Danıştay Kararı 15. Daire 2013/4525 E. 2016/79 K. 21.01.2016 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2013/4525 E.  ,  2016/79 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2013/4525
Karar No : 2016/79

Temyiz Eden (Davacı) :
Vekili :

İstemin Özeti : … 11. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının, hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.
Danıştay Tetkik Hakimi
Düşüncesi : Adli Tıp Kurumu raporunda, iş kazası sonucu ayak parmakları ezilen ve kaldırıldığı … Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tedavisi yapılıp gönderildikten sonra ayak parmakları kesilen davacıya, başlangıçta uygulanan antibiyotik tedavisinin aneorob ajanların da yer alabileceği enfeksiyonlarda kısmen yetersiz kalabileceği, ortopedik sorunun ön planda ve belirleyici olduğu belirtilen bu olguda, bu antibiyotik kombinasyonunun sonuca önemli bir etkisinin olmayacağı belirtilmiş ise de; sağlık hizmetlerinde erken teşhis ve tedavinin önemi dikkate alındığında, bu durumun davacıda tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacının maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği düşüncesiyle, temyiz istemine konu Mahkeme kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı ile reddedilen maddi tazminat için nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının bozulması, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce, dosyanın tekemmül ettiği görüldüğünden yürütmenin durdurulması talebi görüşülmeden, 2577 sayılı Kanunun 17. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca duruşma istemi yerinde görülmeyerek, tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; bir inşaatın yıkım işinde çalışırken inşaatın çökmesi sonucu sol ayak parmaklarından ikisi ezilen ve kaldırıldığı … Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan tedavi sonrasında parmakları kesilen davacı tarafından, gerekli özen ve bakımı göstermeyen idarenin eyleminden sorumlu olduğu belirtilerek, 15.000,00-TL maddi ve 15.000,00-TL de manevi olmak üzere toplam 30.000,00-TL tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
… 11. İdare Mahkemesi’nce, Adli Tıp Kurumu raporu uyarınca, davacının sol ayak parmaklarından ikisinin kesilmesi olayında, hastanede yapılan tetkik, tedavi yöntemi ve tıbbi müdahelelerde idareye yüklenebilecek hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varıldığından, olay nedeniyle, davacının maddi ve manevi zararlarının davalı idare tarafından tazmin edilmesine hukuken olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Temyize konu Mahkeme kararının, davanın reddine ilişkin kısmı ile reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden davalı idare lehine maktu vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmında 2577 sayılı 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, davacının bu kısma yönelik temyiz istemi yerinde görülmemiştir.
Temyiz istemine konu Mahkeme kararının, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davalı idare lehine nispi vekalet ücreti ödenmesi ile ilgili kısmına gelince, bu hususun davanın açıldığı tarihteki hukuksal düzen, davacıların içinde bulundukları maddi koşullar ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde irdelenmesi gerekmektedir.
İdari eylemlerden doğan zararın miktarı olayın meydana geldiği anda tam olarak bilinmeyebilir. Uyuşmazlığın çıktığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu, tam yargı davalarında fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunundaki gibi bir ıslah müessesine yer vermemiştir. Bu nedenle, davacılar hak kaybına uğramamak için açtıkları tam yargı davalarında çoğunlukla müddeabihi yüksek tutmaktadırlar.
Bu davada da aynı durum söz konusudur.
02/11/2011 tarih ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin (KHK) 14. maddesi ile; “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” hükmü yürürlüğe konulmuştur.
Anılan maddedeki “hukuk birimi amirleri, hukuk müşavirleri, muhakemat müdürleri” ibarelerinin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen ve 23/11/2013 tarih ve 28830 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Anayasa Mahkemesinin 06/06/2013 tarih ve E: 2011/145, K: 2013/70 sayılı kararı karşısında, söz konusu KHK hükmünün meşru olduğu açıktır.
Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesinin 3. fıkrasında, avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükmü yer almaktadır.
