Danıştay Kararı 13. Daire 2022/2521 E. 2023/2349 K. 15.05.2023 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2022/2521 E.  ,  2023/2349 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2022/2521
Karar No:2023/2349

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Medya TV Hizmetleri A.Ş.
VEKİLLERİ : Av. …

KARŞI TARAF (DAVALI) : … Kurulu
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU :… Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesi’nin … tarih ve E:… , K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı şirkete ait “… ” logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 18/01/2020 tarihinde saat 20:59’da yayınlanan “…” adlı programda, 6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan, “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur.” şeklindeki yayın ilkesinin ihlâl edildiğinden bahisle Kanun’un 32. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ihlâlin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin %2’si oranında 74.937,00-TL idarî para cezası verilmesine ilişkin … tarih ve … sayılı Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (Üst Kurul) kararının iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesi’nce verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararda; Üst Kurul’ca söz konusu programda, program sunucusu ile program konukları arasında geçen diyaloglarda farklı görüş ve düşünceleri ifade ederken son derece hassas davranılması ve gerçekliğe dayanmayan ya da doğrulanmamış beyanlarla spekülasyonlara yol açılmaması gerektiği kanaatine varılarak 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan yayın ilkesinin ihlâl edildiğinden bahisle idarî para cezası verilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı;
Söz konusu programda geçen diyaloglarda, Türkiye’ye komşu ülkede yaşanan iç savaşa da değinilerek, bölgede su gibi kan akacak ifadeleri ile birlikte Türkiye’deki farklı dini, mezhep grupların silahlanması ve bu silahlanma neticesinde iç savaş ihtimali, Türkiye’nin mezhepçi dış politika uyguladığı hususlarından bahsedildiği, diyalogların ülkemizde 15/07/2016 tarihinde darbe teşebbüsünün gerçekleştiği ve sınır ülke olan Suriye’de iç savaşın yaşandığı bir dönemde söylendiği ve kişilerin bu dönemlerde dinlediği ve izlediği hususlardan daha çabuk etkilendiği göz önüne alındığında, düşünceler ifade edilirken son derece hassas davranılması ve gerçekliğe dayanmayan ya da doğrulanmamış beyanlarla spekülasyonlara yol açılmaması gerektiği, dolayısıyla söz konusu ifadelerle 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde yer alan yayın ilkesinin ihlâl edildiği anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle dava konusu işlem hukuka uygun bulunarak davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi … İdarî Dava Dairesi’nce; istinaf başvurusuna konu İdare Mahkemesi kararının usul ve hukuka uygun olduğu ve davacı tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği belirtilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, maktu bir gerekçe ile istinaf başvurusunun reddine karar verildiği, gerekçe gösterilmeden verilen karar karşısında savunma hakkının kısıtlandığı, idarî yaptırım kararına konu beyanların spekülasyon amacıyla söylenmediği, somut delillerle desteklenen düşünce özgürlüğü kapsamındaki fikir açıklamaları niteliğinde olduğu, programdan 2 gün önce yayınlanan ve …’nün konuk olarak katıldığı başka bir programda Türkiye’de 200 selefi derneğin olduğundan ve bunların ciddi risk oluşturduğundan bahsedilerek iç savaş tehlikesi uyarısı yapıldığı, görevi kamuoyunu haberdar etmek, aydınlatmak ve uyarmak olan gazetecilerin/siyaset bilimcilerin katıldığı “…” adlı programda bu iddiaların sıcağı sıcağına tartışmaya