Danıştay Kararı 15. Daire 2015/1115 E. 2015/5043 K. 10.09.2015 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2015/1115 E.  ,  2015/5043 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2015/1115
Karar No : 2015/5043

Temyiz Eden (Davacı) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
İstemin Özeti : …. Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Acil Cerrahi Servisi tarafından ameliyata alınarak ince bağırsağının tamamı ve kalın bağırsağının yarısı alınan davacı yakını ….’nun, bağırsaklarının yetersiz kalması ve yeni bir tedaviye ihtiyaç duyması nedeniyle yurtdışında tedavisi için davalı idare ile hastane arasında gerekli yazışmalar yapılırken 24.09.2011 tarihinde vefat etmesi sebebiyle, davalı idarenin yazışmaları takip etmekte geciktiği ve bu sebeple tedavinin aksadığı iddiasıyla hizmet kusuru işlediğinden bahisle 40.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi olmak üzere toplam 540.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda; İdare Mahkemesi’nce, ölüm olayının 24.09.2011 tarihinde öğrenilmiş olduğu, bu durumda bir yıllık başvuru süresinin başlangıcının ölüm olayının gerçekleştiği tarih olacağı ve ölüm tarihinden itibaren en geç bir yıl içerisinde yani 24.09.2012 tarihine kadar davanın açılması veya bu süre içerisinde tazminat talebiyle idareye başvurulması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 24.01.2014 tarihinde idareye başvurup 18.04.2014 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesinin mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Tetkik Hakimi:
Düşüncesi : Dava; … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde ameliyata alınan davacı yakını ….’nun bağırsaklarının yetersiz kalması ve yeni bir tedaviye ihtiyaç duyması nedeniyle yurtdışında tedavisi için gerekli yazışmalar yapılırken 24.09.2011 tarihinde vefat etmesi sebebiyle, davalı idarenin yazışmaları takip etmekte geciktiği ve bu sebeple tedavinin aksamasına sebep olunduğu iddiasıyla hizmet kusuru işlediğinden bahisle 40.000 TL maddi ve 500.000 TL manevi olmak üzere toplam 540.000 TL tazminatın olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesi tarafından; ölüm tarihinden itibaren en geç bir yıl içerisinde yani 24.09.2012 tarihine kadar davanın açılmadığı veya bu süre içerisinde tazminat talebiyle idareye başvurulmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.
İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir olayı, bir tutumu; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları anlatır.
Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.
Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak gene de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu, yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.
Aynı Yasanın “Doğrudan Doğruya Tam Yargı Davası Açılması” başlıklı 13. maddesi 1. fıkrasında, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu; bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava açma süresinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.
Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13 üncü maddesinde öngörülen sürenin eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kullanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.
Hak arama özgürlüğü, haklarının ihlal edildiğini ileri süren bireylerin, ihlalin durdurulması ve olumsuz etkilerinin giderilmesi maksadıyla yetkili makamlara başvurma hakkını ihtiva etmektedir. Bu sebeple hak arama özgürlüğünü yalnızca mahkemelere başvurma hakkıyla sınırlamamak gereklidir. Zira ihlalin niteliği de göz önüne alındığında, ihlalin olumsuz etkilerinin giderilmesi yolunda bir karar verebilecek idari makama da başvuru yapılabilecektir. Nitekim Anayasanın 40. maddesi ile “ Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir. ” hükmü bu durumu destekler nitelikte olan temel normlardandır.
Usul kurallarının hakkı kullanılamaz hale getirmemesi gerektiğini vurgulayan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; ” … mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği…” belirtilmektedir.
Dosyadaki bilgi ve belgeler incelendiğinde;
1 – Davacı yakını 16.07.2011 tarihinde …. Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde ameliyat edilmiş, ameliyatla ince bağırsağının tamamı ve kalın bağırsağının yarısı alınmıştır.
2 – Hasta 22.07.2011 tarihinde kaldığı yoğun bakım ünitesinde servise alınmış ve damar yoluyla beslenmeye başlamıştır.
3 – 19 yaşında ve beklenen yaşam süresi uzun olan hastanın ömür boyu damardn beslenmesi mümkün olmadığından, hastane tarafından 08.08.2011 tarhinde sağlık kurulu başkanlığına başvurularak bağırsaklarının yetersiz kalması ve yeni bir tedaviye ihtiyaç duyması nedeniyle yurtdışında(Üniversity of İllionis at Chicago, Departmant of Surgery, Division of Transplant) tedavisi için davalı ile gerekli yazışmalar yapılmaya başlanmıştır.
4 – Yazışmalara 20.09.2011 tarihinde yanıt veren davalı ; ” … Daha önce benzer bir tedavinin SGK tarafından Birmingham Children’s Hospital – İngiltere’de daha az bedel ödenerek yaptırıldığını, kamu zararı oluşmaması için hastanın tedavisinin İngiltere’de yapılması için sağlık kurulu raporu hazırlanması, yazışmaların yeniden yapılması gibi süreçlerin yeniden yapılması gerektiğini … ” belirtmiştir.
5 – Bunun üzerine hastane tarafından tedavinin İngiltere’de yapılması yönünde cevabi yazıda belirtilen düzenlemeler yapılmış ve 22.09.2011 tarihinde öncelikle Sağlık Kurulu Başkanlığı’na yeniden başvurulmuştur.
6 – Hasta bu başvuran 2 gün sonra yani 29.09.2011 tarihinde vefat etmiştir.