Bu nedenle, 659 sayılı KHK.’nın yürürlüğünden önce açılan davada hüküm tarihinde anılan KHK.nın yürürlüğe girmiş olması nedeniyle, davanın kısmen veya tamamen reddi halinde, davalı Bakanlık lehine vekalet ücretine hükmedilecektir.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifelerine göre, maddi ve manevi tazminat istemleri hakkında verilecek kararlarda vekalet ücretleri ayrı ayrı hesaplanacaktır.
Bu hukuksal durum ve müddeabihin yüksek tutulmasına neden olan usule ilişkin engel bir arada ele alındığında, davalı Bakanlığa karşı açılan davanın kısmen veya tamamen reddi halinde, davayı açarken böyle bir ihtimali öngörmesi mümkün olmayan davacının ödemek zorunda kalacağı vekalet ücreti, mahkemeye erişim hakkına engel olabilecek derecede ölçüsüz bir miktara ulaşmıştır.
Öte yandan, davacının maddi durumlarının böyle bir davanın yükünü taşımaya elverişli olmaması nedeniyle adli yardım talebinde bulunduğu ve bu yöndeki talebinin Mahkemece kabul edildiği dosyadan anlaşılmaktadır.
Yukarıda belirtilen hukuki ve maddi veriler karşısında, Mahkeme kararındaki, davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilmesiyle ilgili kısmın “adil yargılanma” ilkesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmektedir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“ Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” Bu metinde, adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği açık olarak belirtilmemiştir. Ancak somut olayın koşullarının bu hak karşısındaki durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz (AYM, 01.11.2012 tarih, E.2010/83, K.2012/169 sayılı karar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkın sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir ( Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28.05.1985, § 57).
Anayasa’nın 13. maddesi, temel hak ve hürriyetlerin, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabileceğini, bu sınırlamaların, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağını düzenlemektedir.
Hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden davacı aleyhine 1.800,00-TL nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi, mahkemeye erişim hakkına bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir. Bu sınırlamanın yasal dayanağı bulunmaktadır ve meşrudur. Ancak bu miktarın ölçülü olup olmadığının değerlendirilmesi de gerekmektedir. Bu değerlendirme de yukarıda belirtildiği gibi, hukuki ve maddi veriler gözönünde tutularak yapılmalıdır.
Yukarıda açıklandığı gibi, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı Kanunda tam yargı davalarında fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya müddeabihin dava açıldıktan sonra artırılmasına olanak sağlayan “ıslah” müessesine yer verilmemişti.
11/04/2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 4. maddesi ile, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına;
“Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir.” cümlesi eklenmiştir.
Yine, 6459 sayılı Kanunun 5. maddesi ile, 2577 sayılı Kanuna Geçici 7. madde olarak; “ Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” hükmü eklenmiştir.
Bu değişikliğin davacının açtığı davanın koşulları açısından bir yararı bulunmamaktadır. Çünkü dava reddedilmiştir.
Davanın açıldığı tarihte mevzuatta yer almayan, hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için vekalet ücreti ödenmesine yönelik 659 sayılı KHK hüküm tarihinde yürürlüktedir. Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca da temyiz istemine konu kararla davalı Bakanlık vekili için reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 1.800,00-TL vekalet ücreti ödenmesi hüküm altına alınmıştır.
Davacı, uyuşmazlık tarihinde idari yargılama usulüne ilişkin mevzuatın fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmasına veya ıslaha izin vermemesi nedeniyle, davayı açarken dava miktarını yüksek göstermek zorunda kalmıştır. Mevzuatın neden olduğu bu çaresizlik, davacının öngöremeyeceği 659 sayılı KHK ile oluşan hukuki ortam, davanın reddine karar verilmesi nedeniyle, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan davacı aleyhine 1.800,00-TL vekalet ücretine hükmedilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu sonuç, vekalet ücreti yönünden mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama oluşturmaktadır.
Öte yandan, 11.04.2013 tarih ve 6459 sayılı İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 24. maddesi ile, 6100 sayılı Kanunun 339. maddesine eklenen fıkrada;
“ Adli yardım kararından dolayı Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece açıkça anlaşılırsa, mahkeme, hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilir.” Hükmü yer almaktadır.