açıldığı, Türkiye’ye yönelik iç savaş iddialarıyla ilgili haber, yazı ve analizlerin …’nün iddialarından bağımsız olarak medyada çokça yer alan önemli bir konu olduğu, …’nün iç savaş çıkacak uyarısına ilişkin açıklamalarının değer yargısı niteliğinde olduğu, söz konusu programda iç savaş iddialarının salt spekülasyon amacıyla tartışılmadığı, haber yayını yapan bir televizyon kanalında tartışılması gereken seviyede gerçeklik unsurunu ihtiva ettiği için programa konu edildiği, uzman raporundaki lehe tespitlerin dikkate alınmadığı, dava konusu ile bağdaşmamasına rağmen 15 Temmuz darbe teşebbüsü ve 2011 yılında başlayan Suriye iç savaşına atıfta bulunularak kişilerin bu dönemde daha çabuk etkilendiğinin gerekçe gösterildiği, kararda idarî para cezasının alt sınırından uzaklaşılarak verildiğinin göz ardı edildiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararının usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü ile Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
… tarih ve … sayılı Üst Kurul kararıyla, davacı şirkete ait “…” logosuyla yayın yapan televizyon kanalında 18/01/2020 tarihinde saat 20:59’da yayınlanan “…” adlı programda, program sunucusu ile program konukları arasında geçen diyaloglarda, haberciliğin temel gereklilikleri olan sadelik, açıklık, kesinlik ve doğruluk ilkelerinin tüm haber aktarımlarında geçerliliğini koruması gerektiği, haberciliğe dair sorumluluğun, toplumu ve ulusal güvenliği ilgilendiren bir olay ya da durumla ilgili bilgi verileceği zaman olayın kendisiyle ilgili noktaların şahsi fikirlerden ayrı bir şekilde değerlendirilerek ve doğruluk, gerçeklik gibi ilkeler ön planda tutularak olayla ilgili tüm geçerli noktaların sunulmasını gerektirdiği, söz konusu programda farklı görüş ve düşünceler ifade edilirken son derece hassas davranılması ve gerçekliğe dayanmayan ya da doğrulanmamış beyanlarla spekülasyonlara yol açılmaması gerektiği kanaatine varılarak 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendindeki yayın ilkesinin ihlâl edildiğinden bahisle idarî para cezası verilmesine karar verilmiştir.
Bunun üzerine, anılan Üst Kurul kararının iptali istemiyle bakılan dava açılmıştır.
Söz konusu programda, program sunucusu ile program konukları arasında geçen dava konusu işleme esas teşkil eden diyaloglarda, “Siz diyorsunuz ki bölgede su gibi kan akacak, savaş Türkiye’ye sıçratılacak. Yani tam da … hoca kendi analizini yaparken bir kültür coğrafyası üzerinden ve size dedim ki soracağım bu soruyu da ‘O coğrafyaya yayılıyor olmak, o coğrafyanın bütün çelişkilerini ve çatışmalarını da buraya doğru çeken bir mıknatısa dönüdür mü?’ sorusunu soracağım. Peki … namı diğer ne dedi onu bir izleyelim, ondan sonra tartışmamıza o perspektiften devam edeceğiz. Böyle bir risk ve tehditle Türkiye karşı karşıya mı?”; “Türkiye’de bu selefi ile İrancı grupların, yani İrancı gruplarla selefi gruplar arasında bir şeyler hazırlanıyor. Pompalı bulunsun evde, bilmem av tüfeği gibi olaylar oldu. Sonra kimisi silahlanılsın dedi. Bu silahlanmalar yarın bir gün Allah muhafaza iç savaş malzemesi de kullanılabilir şeklinde dört tane açıklamam var.”; ” Şimdi yaptığı vurgu şu, bu konuşmanın biraz daha başında da diyor ki biraz mezhep üzerinden soruluyor alevi, sünni gibi filan. Hayır diyor hiç öyle olacağını sanmıyorum diyor selefi gruplar silahlanıyor, selefi gruplarla İran’a yakın, İrancı gruplar arasındaki bir gerginlik çatışma üzerine bir şey kuruluyor (…) bu anlamıyla silahlanma olgusu, vurgusu artık … konumundaki biri de ifade ediyorsa hassasiyet üstü durulması gereken bir şey mi? O anlamıyla sınırları Edirne Kars değildir, daha ötesidir dediğimiz bir Türkiye. O daha ötesindeki bütün sorunları ve bütün çelişkileri kendisine de çekmekte midir? kısmını sormak istiyorum. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz …’in bu söylediklerini? Var mıdır böyle silahlananlar, böyle bir silahlanma?”; “Gruplar niye silahlanır bilmiyorum da … diye bir gerçeğiniz var. … general silahlandırdı. Örnek … ‘ya dünya kadar silah yağdırdığınız örnek gibi. (…) Şöyle birşey söyleyeyim bakın … Partisi hükûmetinin kuruluşundan son münhasır ekonomik bölge ile ilgili sözleşmeye kadar dış politikada yaptığı her şey yanlış, her şey yanlış ama. (…) 11 Eylül 2001 bu dünyada ABD emperyalizminin soğuk savaştan sonraki yeni aldırmış olduğu şekil hepimizin bildiği üzere Afganistan, Irak işgalleriyle başlayan sonra bütün Orta Doğu haritasını bozmak üzere kurgulanmış olan bir yeni strateji. Peki adını ne koydular? Önce Büyük Orta Doğu sonra Genişletilmiş Orta Doğu Projesi. Peki … Bey Başbakan kimliğiyle işte … Gazetesi daha önce onlar hesaplamış yapmışlardı. … Bey kaç kere ifade etti? 34 kez ben Büyük Orta Doğu Projesinin eş başkanıyım demiş. Ama neden sonra son yıllarda fark ettiler ki arkadaş bunun içinde parçalatılacak 22 ülkeden söz ediliyor. Bu coğrafyada Türkiye de buna dâhil. Sonra biz o ifadeleri duymamaya başladık ama ona kadar Orta Doğu, Afrika zaten şekillendirildi. Şimdi siz mezhepçi dış politika uyguladığınızda … doğru bir şey söylüyor. (…) Peki bütün bunlar olurken Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşunda laik bir dünya görüşüne sahip devlettir diyorsanız 1928 itibarıyla sonra da 36’ya geleceksiniz Anayasanıza yazacak mısınız? Bugün ki benim şiddetle eleştirdiğim, çok büyük bölümünde reddettiğim bu Anayasada bile laik bir sosyal hukuk devletidir diyor musunuz? Peki Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin dünya görüşü laik ise siz nasıl olur da mezhepçi bir dış politika uygulama peşine düşersiniz. Madem ki bu coğrafyanın bu nedenden dolayı darmadağın edildiğini görüyorsanız o zaman bunda nasıl ısrar edersiniz. Tamam şöyle bir şeyi kabul ederim, efendim bir siyasal parti ya da bir kişi ihvancı ya da müslüman kardeşlerci dünya görüşünü içselleştirmiş olabilir. Ama siz bunu bir devletin dış politikasına giydiremezsiniz. Hele bu devlet Türkiye ise ve hele bu coğrafyada ise. Bak tekrar söylüyorum. Kültürel olarak buna inanabilirsiniz. Bu saygı duyulacak bir şeydir. Bunu düşünce özgürlüğü olarak ta ifade edebilirsiniz. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti hâlâ laik bir devlet ise hâlâ ve Anayasasında (…)”; “Yani bir tereddütünüz mü var? Bu hâlâ vurgusunu niye yapıyorsunuz.”; “Israrla yapıyorum çünkü mezhepçi dış politika uygulanıyor. Israrla yapıyorum. General … ne dedi kendi sesinden? Ne dedi mehdiyi bekliyoruz, bunun geliş zamanını Allah biliyor ama biz de mehdinin gelişi için de alan açmalıyız. Eğer bu generali Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığına getiriyorsanız bu ülkede bir büyük problem var demektir. (…) Şimdi … beyfendiyi düşünelim. Dışişleri Bakanı, ondan önce TİKA, ondan önce danışmanlık, sonra Başbakanlık. Peki biz Suriye meselesine niye bulaştık, o bataklığa biz niye girdik. Tamda söylediğim bu meseleden dolayı. Ne dedi 15 gün sonra Emevi Camii’nde cuma namazı kılacağız. Öyle mi kardeşim? O günden bu güne kadar biz orada cuma namazı kılmadık. Geçen gün … Emevi Camii’ni ziyaret etti. Şu anda Türkiye’de yüzlerce Suriyeli imam cuma namazı kıldırıyor. (…); “Dış politika stratejisi mezhepçi (…) Uygulanan strateji ne çözülmesi gereken, Ankara’nın baştan beri farketmediği, çok geç fark ettiği (…) Evet inanç iklimi bu niçin buna müdahil olduğunuz da bu belli değil mi ki uzun vadede.”; “Kasıtlı yapıyorsunuz.”; “Kasıtlı yapıyorum çünkü buradaki barışın tek koşulu” şeklindeki ifadelere yer verilmiştir.

