Danıştay Kararı 13. Daire 2021/5231 E. 2023/2005 K. 25.04.2023 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2021/5231 E.  ,  2023/2005 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2021/5231
Karar No : 2023/2005

DAVACI : … Partisi
VEKİLLERİ : Av. … Av. …
DAVALILAR : 1. … Bakanlığı
VEKİLLERİ : Av. …
2. … Bankası
VEKİLLERİ : Av. … , Av. …

DAVANIN KONUSU :
21/12/2021 tarih ve 31696 (1. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan “Türk Lirası Mevduat ve Katılma Hesaplarına Dönüşümün Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (Sayı:2021/14)”in iptali istenilmektedir.

DAVACININ İDDİALARI :
Döviz kurundaki artış nedeniyle oluşan farkın ödenen vergilerden karşılanacak olması nedeniyle mağduriyet yaşanacağından bu davanın açılmasında menfaatinin bulunduğu, Anayasa’nın 73. maddesine göre verginin, kamu giderlerinin karşılığı olduğu, kamu giderlerinin ise vergi gelirleri ile finanse edildiği, kamu gideri gerektirmedikçe vergi alınamayacağı, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 3. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde, kamu giderinin tanımına yer verildiği, bu tanımda, mevduat sahibinin kur farkı zararının karşılanacağı yönünde kamu gideri ölçütüne yer verilmediği, bu kapsamda, dava konusu düzenlemenin 5018 sayılı Kanun’a aykırı olduğu, faydası topluma yayılmayan, bankada Türk Lirası veya başka bir para cinsinden vadeli mevduatı bulunan sınırlı sayıda kişiye toplanan vergilerden ödeme yapıldığı, bu durumun eşitlik ilkesine aykırı olduğu, uygulama kapsamında yer alan kişilere ayrıcalık tanındığı, dava konusu düzenlemede, kur farkı nedeniyle hesaplanan tutarın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nca ödeneceği kuralına yer verildiği, Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca yapılan basın duyurusunda ise, bu tutarın Hazine’den karşılanacağının ifade edildiği, söz konusu düzenlemenin ekonomi biliminin temel ilkelerine aykırı olduğu, ülke sınırları içerisinde toplanan vergilerin yaklaşık %30’unu doğrudan vergilerin oluşturduğu, bu vergilerin ise dar gelirli kişilerden tahsil edildiği, söz konusu uygulama ile vergideki adaletsizliğin daha da artacağı, bu itibarla dava konusu düzenlemenin, sebep, konu ve amaç yönlerinden hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.

DAVALILARIN SAVUNMALARI :
Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından, usûl yönünden, uyuşmazlık konusu olayda davacının meşrû, kişisel ve güncel bir menfaati ihlâl edilmediğinden davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği; esas yönünden ise, tasarruflarını değerlendirirken kurdaki yükselişten kaynaklanan kaygılarını gidermek isteyen vatandaşlara yeni bir finansal alternatif sunmak, bu suretle finansal istikrarın sürdürülmesini ve Türk Lirası tasarruflarının özendirilmesini sağlamak amacıyla dava konusu düzenlemenin ihdas edildiği, bankaların kendi inisiyatifleri ile uygulamaya dâhil oldukları, dava konusu düzenlemenin yasal dayanağının 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu ile 5411 sayılı Bankacılık Kanunu olduğu, uygulama kapsamında ülke döviz rezervleri güçlendirilmek suretiyle dolarizasyonun engellenmesinin hedeflendiği, dava konusu düzenlemenin, güncel ekonomik ihtiyaçlar ve kamu yararı dikkate alınarak hazırlandığı, dava konusu düzenleme nedeniyle Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın zarara uğrayacağı iddiasının mesnetsiz olduğu savunulmaktadır.
