Danıştay Kararı 15. Daire 2014/2009 E. – K. 01.04.2014 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2014/2009 E.  ,  / K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ON BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2014/2009
Karar No : 2015/8086

Karar Düzeltme İsteminde Bulunan (Davacı) : Mirasçıları …, …(…), …, …, …, …, …, …, … ve …
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili : Av.

İstemin Özeti :Danıştay Onbeşinci Dairesi’nin 12/06/2013 tarih ve E:2013/7608, K:2013/4535 sayılı kararının, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54. maddesi uyarınca düzeltilmesi istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Savunma verilmemiştir.
Düşüncesi :Karar düzeltme isteminin kabul edilerek Mahkeme kararının buzulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip dosyadaki belgeler incelendikten sonra karar düzeltme talebi hakkında gereği görüşüldü:
Kararın düzeltilmesi istemine ilişkin dilekçede ileri sürülen sebepler 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 54’üncü maddesinin 1’inci fıkrasının (c) bendi hükmüne uygun bulunduğundan karar düzeltme istemi kabul edilerek Danıştay Onbeşinci Dairesi’nin 2/06/2013 tarih ve E:2013/7608, K:2013/4535 sayılı kararı ortadan kaldırılarak davacının temyiz istemi yeniden incelendi.
Dava; davacının, ikamet ettiği … İli, … İlçesi, … Köyü, … Mezrası’nda meydana gelen terör olayları nedeniyle anılan mezradan göç etmek zorunda kaldığından bahisle, uğradığı zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilmesi için yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesince; davacının terör olayları nedeniyle terk ettiğini ileri sürdüğü … Köyü, … Mezrası’nın, Jandarma tarafından düzenlenen listelerde “kısmen boşaldığının” belirtildiği; köy nüfusunun 1990, 1997 ve 2000 yıllarında sırasıyla 1.076, 922 ve 1.283 kişi olduğu, … İlçe Seçim Kurulu’nun yazısında, aralarında davacının ikamet ettiği yerin de bulunduğu köylerde 1990-2000 yılları arasında muhtarlık seçimlerinin yapıldığının belirtildiği; bu veriler birlikte değerlendirildiğinde, davacının ikamet ettiği yerleşim yerinin terör olayları nedeniyle tamamen boşaltılmadığı anlaşıldığından, mal varlığına ulaşamaması nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında davalı idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da belirtildiği gibi, hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Anayasa’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır.
Öte yandan “Anayasanın Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında: “Usulüne göre yürürlüğe konul… milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konul… temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralıyla, usulüne göre yürürlüğe konul… uluslararası andlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenerek, bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda, uluslararası andlaşma kurallarının esas alınması anayasal gerekliliktir.
20.03.1952 tarihinde kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol Türkiye tarafından 19.03.1954 tarihinde onaylanmıştır. Anılan Protokolün Mülkiyetin Korunması başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” kuralı yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi …/Türkiye kararında (Başvuru No:48939/99), başvurucu …’ın …’daki Ümraniye çöplüğünün 1993 yılında patlaması sonucu ailesinden 9 kişiyi yitirmesi ve gecekondusunun yıkılması olayında, mülkiyet hakkını koruma bakımından da devletin “pozitif ödevi” bulunduğuna işaret etmiş; Büyük Dairenin 30.11.2004 tarihli anılan kararının 134. paragrafında ise: İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması’na İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokolün 1. maddesi uyarınca açık bir şekilde ortaya konan ilkeyi yinelediği (Bielectric Srl/ltalya kararı, sayı:36811/97, 4 Mayıs 2000), bu madde ile koruma altına alınan hakkın samimi, etkin bir şekilde kullanılabilmesinin yalnızca Devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmadığı; özellikle başvuranın meşru olarak makamlardan bekleyebileceği önlemler ile mülklerinden etkin bir şekilde faydalanabilmesi arasında doğrudan bir bağ olduğu durumlarda pozitif koruma önlemleri gerektirebileceği şeklinde ifade etmiş olup, yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi taşınmazdan faydalanma, kullanma, yaşamanı devam ettirme gibi fiili tasarrufları mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
27.7.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun’nun 1.,3. ve 4. maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddi zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsadığı belirtilmiş; aynı maddenin ikinci fıkrasının (e) bendinde, kişilerin kendi kasıtları sonucunda oluşan zararların (f) bendinde ise, 3713 sayılı Kanunun 1., 3. ve 4. maddeleri kapsamındaki suçlar ile terör olaylarında yardım ve yataklık suçlarından mahkum olanların bu fiillerinden dolayı uğradıkları zararların Kanun kapsamında bulunmadığı hükme bağlanmış, 7. maddesinde ise yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde uğranılan zarar ile tedavi ve cenaze giderleri, bu Kanuna göre sulh yoluyla karşılanabilecek zarar kalemleri arasında sayılmıştır.