İLGİLİ MEVZUAT:
6112 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayın Hizmetleri Hakkında Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde, “Tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerini esas almak ve toplumda özgürce kanaat oluşumuna engel olmamak zorundadır; soruşturulması basın meslek ilkeleri çerçevesinde mümkün olan haberler, soruşturulmaksızın veya doğruluğundan emin olunmaksızın yayınlanamaz; haberin verilişinde abartılı ses ve görüntüye, doğal sesin dışında efekt ve müziğe yer verilemez; görüntülerin arşiv veya canlandırma niteliği ile ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesi zorunludur.”; 32. maddesinin ikinci fıkrasında ise, “8. maddenin birinci fıkrasının diğer bentleri ile ikinci ve üçüncü fıkralarında ve bu Kanunun diğer maddelerinde belirlenen ilke, yükümlülük veya yasaklara aykırı yayın yapan ve/veya bu Kanun hükümleri kapsamında Üst Kurul tarafından belirlenen yükümlülüklerini yerine getirmeyen medya hizmet sağlayıcıya ihlâlin ağırlığı, yayının ortamı ve alanı gözönünde bulundurularak, ihlâlin tespit edildiği aydan bir önceki aydaki brüt ticari iletişim gelirinin yüzde birinden yüzde üçüne kadar idari para cezası verilir. İdarî para cezası miktarı, radyo kuruluşları için bin Türk Lirasından, televizyon kuruluşları ve isteğe bağlı medya hizmet sağlayıcıları için onbin Türk Lirasından az olamaz.” kurallarına yer verilmiştir.

HUKUKÎ DEĞERLENDİRME:
Dava konusu Üst Kurul kararı, …’nün iç savaş iddiaları üzerinden Türkiye’nin iç ve dış ilişkilerine ilişkin sosyal ve politik değerlendirmelere yer verilen programda, program katılımcılarınca mezhepçi dış politika uygulandığı yönünde getirilen eleştiriler ve mezhepler arası çatışma ihtimalleri hakkında yapılan değerlendirmeler nedeniyle tesis edilmiş olduğundan, söz konusu programdaki ifadelerle 6112 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde düzenlenen yayın ilkesinin ihlâl edilip edilmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İfade özgürlüğü demokratik bir toplumun temel taşlarından ve toplumun ilerlemesinin ve bireylerin gelişmesinin temel şartlarından biridir. İfade özgürlüğü sadece hoşa giden ya da insanları incitmeyen veya önemsenmeyen “bilgi” ve “düşünceler” için değil, Devleti veya toplumun herhangi bir kesimini inciten, şoke eden veya rahatsız eden bilgi ve düşünceler için de geçerlidir. Demokratik toplumun olmazsa olmaz koşullarını oluşturan çoğulculuk, hoşgörü ve açık görüşlülük bunu gerektirmektedir (AİHM kararı, Handyside/Birleşik Krallık, B. No: 5493/72, Karar tarihi :24/9/1976, § 49). Toplumsal ve siyasal çoğulculuğun varlığı, her türlü düşüncenin barışçıl bir şekilde ve serbestçe ifade edilebilmesine bağlıdır (AYM kararı, Emin Aydın, B. No: 2013/2602, Karar tarihi: 23/1/2014, § 41).
Bununla birlikte ifade özgürlüğü mutlak olmayıp sınırlandırılabilir. Nitekim Anayasa’nın ifade özgürlüğüne ilişkin 26. maddesinin ikinci fıkrasında sınırlama sebeplerine yer verilmiştir. Bu kapsamda Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrasına göre ifade özgürlüğü, millî güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması amaçlarıyla sınırlanabilir.
Dava konusu Üst Kurul kararıyla, davacının düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne yönelik bir müdahalenin bulunduğu açık olduğundan, söz konusu müdahalenin, Anayasa’da güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlâline sebep olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir. Müdahalenin, Anayasa’nın 13. maddesi açısından “kanunla öngörülmüş” olduğu ve Anayasa’nın 26. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde milli güvenliğin korunması yönünde “meşru bir amaç” taşıdığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, ihlâlin tespiti için söz konusu müdahalenin “demokratik bir toplumda gerekli ve ölçülü” olup olmadığı değerlendirilmelidir.