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (Merkez Bankası) tarafından, usûl yönünden, uyuşmazlık konusu olayda davacının meşrû, kişisel ve güncel bir menfaati ihlâl edilmediğinden davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği, ayrıca, davaya konu iddia ve taleplerin, yerindelik denetimi yapılmasına yönelik olduğu; esas yönünden ise, dava konusu düzenlemenin, güncel ekonomik ihtiyaçlar dikkate alınarak ülke döviz rezervlerinin güçlendirilmesi amacıyla hazırlandığı, döviz tevdiat hesaplarından Türk Lirası’na dönüşen hesapları kapsadığı, olası kur farkının vergi gelirlerinden ödenmesinin söz konusu olmadığı, idarelerinin ayrı bir hukukî statüye sahip olduğu, bu kapsamda, idarelerinin bütçesinin, yıllık faaliyet raporunun, bilanço, kâr ve zarar hesaplarının hazırlanmasında, 1211 sayılı Kanun’un 22. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendi uyarınca Banka Meclisi’nin yetkili olduğu, idarelerinin 5018 sayılı Kanun’un kapsamında yer almadığı, Kanun’un ekinde yer alan cetvellerde idarelerine yer verilmediği, kaldı ki, anılan Kanun’un gerekçesinde de idarelerinin bu Kanun dışında tutulduğunun açıkça belirtildiği, idarelerinin bütçe kanunu kapsamında da yer almadığı, bütçeden kaynak almadıkları, dava konusu düzenleme kapsamında yapılacak ödemelerin, vergi gelirlerinden karşılanmasının söz konusu olmadığı, böyle bir durumun gerçekleşmesinin hukuken ve fiilen mümkün olmadığı, dava konusu düzenleme belirli kişi ya da topluluğa yönelik olmadığından eşitlik ilkesine aykırı bir durumun söz konusu olmadığı, yurt içinde yerleşik bütün gerçek kişilerin dava konusu düzenleme kapsamında olduğu, dava konusu düzenleme nedeniyle idarelerinin zarara uğrayacağı iddiasının mesnetsiz olduğu, aksine idarelerinin döviz rezervlerinin arttığı, dava konusu düzenlemenin kamu yararına uygun olduğu savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’İN DÜŞÜNCESİ :
Davacı ile dava konusu düzenleme arasında, meşru, güncel ve kişisel menfaat ilgisi bulunmadığından, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği düşünülmektedir.

DANIŞTAY SAVCISI …’UN DÜŞÜNCESİ:
Dava, 21/12/2021 tarih ve 31696 (1. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2021/14 sayılı Türk Lirası Mevduat ve Katılma Hesaplarına Dönüşümün Desteklenmesi Hakkında Tebliğ’in iptali istemiyle açılmıştır.
Dava dilekçesinde Tebliğ’in tamamının iptali istenilmiş ise de, dava dilekçesi içeriği ve öne sürülen hukuka aykırılık sebepleri dikkate alınarak iptal istemi 2021/14 sayılı Tebliğ’in 5. maddesinin ikinci fıkrası ile sınırlı olarak incelenmiştir.
Davalı idarelerin usûle ilişkin itirazı yerinde görülmemiştir.
Dava konusu Tebliğ’in “Amaç ve kapsam” başlıklı 1. maddesinin 1. fıkrasında (dava açma tarihi itibarıyla yürürlükte olan hâliyle), Tebliğ’in amacı, yurt içi yerleşik gerçek kişilerin döviz tevdiat hesaplarının ve döviz cinsinden katılım fonlarının Türk Lirası vadeli mevduat ve katılma hesaplarına dönüşmesi hâlinde mevduat ve katılım fonu sahiplerine sağlanacak desteğe ilişkin usûl ve esasları düzenlemek olarak belirlenmiş; “Dayanak” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasında, Tebliğ’in 14/01/1970 tarih ve 1211 sayılı Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu’nun 4. maddesinin üçüncü fıkrasının (I) numaralı bendinin (g) alt bendi ile 19/10/2005 tarih ve 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 144. maddesine dayanılarak hazırlandığı ifade edilmiş; “Döviz tevdiat hesapları ve katılım fonlarının vadeli Türk lirası mevduat veya katılma hesaplarına dönüşümü” başlıklı 4. maddesinde (dava açma tarihi itibarıyla yürürlükte olan haliyle), “(1) 20/12/2021 tarihinde mevcut olan ABD doları, Euro ve İngiliz Sterlini cinsinden döviz tevdiat hesapları ve döviz cinsinden katılım fonu hesapları, hesap sahibinin talep etmesi hâlinde dönüşüm kuru üzerinden Türk Lirası’na çevrilir.