Maddede her ne kadar Devletçe ödenen veya muaf tutulan yargılama giderlerinden bahsedilmekte ise de, davanın reddine karar verilmesi halinde, adli yardımdan yararlanan bir davacı aleyhine hükmedilecek vekalet ücretinin miktarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekmektedir.
Somut olayda maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiş olması nedeniyle, adli yardım istemi kabul edilmiş olan davacı aleyhine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 1.800,00 TL nispi vekalet ücretine hükmedilmesi, bu açıdan da mahkemeye erişim hakkına ölçüsüz bir sınırlama olarak değerlendirilmelidir. Bu nedenle de Anayasa’nın 36. ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesine aykırılık oluşturmaktadır.
Bu durumda, İdare Mahkemesince reddedilen maddi tazminat miktarı için de davalı idare vekili için temyize konu Mahkeme kararının verildiği tarihte yürürlükte olan (25/11/2011) Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca davacının temyiz isteminin kısmen kabulüyle … 11. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden nispi vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin kısmının BOZULMASINA, temyiz isteminin kısmen reddiyle Mahkeme kararının diğer kısımlarının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21/01/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY:

Uyuşmazlık, davacının uğradığı iş kazası sonucu sol ayak 1 ve 2. parmaklarındaki kırığın hatalı tedavi nedeniyle enfeksiyon kapması sonucu ayak parmaklarının ampute edilmesi nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü zararının tazmini isteminden doğmuştur.
Davacı, 10.04.2007 tarihinde uğradığı iş kazasında, sol ayak parmaklarından ikisinin parçalı olarak kırılması sonucu, davalı İdareye bağlı Hastaneye kaldırılmıştır.
Burada yapılan muayenede, sol ayak 1. ve 2. parmaklarda distal falanksta parçalı kırık ve sol ayak medial arkta 1. metatars hizasından 10 cm. ve 1. parmak distal falanksta tırnak yatağı boyunca kesi tespit edilmiştir. Dosyada mevcut konsültasyon raporuna göre, hastanın yarasına serum fizyolojik uygulanmış, sütüre edilmiş, kısa bacak atele alınarak sefazol ile gentamisin yapılarak acil cerrahi ortopedik girişime gerek görülmemesi nedeniyle, elevasyon, dolaşım takibi ile 1. ve 5. günde poliklinik kontrolüne gelmesi önerilerek aynı gün taburcu edilmiştir.
Davacı, 17.04.2007 tarihinde, sol ayakta şişlik ve renk değişikliği şikayetiyle aynı Hastaneye yeniden başvurmuş, bunun üzerine 19.04.2007 tarihinde yatışı yapılmıştır. Ayak sırtında nekroz ve akıntı tespit edilen davacı, 20.04.2007 tarihinde taburcu edilirken ilaç yazılmış ve 5 günde bir ortopedi poliklinik kontrolüne gelmesi, haftalık enfeksiyon hastalıkları poliklinik kontrolü yaptırması, her gün pansuman yaptırması ve ilaçlarını kullanması önerilmiştir.
Dosyada mevcut bilgi ve belgelere göre, davacı aynı Hastaneye 25. 04.2007 tarihinde de kontrol amacıyla başvurmuştur.
Davacı daha sonra 07.05.2007 tarihinde, kazaya uğrayan parmaklarında morluk şikayetiyle özel bir hastaneye başvurmuştur. Bu hastaneden yapılan tetkikler sonunda sol ayak 1. parmak proksimal falankstan ampute edilmiş, 2. parmak ise MP eklemden dezartiküle edilmiş, davacı 08.05.2007 tarihinde de taburcu edilmiştir.
