Danıştay Kararı 15. Daire 2011/15464 E. 2013/5316 K. 27.06.2013 T.

15. Daire         2011/15464 E.  ,  2013/5316 K.

T.C.
D A N I Ş T A Y
ON BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2011/15464
Karar No : 2013/5316

Temyiz Eden (Davacı) : …
Vekili : Av. …
Karşı Taraf (Davalı) : … Valiliği
İstemin Özeti : Davacının, … İli, Merkeze bağlı … Köyü’nden terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığından bahisle uğradığını ileri sürdüğü zararın 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan dava sonucunda, … İdare Mahkemesince; …Valiliği Zarar Tespit Komisyonu tarafından mahallinde, komisyon üyeleri, teknik bilirkişiler, mahalli bilirkişiler ve davacı vekilince de imzalanan keşif tutanağı ile davacının … Köyü’nde herhangi bir malvarlığı bulunmadığının tespit edildiği, dava dosyasına anılan Köyde davacı tarafından malvarlığı bulunduğuna ilişkin somut bir bilgi ve belge de sunulmadığından, davacının 5233 sayılı Kanun kapsamında yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hâkimi : …
Düşüncesi : Temyiz isteminin kabul edilerek mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce gereği görüşüldü:
Davacının, 5233 sayılı Kanun kapsamında maddi zararlarının tazmini istemiyle … Valiliği Zarar Tespit Komisyonu’na yaptığı başvuru tarihi itibariyle (01.06.2005) hayatta olan babasının, 25.02.2007 tarihinde vefatından sonra davalı idarece başvurusunun 29.5.2007 tarihinde neticelendirildiği, 2010 yılında tamamlanan kadastro çalışmaları sonucunda babası adına temyiz dilekçesi ekinde sunulan tapu belgelerinin çıkarıldığı anlaşılmakta olup, davacının … köyünde babası adına tapuda kayıt gören taşınmazlardan dolayı yasal mirasçı sıfatıyla sonradan kazandığı hak sahipliğinin, uyuşmazlık konusu … köyünün boş kaldığı 1994-2000 yıllarında davacının mülkiyetinde ya da zilyetliğinde bir mal varlığı kabul edilemeyeceğinden, köyün boş kaldığı tarih itibariyle 5233 sayılı Kanun kapsamında ulaşamadığı mal varlığı bulunduğunu kanıtlayamayan davacının başvurusunun reddine ilişkin işlemde hukuka aykırılık görülmemiştir.
İdare ve Vergi Mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen karar, usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediğinden, temyiz isteminin reddi ile … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…; K:… sayılı kararının ONANMASINA, 27.06.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Dava, davacının, … İli, Merkeze bağlı … Köyü’nden terör olayları nedeniyle göç etmek zorunda kaldığından bahisle uğradığı zararının, 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmıştır.
Davacı tarafından, anılan mahkeme kararının hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 7. maddesinin (c) bendinde; terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar, bu Kanuna göre sulh yoluyla karşılanabilecek zarar kalemleri arasında sayılmış; geçici 1. maddesinde ise, Yasanın uygulaması 18 yıl geriye yürütülerek 19.7.1987-27.7.2004 tarihleri arasında teröre maruz kalanların uğradıkları maddi zararlar da Kanun kapsamına alınmıştır.
Öte yandan, 20.10.2004 gün ve 25619 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, komisyonun çalışma yöntemini düzenleyen 10. maddesinde; komisyonun ilgili kamu kurum ve kuruluşlarından başvuru konusu ile ilgili her türlü bilgi, belge ve yardım isteyebileceği gibi, adli ve askeri teşkilat ile kolluk kuvvetleri dışında kalan diğer kamu kurum ve kuruluşlarında çalışanları bilirkişi olarak da görevlendirebileceği, komisyonun gerekli gördüğü uzmanları çalıştırabileceği veya bunlardan görüş alabileceği, komisyon tarafından görevlendirilen kamu görevlilerinin öncelikli olarak komisyon tarafından verilen görevleri yerine getirecekleri belirtilmiş, 11. maddesinde ise komisyonun gerek görmesi halinde keşif yapabileceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Kanun ve Yönetmelik hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden; terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle 5233 sayılı Yasa kapsamında karşılanabilecek nitelikte maddi zarara uğradığını iddia eden kişilerin bu zararlarının tazmini amacıyla başvurmaları halinde kurulacak Zarar Tespit Komisyonlarının, bu Kanun kapsamına giren bir zararın bulunup bulunmadığı ve bulunması halinde miktarının ne olduğunu tespit etmek amacıyla ilgili yerlerden her türlü bilgi ve belge istemek, bilirkişi görevlendirmek ve gerektiğinde keşif yapmak gibi kapsamlı bir araştırma-inceleme görevi ve yetkisi ile donatıldığı anlaşılmaktadır.
Şu halde, Zarar Tespit Komisyonları tarafından, Kanun kapsamında malvarlığında meydana gelen ya da malvarlığına ulaşamama nedeniyle uğranılan zararlarda kişinin terör veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetlerden dolayı zarar gören veya güvenlik kaygısı nedeniyle ulaşamadığı bir malvarlığı bulunup bulunmadığı, şayet böyle bir malvarlığı var ise niteliği ve kapsamı gibi hususların, Kanun ve Yönetmelik tarafından gerekli araştırma ve incelemeleri yapmak üzere kendisine tanınan vasıtalardan da yararlanmak suretiyle tespit edilmesi ve Kanun kapsamında tazmini gereken gerçek zarar miktarının ortaya konulması gerekmektedir.