(…)
(3) Banka tarafından 3 ay, 6 ay veya 1 yıl vadeli Türk Lirası mevduat veya katılma hesabı açılır.
(4) Bankanın mevduat hesabına uygulayacağı faiz oranı Merkez Bankası’nca belirlenen bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının altında olamaz. Katılma hesaplarına sağlanacak getirinin katılım bankalarının Merkez Bankası ile açık piyasa işlemleri kapsamında yaptıkları bir hafta vadeli repo işlemlerinde oluşan maliyetten düşük olması hâlinde aradaki farkı katılım bankası tek taraflı olarak karşılar.” hükmüne yer verilmiş; “Vade sonunda kur farkının ödenmesi” başlıklı 5. maddesinde (dava açma tarihi itibarıyla yürürlükte olan haliyle), “(1) Vade sonunda Türk Lirası mevduat veya katılma hesabı sahibine anapara ile faiz veya kâr payı banka tarafından ödenir.
(2) Vade sonu kurunun dönüşüm kurundan yüksek olması ve kur farkı üzerinden hesaplanan tutarın banka tarafından ödenecek faiz veya kâr payından yüksek olması durumunda, kur farkı üzerinden hesaplanan tutardan faiz veya kâr payı düşülerek hesaplanan tutar Merkez Bankası’nca mevduat veya katılma hesabı sahibine ödenmek üzere ilgili bankaya aktarılır.
(3) Türk Lirası mevduat veya katılma hesabından vadeden önce çekim yapılması hâlinde Merkez Bankası’nca kur farkına ilişkin ödeme yapılmaz.
(4) Bu uygulama kapsamında açılan Türk Lirası mevduat veya katılma hesapları bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen destekten bir defaya mahsus olarak faydalanabilir.” kuralı yer almıştır.
2021/14 sayılı Tebliğ’in dava konusu 5. maddesinin ikinci fıkrasına göre, yurt içi yerleşik gerçek kişilerin döviz tevdiat hesaplarının ve döviz cinsinden katılım fonlarının Türk Lirası vadeli mevduat ve katılım hesaplarına dönüşmesi hâlinde, vade sonu kurunun, vade başı kurundan yüksek olması nedeniyle oluşacak kur farkı üzerinden hesaplanan tutarın banka tarafından ödenecek faiz veya kâr payından yüksek olması durumunda, kur farkı üzerinden hesaplanan tutar ile faiz veya kâr payı tutarı arasındaki farkın, banka tarafından destekten faydalanan yurt içi yerleşik gerçek kişilere ödeneceği, bankaca ödenen tutarın bildirim formuna uygun olarak sistem üzerinden Merkez Bankası’na bildirilmesi üzerine ödeme yapılan tutarın destek hesabından ilgili bankaya aynı gün aktarılacağı, Merkez Bankası’nın destek hesabına yönelik aktarım talebine istinaden Hazine ve Maliye Bakanlığı’nca bu hesaba nakit kaynak aktarımı yapılacağı açıktır.
1211 sayılı Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasında, Banka’nın temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu, Banka’nın, fiyat istikrarını sağlamak için uygulayacağı para politikasını ve kullanacağı para politikası araçlarını doğrudan kendisinin belirleyeceği kurala bağlandıktan sonra dava konusu Tebliğ’in dayanakları arasında gösterilen 4. maddesinin üçüncü fıkrasının (l) numaralı bendinin (g) alt bendinde, finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ve para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almak, Banka’nın görevleri arasında sayılmış, (II) numaralı bendinin (c) alt bendinde, Banka’nın, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla bu Kanun’da belirtilen para politikası araçlarını kullanmaya, uygun bulacağı diğer para politikası araçlarını da doğrudan belirlemeye ve uygulamaya yetkili olduğu, aynı maddenin dördüncü fıkrasında ise, Banka’nın, bu Kanun’la ve mevzuatla kendisine verilen yetki ve görevlerle ilgili olarak düzenlemeler yapmaya ve bunları uygulamaya, bu düzenlemelere tabî kurum ve kuruluşlar nezdinde bunlara uygun hareket edilip edilmediğini ve kendisine gönderilen bilgilerin doğru olup olmadığını denetlemeye görevli ve yetkili olduğu kurala bağlanmıştır.
