğu durumlarda zilyetlik iddiasının dikkate alınmayacağı açıktır.
İdare Mahkemesi tarafından yapılan ara kararın davalı idare tarafından bildirilen cevabına göre söz konusu taşınmazlar için davacıdan başka bir başvuru ve ödemenin söz konusu olmadığı, baba … nın da başvurusu bulunmadığı belirtilmiştir. Buna rağmen dosyada zarara uğrayan baba … tarafından davacının başvurusuna verilen bir muvafakatin bulunmadığı görüldüğünden 1989-2001 yılları arasında mülkiyet hakkı bulunmayan, taşınmazlar nedeniyle zararı da bulunmayan davacının başvurusunun reddinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Dosyada bulunan dava dışı kardeşlerin muvafakatlerinin dava konusu taşınmazlarda hisseleri bulunmadığı, dava konusu taşınmazların miras payına ilişkin olmadığı dikkate alındığında davacı yönünden herhangi bir geçerliliği zaten bulunmamaktadır.
Davacının başvuru dilekçesinde 4 dönüm sulu arazi, 13 parça 151 dönüm kuru arazi şeklinde başvurusu bulunsa da; dava dilekçesi ve temyiz dilekçesinde babasından satın aldığı 13 parça hisseli taşınmaz dışında ayrıca bir malvarlığı iddiasının bulunmadığı, dosyada kuru arazilere yönelik bilgi, belge de bulunmadığı görülmektedir.
Öte yandan, Mahkeme kararında davacının taleplerinin usulüne uygun keşifle incelenmesi gerektiği yönünde hüküm kurulsa da, dosyada 24.11.2008 tarihli keşif incelemesi yapıldığı, davacının babasından satın aldığı 13 hisseli taşınmaz dışında malvarlığı bulunmadığı tespiti olduğu, dava dilekçesinde davacının keşfe yönelik herhangi bir itirazı bulunmadığı; kaldı ki kadastro çalışmaları tamamlanmış yerlerde mülkiyet hakkı söz konusu iken tapu kayıtlarının esas alınması gerektiği, bu nedenle zilyetlik hakkının korunması mantığı ile öngörülen keşfe dayanılarak yeniden keşif yapılması gerektiği yolundaki mahkeme kararının bu kısmında da hukuka uyarlık görülmemiştir.
Bu itibarla, dava konusu işlemin iptali yönündeki Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1.2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davalının temyiz isteminin kabulüne, aynı maddeye uygun olmayan davacının temyiz isteminin reddine,
2. Dava konusu işlemin yukarıda özetlenen gerekçeyle iptaline ilişkin temyize konu … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28/02/2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY(X) :

İdare mahkemeleri tarafından verilen kararların temyiz yolu ile incelenerek bozulabilmeleri 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerden birinin bulunması halinde mümkündür.
İdare Mahkemesi’nce verilen karar, dayandığı gerekçe hukuk ve usule uygun olup bozulmasını gerektirecek bir sebep de bulunmadığından tarafların temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği oyuyla çoğunluk kararına katılmıyorum.