5233 sayılı Kanunun genel gerekçesinde “Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. … Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakârlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. … İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. … Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, terör eylemlerinin ülkemizde yoğun olarak yaşandığı (olağanüstü hal ilan edilen) 19.7.1987 tarihi ile 30.11.2002 tarihi arasında, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması ….amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” şeklinde ifade edilmiştir.
5233 sayılı Kanun kapsamında malvarlığına ulaşamama nedeniyle uğranılan bir zarardan söz edebilmek için, yerleşim yerinin tamamen boşalmış/boşaltılmış olması gerekmektedir. Çünkü yerleşim yerinin kısmen boşalmış/boşaltılmış olması durumunda o yerleşim yerinde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanağını sağlayan asgari güvenlik şartlarının idarece yerine getirilmiş olduğu sonucuna varılmaktadır. Böyle bir durumda da kişinin her zaman malvarlığına ulaşabileceği açık olduğundan, 5233 sayılı kapsamında artık uğranılan bir zarardan söz edilemeyeceği tabiidir.
Ancak, yerleşim yeri kısmen boşalmış/boşaltılmış veya hiç boşalmamış/boşaltılmamış olsa bile, kişinin kendisine veya ailesine yönelik bir terör saldırısı meydana gelmişse ya da ciddi, somut ve açık bir tehdit varsa ve bu nedenle de yerleşim yeri terkedilerek malvarlığına ulaşılamama söz konusuysa oluşan zararın da 5233 sayılı Kanun Kapsamında tazmin edilmesi gerekir.
Dava dosyasının incelenmesinden; davacı vekili tarafından, davacının ikâmet ettiği … Köyü, … Mezrası’ndan bölgede yaşanan terör olayları ve terör saldırılarından dolayı yaşamlarının tehlikeye girmesi nedeniyle göç etmek zorunda kaldığı, göç sonucu taşınır, taşınmaz malvarlığı ile yoksun kalınan malvarlığı zararının bulunduğu belirtilerek 5233 sayılı Kanun uyarınca tazminat talebine ilişkin başvurusunun, “köyün boşalmadığı, şahsına yönelik saldırı olmadığı, korucu aileleri dışında köyde ikâmet eden vatandaşların da bulunduğu” sebebiyle reddedilmesi üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davada, 06.06.1993 günü saat 22:00 sıralarında terör örgütü mensuplarınca yapılan saldırı neticesinde,…,…,… ve…’nin hayatlarını kaybettiği,…,… ve…’nin ise yaralandığı saldırının davacılar murisinin akrabalarının evine yapıldığı, saldırıda ölen…’nin 12.12.1988 doğumlu olan davacılar murisinin kardeşinin çocucuğu olduğu, ayrıca 3 akrabasının öldürüldüğü, Köyden göç ederek … iline akrabalarının yanına sığındığı, 2003 yılında geri döndüğünde evinin eşyalarıyla birlikte yakıldığı, meyve ağaçlarının zarar gördüğü gerekçesiyle, uğradığı zararın tazmini istemiyle yapılan 06.09.2006 tarihli başvuru neticesinde yapılan keşifte düzenlenen ifade tutanaklarında, davacının 1993 yılında Köyü terk ettiği, 2003 yılında tekrar geri döndüğü, 1993 yıllarında terör olaylarından zarar gördüğünün beyan edildiği, teröre yardım ve yataklıktan mahkumiyetinin bulunmadığı, söz konusu tutanakların muhtar tarafından imzalandığı anlaşılmaktadır.
Bu çerçevede, ikamet ettiği yerleşim yerinden ayrılan bireylerin, kendisine veya yakınlarına yönelik gerçekleştirilmiş olan terör saldırısına ya da bu kapsamdaki ciddi bir tehdide bağlı olarak yerleşim yerini terketmek zorunda kalmaları nedeniyle malvarlıklarına ulaşamamalarından kaynaklı zararların da güvenlik kaygısına dayalı gerçekleşmiş zarar kapsamında değerlendirilmesi ve 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanması gerekmektedir.