Dava konusu Tebliğ’in yasal dayanaklarından bir diğeri olan 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 144. maddesinde, “Merkez Bankası, bankaların ödünç para verme işlemleri ve mevduat kabulünde uygulanacak azamî faiz oranlarını, katılma hesaplarında kâr ve zarara katılma oranlarını, özel cari hesaplar dâhil her türlü işlemlerinden elde edecekleri ücret, masraf, komisyon ve diğer menfaatlerin nitelikleri ile azamî miktar ya da oranlarını tespit etmeye, bunları kısmen veya tamamen serbest bırakmaya yetkilidir.” hükmüne yer verilmiştir.
Görüldüğü üzere, temel amacı fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankası’nın bunu uyguladığı para politikası ve kullandığı para politikası araçları ile sağlayacağı, finansal sistemde istikrarı sağlayıcı ve para ve döviz piyasaları ile ilgili tedbirleri almakla görevli olan Banka’nın, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla 1211 sayılı Kanun’da belirtilen para politikası araçlarını kullanmaya, uygun bulacağı diğer para politikası araçlarını da doğrudan belirlemeye ve uygulamaya yetkili olduğu açıktır.
Para politikası, ekonomik büyüme, istihdam artışı ve fiyat istikrarı gibi hedeflere ulaşabilmek için paranın elde edilebilirliğini ve maliyetini etkilemeye yönelik olarak alınan kararları; fiyat istikrarı ise, para politikasının uzun dönemli temel amaçları olan büyüme ve istihdama yönelik, ekonomik birimlerin karar alma süreçlerinde etkili olmayacak ölçüde düşük ve istikrarlı bir enflasyon oranını ifade etmektedir.
Para politikasının etkinliğini önemli ölçüde arttıran finansal istikrarın sağlanamadığı durumlarda ülke ekonomisinde ve toplumsal refahta olumsuzluklar yaşanabilmektedir. Döviz talebinin yüksek olduğu durumlarda, ulusal varlıklara olan talep düşerek yabancı para veya yabancı para cinsinden varlıklara yönelim arttığından para talebinin tahmini zorlaşmakta, bu çerçevede para politikasının etkinliği azalarak finansal istikrar olumsuz etkilenebilmektedir.
Türk Lirası’nın iç ve dış değerini korumak için gerekli tedbirleri almaya ve yabancı paralar ile altın karşısındaki muadeletini tespit etmeye yönelik kur rejimini belirlemeye, ülke altın ve döviz rezervlerini yönetmeye, finansal sistemde istikrarı sağlayıcı, para ve döviz piyasaları ile ilgili düzenleyici tedbirleri almaya, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla para politikası araçları belirleyerek uygulamaya yetkili ve görevli Merkez Bankası’nca, Türk Lirası finansal araçların özendirilmesine yönelik Türk Lirası araçlara olan talebin arttırılması, finansal piyasaların daha etkin bir şekilde işlemesi, finansal piyasalarda derinliğin arttırılması, ürün çeşitliliği teşvik edilerek finansal sektörün ve ulusal ekonominin sağlıklı gelişimine katkıda bulunulması amacıyla kamu yararı gözetilerek 2021/14 sayılı Tebliğ’in hazırlandığı görülmektedir.