Olay hakkında düzenlenen Adli Tıp İhtisas Kurulunun 26.11.2010 tarih ve 10516 sayılı raporunun “sonuç” bölümünde, başlangıçta verilen sefazol ile gentamisin tedavisinin anaerob ajanların (normalde oksijenli ortamda gelişme ve üremesine karşın, oksijensiz koşullarda da gelişip üreyebilen mikroorganizma) da yer alabileceği bu tür enfeksiyonlarda yetersiz kalabileceği belirtildikten sonra, ortopedik sorunun ön planda ve belirleyici olduğu belirtilen bu olguda, bu antibiyotik kombinasyonunun sonuca önemli bir etkisinin olmayacağı belirtilmektedir.
Yerel Mahkeme Adli Tıp İhtisas Kurulu Raporunu yeterli görerek davanın reddine karar vermiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmektedir.
Yukarıda kısaca safahatı anlatılmaya çalışılan süreçte, davalı İdareye bağlı Hastanede 10.04.2007 – 25.04.2007 tarihleri arasında davacının tedavi edilmeye çalışıldığı görülmektedir.
Adli Tıp İhtisas Kurulu raporunda, anaerob ajanların (normalde oksijenli ortamda gelişme ve üremesine karşın, oksijensiz koşullarda da gelişip üreyebilen mikroorganizma) da yer alabileceği bu tür enfeksiyonlarda başlangıçta verilen sefazol ile gentamisin tedavisinin yetersiz kalabileceği açıkça belirtilmektedir. Davacının tedavisinde bunun öngörülmemesi bir eksikliktir. Adli Tıp İhtisas Kurulu da bu eksikliği tespit etmektedir. Ancak, raporda, olayda ortopedik sorunun ön planda ve belirleyici olması nedeniyle, bu antibiyotik kombinasyonunun sonuca önemli bir etkisinin olmayacağı belirtilmektedir.
Raporda; “hastanın geçirdiği travmanın yüksek enerjili olması, yaralanmanın açık kırık ile sonuçlanması, ve ekstremite uçlarında meydana gelmesi, açık kırıklar sonrası görülen enfeksiyonun yerinde ve uygun tedavi edilse bile amputasyonla sonuçlanabilecek beklenebilir bir komplikasyon olması göz önüne alındığında, bu tip travmalara bağlı gelişen komplikasyonlar neticesi oluştuğu” belirtilmektedir.
Raporda yer alan, ” …açık kırıklar sonrası görülen enfeksiyonun yerinde ve uygun tedavi edilse bile…” ifadesi, başlangıçta sağlık hizmetinin kusurlu işlediğini açıkça göstermektedir. Çünkü, raporda, bu tür yara enfeksiyonlarında uygun olduğu belirtilen, piperasilin + tazobaktam ve seftriakson + metroni dazal tedavileri, davacının yeniden hastaneye yatırıldıktan sonra taburcu edildiği 20.04.2007 tarihinden itibaren uygulanmıştır. Kaza tarihi olan 10.04.2007 tarihinden bu tarihe kadarki 10 günlük sürede, davacıya enfeksiyona karşı yetersiz bir tedavi uygulanmıştır.
Raporda belirtildiği gibi, ortopedik sorunun ön planda ve belirleyici olduğu böyle bir olayda enfeksiyon riskinin de öngörülmesi gerekirdi. Çünkü kaza sonucu davacının yarası ekstremite uçlarında meydana gelmiş ve açık kırık şeklinde ortaya çıkmıştır. Böyle bir vakada açık kırıklar sonrası enfeksiyon gelişebileceği öngörülmeli ve buna uygun antibiyotik kombinasyonu tedavisine başlanmalıydı. Ancak bu yapılmamış ve kazadan sonraki 10 gün boyunca davacının ayak parmaklarına enfeksiyona karşı yeterli tıbbi müdahale yapılamamıştır. Sonuç olarak, davacının ayak parmakları, enfeksiyon nedeniyle ampute edilmiştir.
Açıklanan nedenle, davacıya verilen tıbbi müdahale hizmetinin kusurlu işlediği açıktır.
Yukarıdaki gerekçelerle, davacıya verilen sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesi nedeniyle, davalı idarenin hesaplanacak maddi ve manevi tazminatla yükümlü tutulması gerektiğinden, davanın reddine yönelik yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.