Danıştay Kararı 15. Daire 2013/4247 E. 2018/1 K. 15.01.2018 T.

Danıştay 15. Daire Başkanlığı         2013/4247 E.  ,  2018/1 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONBEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2013/4247
Karar No : 2018/1

Temyiz Edenler (Davacılar) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalılar) :
Vekili :
Vekili :
Vekili :

İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmaların Özeti : Davalı tarafından, davacıların temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmaktadır. Diğer davalılar tarafından savunma verilmemiştir.
Düşüncesi :Temyiz isteminin kısmen kabulü ile, İdare Mahkemesi kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının bozulması, kararın diğer kısımlarının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren, 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun Ek-1.maddesi uyarınca, Danıştay Onbeşinci ve Sekizinci Dairelerinden oluşan Müşterek Kurulca, dosyanın tekemmül ettiği anlaşılmakla yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:
Dava; … gününde … adresinde bulunan evdeki çıkan yangın sonucu karbonmonoksit zehirlenmesi nedeniyle …. adlı çocukların ölümleri nedeniyle, baba için 150.000-TL. maddi, 50.000-TL. manevi, anne için 150.000-TL. maddi, 50.000-TL. manevi, ağabeyleri … için 100.000-TL. maddi 50.000-TL. manevi olmak üzere toplam 550.000-TL. zararın; itfaiyenin gecikmeli ve yetersiz müdahalesi olduğu, itfaiyenin gaz maskesi olmadan olay yerinde olduğu, karbonmonoksit zehirlenmesine verilmesi gereken sağlık hizmetinin tüm basamaklarının sunulmadığı, sadece ön müdahale yapılıp … Üniversitesi Hastanesi’ne çocukların gönderildiği, yoğun bakım ünitesinin ve cihazlarının yeterli olmadığı, zehirlenmenin giderilmesinde hiperbarik tedavi ünitesinin hastanelerde bulunmadığı, Anayasaya ve evrensel insan haklarına aykırı olarak yoğun bakım hizmetlerinin devlet eliyle gerçekleştirilemediği, maliyetinin de düşük olduğu bu hizmetin verilmesi gerektiği, ailenin Ankara’ya gönderilmesine ikna edilmeye çalışıldığı, 3 saat gibi bir sürenin kaybına yol açıldığı, ambulans teminin dahi geç ve gereği gibi yapılmadığı, aileye yardımcı olunmadığı, konunun T.B.M.M. gündemine getirildiği ve bu konuda gensoru verildiği, aileye sadece kamu görevlisi sıfatı olmayan …’ın yardımcı olduğu, yaşanan tüm olumsuzlukların şahidi olduğu, devlet tarafından sahip çıkılmayan müteveffa çocukları doktor ve paralı bir annenin çocukları olmaması nedeniyle hayatlarını kaybettikleri öne sürülerek tazminine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; dava konusu olayda sunulan sağlık hizmetinde hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti bakımından bilirkişi incelemesi yaptırılmış, bu maksatla dosyaya sunulan ve 07/01/2011 tarihinde mahkeme kayıtlarına giren Adli Tıp Raporu’nda yer alan “07/04/2006 tarihinde öğlen saatlerinde, fişe takılı bırakılan elektrikli battaniyenin aşırı ısınmasıyla kısa devre yapan kabloların yangına sebebiyet vermesi sonucunda evde yalnız bırakılan ve yoğun dumana maruz kalan …’ın itfaiyeciler tarafından kurtarılarak … Devlet Hastanesi’ne kardiopulmoner arrestle götürüldüğü, yapılan resusitasyona yanıt vermediği ve tedavi edildiği hastanede 08/04/2006 gününde öldüğü bildirilen … hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerdeki veriler değerlendirildiğinde; zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olmakla birlikte olayın gelişimi ve tıbbi belgelere göre yangın ortamında kaldığı bildirilen çocuğun karbonmonoksit zehirlenmesi sonucu öldüğünün kabulü gerektiği, 07/04/2006 gününde yangın ortamında kalmaya bağlı kardiopolmoner arrestle … Devlet Hastanesi’ne getirildiğinde CPR yapıldığı, kalp atımının döndüğü, solunumun olmadığı, ambu yardımıyla solunumu sağlandığı, entübe edilip, damar yolu açıldığı, TA 80/40 mmHg tespit edilerek … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk edilmesinin ve … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne geldiğinde genel durumu kötü, bilinci kapalı, pupiller fiks dilate, IR -/-, ağrılı uyaranlara yanıt alınamayan hastaya yapılan labaratuar tetkikleri, takip ve tedavisinin tıp kurallarına uygun olduğu, … Devlet Hastanesi’ne kardiak arrestle gelen CPR’le kalp atımı dönen hastaya … Devlet Hastanesi’nde hiperbarik oksijen ünitesinin bulunması durumunda da kurturalmasının kesin olmadığı oybirliği ile mütlaa olunur.” tespitler ile dosya kapsamına alınan diğer bilgi-belgelere istinaden, olayda davalı idarelerin hizmet kusurları ve tazmin yükümlülüklerinin bulunmadığı kanatine varılarak davanın redddine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca …-TL. vekalet ücretinin müştereken davalı idarelere davacılar tarafından ödenmesine karar verilmiştir.