Buna göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 nolu Protokol ile düzenlenmiş olan mülkiyet hakkı ile yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yukarıda aktarılan …/Türkiye kararında ve Bielectric Srl/İtalya kararı ve Anayasa Mahkemesi’nin 16.07.2014 tarihli 2013/2744 nolu bireysel başvuru sonucu verilen kararında belirtilmiş olan ilkeler dikkate alındığında, ayrıca 5233 sayılı Kanunun, kişilerin gerek mülkiyetlerindeki gerekse zilyetliklerindeki taşınır ve taşınmaz mallar dolayısıyla uğradıkları zararların tazminini kapsadığından, davacıların yakınlarına ve … ailesine yönelik terör örgütü elemanlarınca gerçekleştirilen terörist saldırılar nedeniyle köyden göç ettiğinden malvarlığına ulaşamaması nedeniyle uğradığı zarar başvurusunun 5233 sayılı Kanun Kapsamında değerlendirilmek suretiyle, davalı idarece, davacılara ait mal varlığının olup olmadığı, varsa malvarlığına ulaşılıp ulaşılmadığı, ulaşılmadıysa davacılara yönelik tehditin ortadan kalktığı tarihe kadar uğranılan zararın hesaplattırılarak, mal varlığından herhangi bir şekilde sağlanan yarar da göz önünde bulundurulmak suretiyle bir karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve incelemeye dayalı olarak tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık, davanın reddi yolunda verilen Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 16.07.2014 tarihli 2013/2744 nolu bireysel başvuru sonucu verilen kararında: “Esasen taleplerin yapıldığı bölge itibarıyla özellikle ekonomik ve sosyal nedenlerle yaşanan göç olayları ve bundan kaynaklanan zararların yoğunluğu karşısında, 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmin edilebilecek zararların tespitinde temel alınacak objektif bir ölçütün ihdas edilmesi zorunlu gözükmektedir. Bu kapsamda, güvenlik kaygısının yerleşim yerinde sürekli yaşayan kişilere ve sözü edilen kaygı nedeniyle aynı yerleşim yerini terk eden kişilere göre değişmemesi gereğinden ve terör olayları nedeniyle toplumda oluşan korku ve endişe karşısında her bireyin farklı tepki göstermesinin mümkün olduğu gerçeğinden hareket eden yargısal makamlar, kişiden kişiye değişebilen bir duygu olan güvenlik kaygısının yukarıda belirtildiği şekilde nesnel bir ölçüte dayandırılmasını zorunlu görerek, güvenlik kaygısına dayanılarak bir yerleşim yerinin kısmen boşalmış olması halinde, 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararların idarece ödenmesine yasal olanak bulunmadığı ilkesini benimsendiği, bununla birlikte, başvurucu tarafından geçici köy korucusu olan babasının terör örgütü mensuplarınca öldürülmesi ve kendisinin de aynı olay kapsamında yaralanması vakasının, mukim olduğu köyü ailesiyle birlikte güvenlik kaygısı nedeniyle terk ettiğine dayanak olarak gösterildiği, belirtilen hususa ilişkin olarak … köyü ve mezralarında meydana gelen terör olaylarına ait liste ile terör örgütü mensuplarınca … Köyü geçici köy korucularının evlerine yönelik olarak gerçekleştirilen silahlı saldırı olayını içeren 7/10/1993 tarihli jandarma olay yeri tespit tutanağı ve … 3 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin … tarih ve … sayılı kararının ibraz edildiği, belirtilen kararda eski köy korucusu olan babasının öldürülmesi ve kendisinin yaralanması eyleminin bir kısım sanıklarca terör örgütü mensuplarının talimatları sonucu gerçekleştirildiği tespitlerine ve sanıkların bu kapsamda mahkumiyetlerine karar verildiği belirtilerek, güvenlik kaygısıyla köyünü terk ettiğinin ve bu çerçevede oluşan zararının 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiğinin ileri sürüldüğü anlaşıldığı, başvurucunun kendisi ve ailesinin terör eylemleri ve bundan doğan kaygı nedeniyle köylerini terk ettikleri yönündeki iddiası ile en yakın aile fertlerinden olan babasının terör örgütü mensuplarınca öldürüldüğü ve kendisinin de aynı olay kapsamında yaralandığı hususunda, köyünde meydana gelen terör olaylarına ait liste ile terör örgütü mensuplarınca köyde geçici köy korucularının evlerine yönelik olarak gerçekleştirilen silahlı saldırı olayını içeren jandarma olay yeri tespit tutanağı ve Devlet Güvenlik Mahkemesinin kararı ile de tevsik edilen tespitler karşısında, başvurucunun talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilebilmesi için, yerleşim yerini terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle terk edip etmediği noktasında farklı bir karine veya ölçüt arayışına girilmesi, söz konusu Kanun’un amacının yanı sıra, babası terör örgütü mensuplarınca öldürülen, kendisi de yaralanan başvurucunun yerleşim yerini terör olaylarından kaynaklanan güvenlik kaygısı ile terk ettiği açık olan maddi vakıanın gelişim tarzına da uygun görülmemekle, yukarıda yer verilen tespitlere rağmen (§§ 68-78) yargılamaya bütün olarak bakıldığında başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerektiği” yönünde kararı bulunmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 26/11/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.