Bu itibarla, fiyat istikrarı ile para politikası alanındaki kamu düzeninin sağlanması, bu suretle fiyat istikrarının korunarak sürdürülmesi amacıyla ve kamu yararı gözetilerek 1211 sayılı Kanun’un 4. maddesinin üçüncü fıkrasının (I) numaralı bendinin (g) alt bendi ile 5411 sayılı Kanun’un 144. maddesine dayanılarak hazırlanan 2021/14 sayılı Tebliğ’in dava konusu 5. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında, yurt içi yerleşik gerçek kişilerin döviz tevdiat hesaplarının ve döviz cinsinden katılım fonlarının Türk Lirası vadeli mevduat ve katılma hesaplarına dönüşmesi hâlinde, vade sonu kurunun, vade başı kurundan yüksek olması nedeniyle oluşacak kur farkı üzerinden hesaplanan tutarın banka tarafından ödenecek faiz veya kâr payından yüksek olması durumunda, kur farkı üzerinden hesaplanan tutar ile faiz veya kâr payı tutarı arasındaki farkın, Merkez Bankası’nca, mevduat veya katılma hesabı sahibine ödenmek üzere ilgili bankaya aktarılması yönündeki düzenlemede hukuka aykırılık bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddi gerektiği, düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun Ek 1. maddesi uyarınca Danıştay Onüçüncü ve Onuncu Dairelerinden oluşan Müşterek Kurulca, duruşma için taraflara önceden bildirilen 25/04/2023 tarihinde, davacı vekilleri Av. … ve Av. … ‘ın; davalılar Hazine ve Maliye Bakanlığı vekili Hukuk Müşaviri … ‘in ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası vekili Av. … ‘ın geldikleri, Danıştay Savcısı’nın hazır olduğu görülmekle, açık duruşmaya başlandı. Taraflara usûlüne uygun olarak söz verilerek dinlendikten ve Danıştay Savcısı’nın düşüncesi alındıktan sonra taraflara son kez söz verilip, duruşma tamamlandı. Tetkik Hâkimi’nin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

MADDİ OLAY VE HUKUKÎ SÜREÇ :
“Türk Lirası Mevduat ve Katılma Hesaplarına Dönüşümün Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (Sayı: 2021/14)”in, 21/12/2021 tarih ve 31696 (1. Mükerrer) sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmesi üzerine davacı tarafından söz konusu Tebliğ’in iptali istemiyle bakılan dava açılmıştır.

İNCELEME VE GEREKÇE :
USÛL YÖNÜNDEN:
İLGİLİ MEVZUAT:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı” başlıklı 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, iptal davalarının idarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılacağı; “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendinde, dava dilekçesinin, davacının dava açma ehliyeti olup olmadığı yönünden inceleneceği; aynı maddenin 6. fıkrasında, yukarıdaki hususların ilk incelemeden sonra tespit edilmesi hâlinde de davanın her safhasında 15. madde hükmünün uygulanacağı; “İlk inceleme üzerine verilecek karar” başlıklı 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde, davacının, iptali istenen işlem yönünden dava açma ehliyetinin bulunmadığı anlaşıldığında davanın reddine karar verileceği kurala bağlanmıştır.
HUKUKÎ DEĞERLENDİRME:
İptal davaları, idarenin hukuka uygun davranmasını sağlayan en önemli denetim araçlarından olmakla birlikte, her idarî işleme karşı herkes tarafından iptal davası açılmasının idarî işlemlerde istikrarsızlığa neden olmaması ve idarenin işleyişinin bu yüzden olumsuz etkilenmemesi için, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunmasını öngören kanun koyucu, iptal davaları için menfaat ihlâlini subjektif ehliyet koşulu olarak aramaktadır.
İptal davalarındaki subjektif ehliyet koşulunun, doğrudan doğruya hukuk devletinin yapılandırılması ve sürdürülmesine ilişkin bir sorun olması dolayısıyla, idarî işlemlerin hukuka uygunluğunun iptal davası yoluyla denetlenmesini engellemeyecek bir biçimde anlaşılması gerekmektedir.
İptal davasının içtihat ve doktrinde belirlenen hukukî nitelikleri göz önüne alındığında; idarî işlemlerin, ancak bu idari işlemle doğrudan meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurulabilenler tarafından iptal davasına konu edilebileceğinin kabulü zorunludur. Aksi hâlde, her idarî işlemle dolaylı da olsa bir menfaat ilgisi kurulmak suretiyle dava açılmasını kabul etmek, dava konusu edilecek işlem ile dava açacak kişi arasında belli ölçüler içinde menfaat ilişkisi bulunması şartının ihlâli sonucunu doğurur.
Her olay ve davada, idarî işlemin dava açan kişinin menfaatini ihlâl edip etmediğinin takdiri de yargı mercilerine ait bulunmaktadır.