Programda kullanılan ve dava konusu Üst Kurul kararında yaptırıma esas alınan ifadelerin bir kısmında, hükûmetin dış politikada yaptıklarının yanlış olduğu, mezhepçi bir dış politika uygulandığı, bu sebeple …’nün söylediklerinin doğru olduğu, ABD’nin orta doğuda uyguladığı dış politika stratejisinin çok geç fark edildiği, uygulanan dış politika üzerinden cumhurbaşkanına ve danışmanlarına, dönemin generaline ve dışişleri bakanına yönelik eleştirilerde bulunulduğu, ülkemizin mezhep haritasının çıkarıldığı, ülkemizde alevi-sünni çatışmasının hazırlandığı, İrancıların bürokraside, devlet yönetiminde ve muhalefet partilerinde olduğu, selefilerin etkinliğinin olmadığı, ancak birtakım istihbarat örgütleri tarafından empoze edilmeye çalışıldığı şeklinde dış politikada uygulanan politikalar ve siyasetçiler hakkında yorumlar/eleştiriler yapıldığı ve iç savaş ihtimaliyle ilgili olası dış müdahaleler hakkında uyarılarda bulunulmuştur.
Çatışan hakların dengelenmesi bakımından maddi olgular ile değer yargıları arasında yapılması gereken ayrım büyük bir önem taşımaktadır. Bu ehemmiyet maddi olguların ispatlanabilmesine, ancak değer yargılarının doğrulanmasının mümkün olmamasına dayanmaktadır (AYM kararı, İlhan Cihaner (2), B. No: 2013/5574, Karar tarihi:30/06/2014, §64, AYM kararı, Safure Güneş, B. No: 2016/24905, Karar tarihi: 08/09/2020, §40).
Değer yargıları bir olay veya durum ile ilgili bakış açısı yahut kişisel değerlendirmelerdir. Bir değer yargısının doğru ya da yanlış olduğunu kanıtlamak mümkün olmasa da, değer yargısının dayanağını teşkil eden gerçeklerin doğru veya yanlış olduğu tespit edilebilmektedir. AİHM’e göre, bir gazetecinin, doğruluğunu kanıtlayamadığı sürece eleştirel değer yargılarını ifade etmekten men edilmesi kabul edilemezdir (AİHM kararı, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, Karar tarihi: 08/07/1986 § 46). Netice itibarıyla, doğrulanabilecek bilgi ya da verilerle, doğruluğu ispatlamaya tâbi tutulamayacak değer yargıları, eleştiri ya da spekülasyonlar AİHS’nin 10. maddesi kapsamında korunmaktadır. Değer yargıları, özellikle siyaset ile ilgili olanlar, çoğulculuğun bir gereği olarak demokratik bir toplum için özel bir korumadan faydalanırlar. ( BYCHAWSKA-SİNİARSKA Dominika, Türkçe’ye Çeviren: Av. Tuğçe Duygu Köksal, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Kapsamında İfade Özgürlüğünün Korunması Uygulamacılar İçin El Kitabı, Avrupa Konseyi, 2018, s.86.)
AİHM’e göre, siyasi tartışma özgürlüğü, “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi”dir (AİHM kararı, Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, Karar tarihi: 08/07/1986, §41-42). Mahkeme’ye göre, hükûmetler yalnızca yasama organı ve yargı organlarınca denetlenmemelidirler, hükûmetlerin aynı zamanda halk ve kitlesel medya tarafından da denetlenmeleri gerekmektedir (AİHM kararı, Şener/Türkiye, B. No: 26680/95, Karar tarihi: 18/07/2000, §40).
AİHM’nin yerleşik içtihatlarında da belirttiği gibi, hükûmetler kullandıkları kamu gücünden dolayı kendilerine yöneltilmiş en ağır eleştirileri bile hoşgörü ile karşılamak zorundadır. Sağlıklı bir demokrasi, bir hükûmetin yalnızca yasama organı veya yargı organları tarafından denetlenmesini değil, aynı zamanda sivil toplum örgütleri, medya ve basın veya siyasi partiler gibi siyasal alanda yer alan diğer aktörlerce de denetlenmesini gerektirir (AİHM kararı, Castells/İspanya, B. No: 11798/85, Karar tarihi: 23/04/1992, §46). Ayrıca hükûmetlere ve siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırı da özel kişilere göre daha geniştir (AYM kararı, Bekir Coşkun Kararı, B. No: 2014/12151, Karar tarihi: 04/06/2015, §69).