Davacılar tarafından, kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Temyiz istemine konu mahkeme kararının, davanın reddine ilişkin kısmında, 2577 sayılı yasanın 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, davacıların bu kısma yönelik temyiz istemleri yerinde görülmemiştir.
Mahkeme kararının, reddedilen maddi ve manevi tazminat istemi nedeniyle davalı idareler lehine hükmedilen vekalet ücretine ilişkin temyiz istemi incelenecek olursa;
Dava, davacılar tarafından 400.000-TL maddi ve 150.000-TL manevi tazminat istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesi’nce davanın reddine ve davalı idareler lehine …-TL vekalet ücretinin ödenmesine karar verilmiştir. Kararda, hüküm altına alınan vekalet ücretinin ne kadarının maddi ne kadarının ise manevi tazminat talebinin reddi nedeniyle hükmedildiğine ilişkin herhangi bir açıklama yapılmamıştır.

Davacılar tarafından, ret ile sonuçlanan davada davalı idareler lehine hükmedilen …-TL vekalet ücretinin çok yüksek olduğu, bu durumun hak arama özgürlüğüne engel teşkil ettiği ileri sürülerek, kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmektedir.
Vekalet ücreti olarak hükmedilen miktarın davanın açıldığı ve karara bağlandığı tarihlerdeki hukuksal düzen, davacıların içinde bulundukları maddi koşullar ile “adil yargılanma hakkı” ve “hak arama özgürlüğü” çerçevesinde irdelenmesi gerekmektedir.
Hüküm tarihi itibariyle yürürlükte olan ve 03.12.2010 tarih ve 27774 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Manevi tazminat davalarında ücret” başlıklı 10.maddesinde;
“Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.
Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.
Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.
Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir.” kuralına yer verilmiştir.
02/11/2011 tarih ve 28103 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Genel Bütçe Kapsamındaki Kamu İdareleri ve Özel Bütçeli İdarelerde Hukuk Hizmetlerinin Yürütülmesine İlişkin 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin 14. maddesi ile; “Tahkim usulüne tabi olanlar dahil adli ve idari davalar ile icra dairelerinde idarelerin vekili sıfatıyla hukuk birimi amirleri, muhakemat müdürleri, hukuk müşavirleri ve avukatlar tarafından yapılan takip ve duruşmalar için, bu davaların idareler lehine neticelenmesi halinde, bunlar tarafından temsil ve takip edilen dava ve işlerde ilgili mevzuata göre hükmedilmesi gereken tutar üzerinden idareler lehine vekalet ücreti takdir edilir.” hükmü yürürlüğe konulmuştur.
Anılan maddedeki “hukuk birimi amirleri, hukuk müşavirleri, muhakemat müdürleri” ibarelerinin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda verilen ve 23/11/2013 tarih ve 28830 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan, Anayasa Mahkemesinin 06/06/2013 tarih ve E: 2011/145, K: 2013/70 sayılı kararı karşısında, söz konusu Kanun Hükmünde Kararname hükmünün Anayasal normlara uygun olduğu açıktır.
Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesinin 3. fıkrasında, avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarifenin esas alınacağı hükmü yer almaktadır. Bu nedenle, 659 sayılı Kanun Hükmünde Kararname’nin anılan hükmü uyarınca, davanın kısmen veya tamamen reddi halinde davalı idare lehine vekalet ücretine hükmedilecektir.
Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13.maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz” hükmüne,
“Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrasında; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” hükmüne,
“Milletlerarası andlaşmaları uygun bulma” başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” hükmüne,
“Görev ve yetkileri” başlıklı 148. maddesinin 3. fıkrasında “Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurabilir.” hükmüne yer verilmiştir.
İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin “adil yargılanma hakkı” ile ilgili 6. Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, kanunla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” Bu metinde, adil yargılanma hakkının kapsam ve içeriği açık olarak belirtilmemiştir. Ancak somut olayın koşullarının bu hak karşısındaki durumunun değerlendirilmesi gerekmektedir.
Anayasa’nın 36. maddesinde, hak arama özgürlüğü için herhangi bir sınırlama nedeni öngörülmemiş olmakla birlikte, bunun hiçbir şekilde sınırlandırılması mümkün olmayan mutlak bir hak olduğu söylenemez. Özel sınırlama nedeni öngörülmemiş hakların da hakkın doğasından kaynaklanan bazı sınırlarının bulunduğu kabul edilmektedir. Ayrıca hakkı düzenleyen maddede herhangi bir sınırlama nedenine yer verilmemiş olsa da, Anayasanın başka maddelerinde yer alan kurallara dayanarak bu hakların sınırlandırılması da mümkün olabilir. Dava açma hakkının kapsamına ve kullanım koşullarına ilişkin bir kısım düzenlemelerin hak arama özgürlüğünün doğasından kaynaklanan sınırları ortaya koyan ve hakkın norm alanını belirleyen kurallar olduğu açıktır. Ancak bu sınırlamalar Anayasa’nın 13. maddesinde yer alan güvencelere aykırı olamaz. (AYM, 01/11/2012 tarih, E.2010/83, K.2012/169 sayılı karar).
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de, mahkemeye erişim hakkının dayanağı olan Sözleşme’nin 6. maddesinde adil yargılanma hakkın sınırlandırılması rejimi düzenlenmemiş olmasına rağmen, bunun hiçbir surette mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılamayacağı anlamını taşımadığını, hakkın niteliği gereği, mahkemeye erişim konusunda devletin bir takım sınırlama ve düzenlemeler yapmasının kaçınılmaz olduğunu kabul etmektedir. Ancak, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gerekir. ( Ashingdane/Birleşik Krallık, B. No: 8225/78, 28.05.1985, § 57)
Bir tam yargı davası sonucunda , davacı aleyhine hükmedilen vekalet ücretinin, Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile korunan hak arama hürriyeti ve mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği iddiasıyla yapılan bireysel başvuru sonucunda verilen Anayasa Mahkemesi’nin 07.11.2013 tarih ve B.No:2012/791 numaralı kararında konuya ilişkin temel ilkeler ortaya konulmuştur.
Buna göre, “Sözleşme’nin adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinde, mahkemeye erişim hakkına açıkça yer verilmemişse de maddenin (1) numaralı fıkrasındaki “herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar ya da cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamalar konusunda karar verecek olan, … bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkı…” ifadeleri çerçevesinde ve hakkın doğası gereği mahkemeye erişim hakkını da kapsadığının kabulü gerekir.
Mahkemeye erişim hakkı, bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir. Kişinin mahkemeye başvurmasını engelleyen veya mahkeme kararını anlamsız hale getiren, bir başka ifadeyle mahkeme kararını önemli ölçüde etkisizleştiren sınırlamalar mahkemeye erişim hakkını ihlal edebilir.
Dava sonucundaki başarıya dayalı olarak taraflara vekâlet ücreti ödeme yükümlülüğü öngörülmesi de bu kapsamda mahkemeye erişim hakkına yönelik bir sınırlama oluşturur. Böyle bir sınırlamanın meşru görülebilmesi için kamu yararı ile birey hakkı arasında makul bir dengenin gözetilmiş olması gerekir. …… Bu yükümlülüklerin kapsamını belirlemek kamu otoritelerinin takdir yetkisi içindedir. Öngörülen yükümlülükler dava açmayı imkânsız hale getirmedikçe ya da aşırı derece zorlaştırmadıkça mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği söylenemez. Dolayısıyla davayı kaybetmesi halinde başvurucuya yüklenecek olan vekâlet ücreti bu çerçevede değerlendirilmelidir. (B.No: 2013/1613, 2/10/2013, § 38 – 39).
