Danıştay Kararı 13. Daire 2019/3157 E. 2019/3007 K. 10.10.2019 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2019/3157 E.  ,  2019/3007 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2019/3157
Karar No:2019/3007

TEMYİZ EDEN (DAVACI): …

KARŞI TARAF (DAVALI): …

İSTEMİN_KONUSU: … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem: Davacı tarafından, tarihinde açık ihale usulüyle gerçekleştirilen ihale kayıt numaralı “” ihalesine yönelik olarak tarihinde imzalanan ihale sözleşmesinin, İl Emniyet Müdürlüğü yazısı ile şirketin %100 hissesine sahip şirket ortağı ve müdürü ‘ın “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanuna Muhalefet” suçundan işlem gördüğünün belirtilmesi üzerine feshine ilişkin tarih ve sayılı işlemin iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesi’nce verilen kararda; ihale sözleşmesinin feshine ilişkin tarih ve sayılı işlemin davacı şirket yetkilisi ‘a 25/12/2018 tarihinde tebliğ edildiği, 31/12/2018 tarihinde ihale sözleşmesinin feshinin iptali istemiyle … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin sayılı dosyasına kayden dava açıldığı, adli yargı yerince hukuki yarar yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verildiği, anılan kararın kesinleştiği, davanın görev yönünden reddine ilişkin bir karar verilmediği, dolayısıyla davanın görev noktasından reddi üzerine bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceğine ilişkin kuralın bakılan davada uygulanamayacağı anlaşıldığından, dava konusu işlemin tebliğ edildiği tarih olan 25/12/2018 tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılması gerekirken bu süre geçirildikten sonra 05/07/2019 tarihinde açılan işbu davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI: Davacı tarafından, ihale tarihi itibarıyla tek ortağı ve müdürü olan şahıs hakkında “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanuna Muhalefet” iddiasıyla kamu davası ikame edildiğinden sözleşmenin feshedildiği, şahıs hakkında kesinleşmiş bir mahkumiyet hükmü bulunmadığı, herhangi bir terör örgütü ile irtibatı veya iltisakının kesin ve tereddüde yer bırakmayacak şekilde ifade edilmesinin istenildiği yazıya cevaben yalnızca açılan kamu davasının varlığının belirtildiği, masumiyet karinesinin ihlal edildiği, sözleşmenin haksız feshi ile hem ağır bir ekonomik mağduriyete uğradığı hem de ticari itibarının sarsıldığı, 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 11. maddesinin 1. fıkrasının (g) bendi kapsamında gerekli araştırmanın yapılmadığı, Emniyet Genel Müdürlüğü veya Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığı tarafından bu kapsamda olduğunun yazılı olarak bildirilmediği, sözleşmenin feshine ilişkin işlemde, işleme karşı herhangi bir idari merciye itiraz edilip edilemeyeceği, itiraz şekli ve süresinin gösterilmediği, işleme karşı dava açılması için bir yargı mercinin gösterilmediği, bu nedenlerle işlemin hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI: Davalı idare tarafından savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
USUL YÖNÜNDEN:
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir.
Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi yer almaktadır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresi işlemeye başlamaz.
Bu itibarla, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, başvuru süresi bildirilmeyen işlemlerin ilgilisine tebliği dava açma süresini başlatmayacağından, bu tür davalarda dava açma süresinin geçmesinden sonra açılan davaların süre yönünden reddedilmemesi gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, tarihinde açık ihale usulüyle gerçekleştirilen ihale kayıt numaralı “…” ihalesine yönelik olarak tarihinde imzalanan ihale sözleşmesinin, İl Emniyet Müdürlüğü yazısı ile şirketin %100 hissesine sahip şirket ortağı ve müdürü …’ın “Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkında Kanuna Muhalefet” suçundan işlem gördüğünün belirtilmesi üzerine feshine ilişkin tarih ve sayılı işleme karşı, önce tarihinde . Asliye Hukuk Mahkemesi’nde feshin haksız olduğunun tespiti ve haksız feshin iptali istemiyle dava açıldığı, bu dava sonucunda mahkemece verilen kararın kesinleşmesinden sonra 05/07/2019 tarihinde işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumda, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, davalı idare tarafından tesis edilen tarih ve sayılı işlemde davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süreleri belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında, tarih ve sayılı işlemin davacıya tebliğ edildiği tarihte dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Kullanılmayan …-TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine,
4. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 10/10/2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY:

Anayasa’nın 40/2. maddesi hükmü ile bireylerin yargı ya da idarî makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye, işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. Anayasa’nın 125. maddesinde de, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağı belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinde, idarî yargı mercilerinde idarî işlemlere karşı dava açma süresinin “altmış gün” olduğu kurala bağlanmış; 20/A maddesinde ise ivedi yargılama usulünde dava açma süresinin otuz gün olduğu öngörülmüştür.
İdarenin, Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmesi esas olmakla birlikte, ilgililere kaç gün içinde hangi mercilere başvuracaklarını bildirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumu, idarî işlemlere karşı açılan davalarda dava açma süresinin işletilmeyip, ihmal edilmesi sonucunu doğurmamalıdır. Böyle bir durumda, idarî işlemin yazılı olarak bildirilmesi üzerine dava açma süresinin hesabı açısından özel dava açma süresinin değil genel dava açma süresinin esas alınması gerekir.
Olayda; “…” ihalesine yönelik olarak tarihinde imzalanan ihale sözleşmesinin feshine ilişkin tarih ve sayılı işlemin davacı tarafından dava dilekçesinde 25/12/2018 tarihinde tebliğ alındığının beyan edildiği, 05/07/2019 tarihinde bakılan davanın açıldığı görülmektedir.
Bu itibarla, uyuşmazlığın ivedi yargılama usulüne tâbi olduğu ve dava açma süresinin otuz gün olduğu yolunda kendisine yazılı bildirim yapılmayan davacının, 25/12/2018 tarihinde öğrenmiş olduğu sözleşmenin feshine ilişkin iptali istemiyle, altmış günlük genel dava açma süresi geçtikten sonra 05/07/2019 tarihinde açtığı davanın süresinde açılmadığı görülmektedir.
Açıklanan nedenle, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin Mahkeme kararının bu gerekçeyle onanmasına karar verilmesi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.