İfade özgürlüğü, büyük ölçüde eleştiri özgürlüğünün güvence altına alınmasını hedeflemektedir ve düşüncelerin açıklanması ve yayılması sırasında kullanılan ifadelerin sert olması doğal karşılanmalıdır. Öte yandan, siyasi tartışma özgürlüğünün “tüm demokratik sistemlerin temel ilkesi” olduğu göz önüne alındığında diğer ifade türlerine nazaran, başvuru konusu konuşmalardaki gibi politikaları ve siyasileri eleştiren, politikaları veya siyasi açıklamaları muhalif bir tarzda ele alan siyasi ifade özgürlüğüne ayrıca önem vermek gerekmektedir (AYM kararı, Tansel Çölaşan, B. No: 2014/6128, Karar tarihi: 07/07/2015, §64).
“Ulusal güvenlik” gerekçesinin ifade özgürlüğünü sınırlamak için kullanıldığı önemli davalardan biri AİHM tarafından karara bağlanan Observer ve Guardian/Birleşik Krallık davasıdır. 1986 yılında iki gazete, emekli bir istihbarat ajanı olan Peter Wright’ın bir kitabı olan Spycatcher’den özet yayınlamak istediklerini açıklamıştır. Duyuru yapıldığı zamanda bu kitap henüz yayınlanmamıştır. Wright’ın kitabı İngiliz istihbarat servisinin ve onun temsilcilerinin yasa dışı faaliyetlerine ilişkin birtakım iddialar içermektedir. 1986 yılının Temmuz ayında mahkemeler, kalıcı tedbir kararı verilmesi ile ilgili yargılama devam ederken gazetelerin yayın yapmasını önlemek için geçici tedbir kararı vermiştir. Temmuz 1987’de bu kitap Amerika Birleşik Devletleri’nde basılmış ve kitapların kopyaları da Birleşik Krallık’ta dolaşıma verilmiştir. Buna rağmen, gazetelere karşı alınan geçici tedbirler, Başsavcı’nın kalıcı tedbir kararı verilmesi talebinin Lordlar Kamarası tarafından reddedildiği 1988 yılının Ekim ayına kadar devam etmiştir. AİHM söz konusu uyuşmazlık hakkında verdiği kararında, geçici tedbirlerin kitabın yayımlanmasından önce haklı olarak gerekçelendirildiğini; ancak yayımlanmasından sonra bu tedbirin haklı görülemeyeceğini, Amerika Birleşik Devletleri’nde yayımlanmasının ardından bilgiler gizli niteliğini kaybetmiş olduğundan, kitaptaki bilgilerin gizliliğini korumak ve kamuoyunun gözünden uzak tutmak konusundaki menfaatin artık mevcut olmadığı, bu şartlar altında tedbirleri sürdürmek için yeterli bir ihtiyacın bulunmadığı yönünde değerlendirmeler yapmıştır (AİHM kararı, Observer and Guardian/Birleşik Krallık, B. No:13585/88, Karar tarihi: 26/11/1991).
Bu itibarla, uyuşmazlık konusu tartışma programında, program sunucusu ve konuklar arasında geçen konuşmalarda, ülkemizin menfaatlerini öne çıkaran ve dış politikadaki konumumuzu ve ülkemiz aleyhine yapılabilecek müdahalelere ilişkin çıkarımlarda ve uyarılarda bulunulduğu, akademik bir dille yapılan açıklamaların kamu yararını ilgilendirmekle birlikte eleştirel değer yargısı mahiyetinde olduğu ve hükûmetler ile siyasetçilere yöneltilen eleştirinin sınırının diğer kişilere göre daha fazla olduğu, daha önceden …’nün katıldığı bir programda iddia ettiği iç savaş iddialarının dava konusu tartışma programında yayımlanmasının ulusal güvenlik bakımından devam eden bir sakıncasının bulunmadığı, dolayısıyla söz konusu programın, haber programı olmayıp sosyal ve politik hususlarda fikirlerin ileri sürüldüğü bir tartışma programı olduğu, davacının ifade özgürlüğüne yapılan müdahalenin, “milli güvenliğin” korunması için demokratik bir toplumda gerekli bir müdahale olmadığı anlaşıldığından, dava konusu Üst Kurul kararında hukuka uygunluk, davanın reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun reddine dair Bölge İdare Mahkemesi kararında ise hukukî isabet bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararına yönelik istinaf başvurusunun reddi yolundaki temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesi’ne gönderilmesine, 15/05/2023 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.