Bu itibarla, Türk Lirası Mevduat ve Katılma Hesaplarına Dönüşümün Desteklenmesi Hakkında Tebliğ (Sayı: 2021/14)’in davacının kişisel menfaatini doğrudan etkilemesinin söz konusu olmadığı, bu hâliyle davanın ehliyet yönünden reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 14. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi ile 15. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi uyarınca DAVANIN EHLİYET YÖNÜNDEN REDDİNE,
2. Ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam …-TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
3. Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca … -TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine,
4. Posta gideri avansından artan tutarın kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine,
5. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na temyiz yolu açık olmak üzere, 25/04/2023 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY :
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinde, idarî işlemler hakkında, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan davalar, iptal davaları olarak tanımlanmıştır.
İptal davasının gerek anılan maddede, gerekse içtihat ve doktrinde belirlenen hukukî nitelikleri göz önüne alındığında, idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen idarî işlemlerin ancak bu idarî işlemle meşru, kişisel ve güncel bir menfaat ilgisi kurabilenler tarafından iptal davasına konu edilebileceğinin kabulü zorunlu bulunmaktadır.
Taraf ilişkisinin kurulması için gerekli olan kişisel, meşru ve güncel bir menfaat alâkasının varlığı ise, davanın niteliğine ve özelliğine göre idarî yargı yerlerince belirlenmekte, davacının idarî işlemle ciddi ve mâkûl, maddî ve manevî bir ilişkisinin bulunduğunun anlaşılması, dava açma ehliyeti için yeterli sayılmaktadır.
Ayrıca, iptal davaları ile idarî işlemlerin hukuka uygun olup olmadığının saptanmasına, hukukun üstünlüğünün sağlanmasına, böylece de idarenin hukuka bağlılığının belirlenmesine, sonuçta hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilebilmesine olanak sağlandığından, bu davalarda menfaat ilişkisinin bu amaç doğrultusunda yorumlanması da gerekmektedir.
Anayasa’nın 68. maddesinde, siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları olduğu kurala bağlanmış, siyasî partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devlet’in bağımsızlığına, ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamayacağı hükmüne yer verilmiştir.
2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 3. maddesinde de, siyasî partilerin tanımı, “Siyasî partiler, Anayasa ve kanunlara uygun olarak; Cumhurbaşkanı, milletvekili ve mahallî idareler seçimleri yoluyla tüzük ve programlarında belirlenen görüşleri doğrultusunda çalışmaları ve açık propagandaları ile milli iradenin oluşmasını sağlayarak demokratik bir Devlet ve toplum düzeni içinde ülkenin çağdaş medeniyet seviyesine ulaşması amacını güden ve ülke çapında faaliyet göstermek üzere teşkilatlanan tüzel kişiliğe sahip kuruluşlardır.” şeklinde açıklanmıştır.
Davacı siyasî partinin ülke menfaatini gözeterek ülke çapında kamu yararı için faaliyet göstermek üzere teşkilatlanmış bir tüzel kişi olduğu ve döviz kurunda yaşanacak artış nedeniyle oluşacak farkın, ödenen vergilerden karşılanacak olması nedeniyle bu uygulamadan yararlanmayan toplumun diğer kesimlerinin ve kendisinin mağduriyet yaşayacağı belirtilmek suretiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Davacı siyasî parti tarafından ileri sürülen iddialar ve dava konusu düzenlemenin siyasî partilerin kuruluş amacı ve tanımı bakımından değerlendirildiğinde, siyasî partinin topluma siyasal program ve projelerini anlatma ve hukuk devleti ilkesi uyarınca demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak dava açmasındaki amaç dikkate alınırsa, dava konusu işlemle mâkûl menfaat ilgisinin ve dolayısıyla dava açma ehliyeti bulunduğunun kabulü gerekmektedir.
Nitekim, Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin E:2019/194 ve E:2020/3696 sayılı esaslarına kayden açılan davalarda, davacı siyasî partinin dava açma ehliyetinin varlığı kabul edilerek söz konusu davaların esası incelenmiştir.
Bu nedenle, davanın esasının incelenmesi gerektiği oyuyla, aksi yöndeki karara katılmıyoruz.