“Anayasanın Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma” başlıklı 90. maddesinin son fıkrasında: “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.” kuralıyla, usulüne göre yürürlüğe konulmuş uluslararası andlaşmaların iç hukuk sistemine yansıtılma yöntemi belirlenerek, bu andlaşmalardan temel hak ve özgürlüklere ilişkin olanlarla yasaların aynı konuda farklı hükümler içermesi durumunda, uluslararası andlaşma kurallarının esas alınması anayasal gereklilik olmaktadır.
Bunun yanı sıra, 20.03.1952 tarihinde kabul edilen İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokol Türkiye tarafından 19.03.1954 tarihinde onaylanmıştır. Anılan Protokolün Mülkiyetin Korunması başlıklı 1. maddesinde: “Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Herhangi bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” kuralı yer almıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Öneryıldız/Türkiye kararında (Başvuru No:48939/99), başvurucu Öneryıldız’ın İstanbul’daki Ümraniye çöplüğünün 1993 yılında patlaması sonucu ailesinden 9 kişiyi yitirmesi ve gecekondusunun yıkılması olayında, mülkiyet hakkını koruma bakımından da devletin “pozitif ödevi” bulunduğuna işaret etmiş; Büyük Dairenin 30.11.2004 tarihli anılan kararının 134. paragrafında ise: İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunması’na İlişkin Sözleşmeye Ek 1 Nolu Protokolün 1. maddesi uyarınca açık bir şekilde ortaya konan ilkeyi yinelediği (Bielectric Srl/ltalya kararı, sayı:36811/97, 4 Mayıs 2000), bu madde ile koruma altına alınan hakkın samimi, etkin bir şekilde kullanılabilmesinin yalnızca Devletin müdahaleden kaçınmasına bağlı olmadığı; özellikle başvuranın meşru olarak makamlardan bekleyebileceği önlemler ile mülklerinden etkin bir şekilde faydalanabilmesi arasında doğrudan bir bağ olduğu durumlarda pozitif koruma önlemleri gerektirebileceği şeklinde ifade etmiş olup, yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi taşınmazdan faydalanma, kullanma, yaşamanı devam ettirme gibi fiili tasarrufları yani zilyet olmayı mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirmektedir.
Dava dosyasındaki belgelerin incelenmesinden, davacı tarafından, terör olayları nedeniyle köyünden göç etmek zorunda kaldığından bahisle uğradığı zararının, 5233 sayılı Kanun kapsamında tazmini istemiyle davalı İdareye başvurulduğu; komisyon tarafından, kendisine ait mal varlığı bulunmadığı gerekçesiyle başvurusunun reddine karar verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dosyada mevcut olan belgelerden görüldüğü üzere, davacının ikamet ettiği … köyünün altı yıl süre ile tamamen boşaldığının/boşaltıldığının davalı idarece de kabul edildiğinin belirtilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesince, yerleşim yerinin tamamen boşaldığının kabul edilmesine karşın davacıya ait mal varlığı tespit edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşıldığından, davacının anılan yerleşim yerinde uyuşmazlık konusu dönemde mal varlığının bulunup bulunmadığının tespiti önem kazanmaktadır.
Uyuşmazlıkta, davalı idarece, 2010 yılında kadastro çalışmaları tamamlanan … köyünde davacı adına taşınmaz tapu kaydı bulunmadığından davacının mal varlığına ulaşamamaktan kaynaklı tazminat talebi reddedilmiş ise de; temyiz aşamasında dosyaya ibraz edilen veraset ilamı ile tapu belgelerinden … Köyü … Mevkiinde bulunan … ada … nolu parselde 4382 m2 tarlanın, köyiçi mevki’inde … ada … nolu parselde 393 m2 bahçenin, … ada … nolu parselde 648 m2 tarlanın, … ada … nolu parselde 795 m2 tarlanın, … ada … nolu parselde 4316 m2 tarlanın, davacının babası adına kayıt gördüğü, babasının vefatı üzerine yasal mirasçısı olan davacının anılan mal varlıklarında miras payı oranında hak sahibi olduğu sonucuna varılmaktadır.
Bu durumda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 1 nolu Protokol ile düzenlenmiş olan mülkiyet hakkı ile yine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yukarıda aktarılan Öneryıldız/Türkiye kararında ve Bielectric Srl/İtalya kararında belirtilmiş olan ilkeler dikkate alındığında, ayrıca 5233 sayılı Kanunun, kişilerin gerek mülkiyetlerindeki gerekse zilyetliklerindeki taşınır ve taşınmaz mallar dolayısıyla uğradıkları zararların tazminini kapsadığından, davacının babası adına tapuya kaydedilen … Köyündeki taşınmaz mal varlıklarını kullandığı sonucuna varılmakla, köyün boş kaldığı sürede kullanamama nedeniyle oluşan maddi zararlarının miras hissesi oranında davacıya ödenmesi gerekmektedir.
Öte yandan, davacının murisi adına kayıtlı taşınmazlar için 5233 sayılı Kanun kapsamında davacının murisine veya diğer mirasçılara ödeme yapılıp yapılıp yapılmadığının davalı idare tarafından araştırılarak aynı taşınmazlardan dolayı mükerrer ödemeye sebebiyet verilemeyeceğinden bu hususun da değerlendirmeye alınacağı açıktır.
Bu nedenle; temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerekirken, davanın reddi yolunda verilen kararın onanmasına ilişkin çoğunluk görüşünden oluşan karara katılmıyoruz.