Buna karşılık bir hukuki uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyan başvurucuların, reddedilen dava konusu miktar üzerinden hesaplanan vekâlet ücretini karşı tarafa ödemeye mahkûm edilmeleri ihtimali veya olgusu, belirli dava koşulları çerçevesinde mahkemeye başvurmalarını engelleme ya da mahkemeye başvurmalarını anlamsız kılma riski taşımaktadır. Bu çerçevede, davanın özel koşulları çerçevesinde masrafların makullüğü ve orantılılığı, mahkemeye erişim hakkının asgari sınırını teşkil etmektedir.
Taraflardan birinin yargılamadaki başarı oranına göre kazanılan veya kaybedilen değer oranında lehine veya aleyhine mahkeme masraflarının hükmedilmesine yönelik düzenlemeler mahkemeye erişim hakkına müdahale oluşturmakta ise de abartılı, zorlama veya ciddiyetten yoksun talepleri disipline etmeye yönelik orantılı müdahaleler meşru görülebilir.
Ancak, yukarıda da ifade edildiği üzere, bu sınırlamaların hakkın özüne zarar vermeyecek nitelikte, meşru bir amaca dayalı ve kullanılan aracın sınırlama amacı ile orantılı olması, kamu yararının gerekleri ile bireyin hakları arasında kurulmaya çalışılan adil dengeyi bozacak şekilde birey aleyhine katlanılması zor külfetler yüklenmemiş olması gereklidir.” denilmektedir.
Anayasa Mahkemesi tarafından yapılan değerlendirmelere göre, istenen tazminatın reddedilmesi üzerine belirli bir oranının karşı tarafa vekâlet ücreti olarak ödenmesi yükümlülüğü öngörülmesi tek başına mahkemeye erişim hakkını ihlal eden bir müdahale olarak nitelendirilemeyecektir. Ancak her bir uyuşmazlığın kendini özgü niteliklerinin ve uyuşmazlığa konu olayın, davacıların mahkemeye erişim hakkı üzerinde farklı sonuçlar doğurabilmesi de mümkündür.
Açılan bir tam yargı davasında istenilen tazminatın miktarının, ancak bilirkişi incelemesi ve benzeri araştırmalardan sonra elde edilen verilere göre mahkemece takdir edildiği bilinmektedir. Tazminat davasının bu özelliği gereği, gerçekte hak edilen tazminat miktarının dava açılmadan önce davacılar tarafından tam olarak bilinmesi veya öngörülmesi mümkün değildir. Dava açılması aşamasında karşı karşıya kalınan bu belirsizliğin, davacıları yüksek miktarlı istemlerde bulunmaya yönlendirebileceği açıktır.
Talep miktarının sonradan düzeltilmesi (ıslah), tazminat davasının başındaki belirsizlik karşısında bir güvence oluşturabilecekse de, davanın açıldığı tarihte 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda böyle bir kuruma yer verilmemiştir. Dolayısıyla, hak kaybına uğramak istemeyen davacılar için, tazminat taleplerine ilişkin miktarları yüksek tutmaktan başka seçenek bulunmamaktadır. Davacı bu hukuki ve fiili bu şartlar altında açtığı davasında 400.000-TL maddi, 150.000-TL manevi zararın tazminini istemiştir.
Bu durumda, davacı tarafın vekalet ücretine ilişkin temyiz istemleri yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri ve yerleşik yüksek yargı içtihatları çerçevesinde değerlendirildiğinde, İdare Mahkemesi’nce reddedilen maddi ve manevi tazminat istemleri yönünden ayrı ayrı ve maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, nispi vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz istemlerinin kısmen kabulü ile … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının vekalet ücretine ilişkin kısmının BOZULMASINA, sair temyiz istemlerinin reddi ile kararın diğer kısımlarının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunla eklenen Geçici 8. maddesinin 1. fıkrası ve 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.