Danıştay Kararı 13. Daire 2019/3889 E. 2020/655 K. 27.02.2020 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2019/3889 E.  ,  2020/655 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2019/3889
Karar No:2020/655

TEMYİZ EDEN (DAVACI): …
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI): … Belediye Başkanlığı
VEKİLİ : Av. …
İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem : Belde belediyesi iken 6360 sayılı Kanun ile tüzel kişiliği kaldırılarak … Belediyesi’ne katılan … Belediyesi’nce gerçekleştirilen … ili, … ilçesi, … ada, “…” ve “…” parsel sayılı taşınmazların satış ihalesinin iptaline ilişkin … Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 tarih ve 86 sayılı kararının iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesi’nce verilen kararda; belde belediyesi iken 6360 sayılı Kanun ile tüzel kişiliği kaldırılarak … Belediyesi’ne katılan … Belediyesi’nce gerçekleştirilen … ili, … ilçesi, … ada, “…” ve “…” parsel sayılı taşınmazların satış ihalesinin davacı üzerinde kaldığı, ancak daha sonra satışı yapılan taşınmazların meclis üyelerinin 1. derece yakınlarına satıldığı gerekçesiyle Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 ve 86 sayılı kararı ile satışların iptal edilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı; dava konusu parsellerin 08/01/2004 tarihinde tekrar satış için ihaleye çıkarılacağının davacı tarafından öğrenilmesi üzerine bu satışın durdurulması için … Valiliği’ne dilekçe verildiği, bu dilekçe içeriğinden dava konusu işlemden haberdar olunduğunun anlaşıldığı; bu durumda, ihalenin iptaline ilişkin Encümen kararına karşı en geç 2004 yılında bu işlemi öğrendiği varsayıldığında, 30 gün içerisinde dava açması gerekirken, dava açması süresin yaklaşık 14 yıl geçmesi üzerine açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesinin mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, davanın süresinde açıldığı, ihale bedelini ödediği, akrabasının belediyede çalışması nedeniyle ihalenin iptal edildiği, belediyenin mahalle olması nedeniyle ilçe belediyesine dava açıldığı ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile Mahkeme kararının gerekçeli olarak onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
MADDİ OLAY :
Belde belediyesi iken 6360 sayılı Kanun ile tüzel kişiliği kaldırılarak … Belediyesi’ne katılan … Belediyesi’nce gerçekleştirilen … ili, … ilçesi, … ada, “…” ve “…” parsel sayılı taşınmazların satış ihalesi davacı üzerinde kalmıştır.
… Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 tarih ve 86 sayılı kararı ile satışı yapılan taşınmazların meclis üyelerinin 1. derece yakınlarına satıldığı gerekçesiyle iptaline karar verilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle 02/08/2019 tarihinde bakılan dava açılmıştır.
Öte yandan, davacı tarafından 06/01/2004 tarihli dilekçeyle, … Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 tarih ve 86 sayılı kararı ile ihalenin iptaline karar verildiği, satış iptal olmasına rağmen satış bedelinin iade edilmediği, iptal kararının hukuka aykırı olduğu, aynı taşınmazların 08/01/2004 tarihinde tekrar satışa çıkarılacağından bu satışın durdurulması için … Valiliği’ne başvuruda bulunulduğu anlaşılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin 1. fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay’da ve İdare Mahkemeleri’nde altmış ve Vergi Mahkemeleri’nde otuz gün olduğu; 8. maddesinin 1. fıkrasında, sürelerin, tebliğ, yayın veya ilan tarihini izleyen günden itibaren işlemeye başlayacağı kurala bağlanmıştır.
2577 sayılı Kanun’a sonradan eklenen ve 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe giren ”İvedi yargılama usulü” başlıklı 20/A maddesinde ise, ”1. İvedi yargılama usulü aşağıda sayılan işlemlerden doğan uyuşmazlıklar hakkında uygulanır: a) İhaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemleri… 2. İvedi yargılama usulünde: a) Dava açma süresi otuz gündür.” kurallarına yer verilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
Temyize konu Mahkeme kararında her ne kadar ihalenin iptaline ilişkin Encümen kararının davacı tarafından öğrenildiği tarih olan 06/01/2004 tarihinden itibaren 30 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, dava açma süresinin başlangıç tarihi olarak 06/01/2004 tarihinin esas alındığı, 2577 sayılı Kanun’un ivedi yargılama usulüne ilişkin 20/A maddesinin ise 28/06/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği dikkate alındığında, bakılan davada, ivedi yargılama usulüne ilişkin 30 günlük dava açma süresinin uygulanması hukuken mümkün bulunmamaktadır.
Bu itibarla, davaya konu işlemin davacı tarafından öğrenme tarihi olarak kabul edilen 06/01/2004 tarihinden itibaren genel dava açma süresi olan 60 (altmış) günlük dava açma süresi içinde dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 02/08/2019 tarihinde açılan davanın süre aşımı yönünden reddine dair temyize konu Mahkeme kararında sonucu itibarıyla hukukî isabetsizlik bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin reddine,
2. Davanın reddi yolundaki … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı temyize konu kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından anılan Mahkeme kararının yukarıda belirtilen GEREKÇEYLE ONANMASINA,
3. Temyiz giderlerinin istemde bulunan üzerinde bırakılmasına,
4. Posta giderleri avansından artan tutarın davacıya iadesine,
5. Dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine,
6. 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 27/02/2020 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY :
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu; 125. maddesinin üçüncü fıkrasında ise, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kurala bağlanmıştır.
Anayasa’nın 40. maddesine eklenen 2. fıkranın gerekçesinde, bu değişikliğin, bireylerin yargı ya da idarî makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idarî makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel kanun ya da yürürlükteki kanunlarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08/12/2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her kanunda özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idarî mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmeleri zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin 3. fıkrasıyla 40. maddesinin 2. fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla, idarî işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idarî işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresini başlatmayacaktır.
Dosyanın incelenmesinden, Belde belediyesi iken 6360 sayılı Kanun ile tüzel kişiliği kaldırılarak … Belediyesi’ne katılan … Belediyesi’nce gerçekleştirilen … ili, … ilçesi, … ada, “…” ve “…” parsel sayılı taşınmazların satış ihalesi üzerinde kalan davacı tarafından, … Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 tarih ve 86 sayılı kararı ile satışı yapılan taşınmazların meclis üyelerinin 1. derece yakınlarına satıldığı gerekçesiyle iptaline karar verilmesi üzerine bu işlemin iptali istemiyle 02/08/2019 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Dairemizin 21/11/2019 tarih ve E:2019/3889 sayılı ara kararıyla, davalı idareden, satış ihalesinin iptaline ilişkin … Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 tarih ve 86 sayılı kararının davacıya tebliğ edilip edilmediği sorulmuş, tebliğ edilmişse tebliğe ilişkin bilgi ve belgeler ile söz konusu encümen kararının/ihalenin iptali kararının davacıya bildirilmesine ilişkin yazının onaylı birer örneğinin gönderilmesi istenilmiştir.
Davalı idarenin ara kararına cevabi yazısında, istenilen bilgi ve belgelerin kayıtlarında olmadığı belirtilmiştir.
Bu itibarla, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, anılan ihalenin idarece iptal edilmesine ilişkin … Belediye Encümeni’nin 04/09/2001 tarih ve 86 sayılı kararı davacıya tebliğ edilmediği gibi, davacı tarafından haricen öğrenilen söz konusu işlemde davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında, söz konusu işlemin davacı tarafından öğrenildiği tarihte dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usûl hükümlerine uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.