7 – Davacı baba, 27.09.2013 tarihinde Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuş ve sağlık kurulu raporunun hazırlanması ve gelişen süreçte SGK ile yazışmalarda ihmalkar davranıldığı, çocuğunun ölüme terk edildiğini ileri sürmüş, sorumluluların cezalandırılmasını talep etmiştir.
8 – Davacı baba, 24.01.2014 tarihinde davalı idareye başvurmuş ve davalı idarenin yazışmaları takip etmekte geciktiği ve bu sebeple tedavinin aksadığı iddiasıyla hizmet kusuru işlediğinden bahisle tazminat talebinde bulunmuştur.
9 – Başvuruya 24.03.2014 tarihli yanıt verilmiş ve tazminat talebi reddedilmiştir. Bunun üzerine 08.04.2014 tarihinde bakmakta olduğumuz dava açılmıştır.
Dava konusu olayda tazminat talebinin gerekçesini, yapılan yazışmalardaki gecikme ve bu suretle sebep olunduğu ileri sürülen tedavide gecikme iddiası oluşturmaktadır. Bu bakımdan tıbbi uygulamalardan ziyade yazışmalarda yaşanan gecikme sonucu oluştuğu ileri sürülen zarara sebep olan eylemin; idarenin eylemi yahut eylemsizliğinden kaynaklandığının öğrenildiği tarih dava açma/tazminat başvurusu süresinin başlangıcında öncelikli rol oynamaktadır.
Yukarıda eylemin idariliği kavramı açıklandığı üzere; bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.
Bakmakta olduğumuz davada suç duyurusunda bulunma tarihine kadar idarece idari bir soruşturma yapılmadığı gibi adli makamlarca da herhangi bir soruşturmanın yapılmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda meydana gelen zararın idarenin eylemi ya da eylemsizliğinden kaynaklandığının yani eylemin idariliğinin ortaya çıkmasını beklemek ve bu süreçte dava açma süresini işletmek hak arama hürriyetine aykırı olacaktır. Nitekim meydana gelen zararın, idarenin eylemi yahut eylemsizliğinden kaynaklandığının bilinmesi her insan bakımından da farklılık gösterebilecek bir durumdur. Çünkü meydana gelen durumdaki karmaşa ve konunun teknik oluşu, konunun uzmanı olunmayışı ayrıca kurumlar arası yazışmalar gibi davacının müdahil olamayacağı karmaşık bürokratik işlemler, işleyecek sürenin kişiden kişiye değişebileceğini göstermektedir.
Bu durumda eylemin idariliğinin ortaya çıkma yahut kesin olarak bilinmesini herhangi bir soruşturma yapılmaksızın ya da yeni bir rapor ortaya çıkmaksızın davacılardan beklemek yanlış olacaktır.
Nitekim Danıştay 15. Dairesi tarafından E:2013/3335 sayılı dosyada benzer bir durumla alakalı olarak verilen karar şöyledir; ” … Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, davacının ameliyat sonucu damar zedelenmesi nedeniyle uğranılan bedensel zarar olduğuna göre, bu zarara neden olan eylemin, davalı idare personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, davacının bedensel zararına neden olduğu öne sürülen doktorun yargılanması sonucu ortaya çıkacağından, davacı vekili tarafından bedensel zarara yol açan ameliyatı yapan doktor hakkında yapılan 18.09.2008 tarihli şikayet başvurusu neticesinde açılan ceza soruşturmasının sonuçlanması önem arz etmektedir.
Bu itibarla, zarar doğurucu eylemin ne olduğunu ve idareye atfedilebilir (eylemin idariliği) olduğunu, 18.09.2008 tarihi itibariyle öğrendiğinin, dolayısıyla bu tarihten itibaren 2577 sayılı Kanunun 13. maddesi uyarınca 1 yıllık sürenin bu tarihte başladığının kabulü gerekmektedir.
Buna göre, davacının, eylemi ve eylemin idareye atfedilebilir olduğunu öğrendiği 18.09.2008 tahinden itibaren 1 yıl içinde, 15.05.2009 tarihinde idareye yaptığı başvurunun reddi üzerine 03.07.2009 tarihinde açtığı davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir. ”
Yapılan tüm bu açıklamalar ışığında; davacı baba, tarihinde tarafından İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunma tarihi olan 27.09.2013’ün eylemin idariliği tarihi olarak kabulü gerekecektir. Bu kapsamda idareye yapılan 24.01.2014 tarihli tazminat başvurusunun ve 24.04.2014 tarihinde açılan davanın süresinde olduğu anlaşılacaktır.
Açıklanan nedenlerle süresinde açıldığı anlaşılan dava hakkında esasa ilişkin bir karar verilmesi gerekirken, davayı süre aşımı nedeniyle reddeden İdare Mahkemesi kararında hukuka uygunluk bulunmadığından mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek, gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “kararın bozulması” başlıklı 49. maddesinin 1. fıkrasında; temyiz incelemesi sonucu Danıştayın; a) Görev ve yetki dışında bir işe bakılmış olması, b) Hukuka aykırı karar verilmesi c) Usul hükümlerine uyulmamış olunması sebeplerinden dolayı incelenen kararı bozacağı kuralına yer verilmiştir.
Dosyadaki belgeler ile temyiz dilekçesindeki iddiaların incelenmesinden, temyiz istemine konu kararın bozulmasını gerektirecek yasal bir sebebin bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin reddine,…. İdare Mahkemesi’nin … günlü, E:…; K:… sayılı kararının ONANMASINA, dosyanın Mahkemesine gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 10/09/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.