Danıştay Kararı 13. Daire 2019/3131 E. 2020/215 K. 28.01.2020 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2019/3131 E.  ,  2020/215 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2019/3131
Karar No:2020/215

TEMYİZ EDEN (DAVACI): …
KARŞI TARAF (DAVALI): … Valiliği
VEKİLİ : Av. …
İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem : Davacı tarafından, … ili, … ilçesi, … Mahallesi’nde bulunan 240.260,68 m² yüz ölçümlü … ada, … parselde kayıtlı Hazine’ye ait taşınmazın, odun ve odun dışı orman ürünü veren türler yetiştirilmek üzere ağaçlandırılması amacıyla 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 51/g maddesi uyarınca 10 yıl süreyle kiralanmasına yönelik davalı idarece 18/07/2018 tarihinde yapılan ihalenin iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesi’nce; uyuşmazlık konusu taşınmazın ağaçlandırılmak üzere 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 51/g maddesi uyarınca 10 yıl süreyle kiralanmasına yönelik olarak 18/07/2018 tarihinde ihale yapılacağının ilan edildiği, yapılan ilanlar neticesinde dava konusu taşınmaz için iki başvuru yapıldığı, gerçekleştirilen ihalede … isimli şahsın hak sahibi olarak belirlendiği, davacının en geç ihale günü olan 18/07/2018 tarihi itibarıyla ihale kararından haberdar olduğunun kabulü gerekeceği; 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesi uyarınca ivedi yargılama usulüne tâbi olan davada dava açma süresinin otuz gün olduğu ve aynı Kanun’un 11. maddesi hükümlerinin uygulanamayacağı dikkate alındığında davacının 18/07/2018 tarihinden itibaren adli tatil hükümleri de gözetilerek en son 03/09/2018 tarihinde dava açması gerekirken, davalı idareye yapmış olduğu başvuru üzerine 09/05/2019 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine imkân bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI: Davacı tarafından, işlemin hukuka aykırı olduğu, muhtarlıktan alınan yazıda uyuşmazlık konusu ihale ile kiralanan taşınmaza ilişkin ilanın yapılmadığının görüldüğü, kiralamanın kişiye özel yapıldığı, davanın yasal süresi içerisinde açıldığı ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI: Davalı idare tarafından, dava konusu taşınmazın ağaçlandırılmak üzere kiralanması amacıyla ihaleye çıkılmasının ilgili Bakanlık tarafından uygun görüldüğü, ihale mevzuatında yer aldığı şekliyle ihale ilanlarının gerçekleştirildiği, 18/07/2018 tarihinde ihale yapılarak …’nin hak sahibi olarak belirlendiği, davanın süre yönünden reddedilmesinin hukuka uygun olduğu, davacının taşınmaz üzerinde korunması gereken herhangi üstün bir hakkının bulunmadığı belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’IN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
USUL YÖNÜNDEN:
MADDİ OLAY :
… ili, … ilçesi, … Mahallesi’nde bulunan 240.260,68 m² yüz ölçümlü, … ada … parselde kayıtlı Hazine’ye ait taşınmazın odun ve odun dışı orman ürünü veren türler yetiştirilmek üzere ağaçlandırılması amacıyla 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu’nun 51/g maddesi uyarınca 10 yıl süreyle kiralanmasına yönelik davalı idarece 18/07/2018 tarihinde ihale gerçekleştirilmiştir.
Davacı tarafından, uyuşmazlık konusu taşınmazın dava dışı …’ye kiralandığına yönelik duyumunun olduğu ve ilgili taşınmazların kendisine kiralanması gerektiğinden bahisle 20/03/2019 tarihli dilekçe ile idareye başvuru yapılmıştır.
Davalı idare tarafından, dava konusu taşınmazın 18/07/2018 tarihinde gerçekleştirilen ihale ile kiralamasının yapıldığı belirtilerek davacının başvurusu reddedilmiş, bunun üzerine 09/05/2019 tarihinde Mahkeme kaydına giren dilekçe ile bakılan dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu; 125. maddesinin üçüncü fıkrasında ise, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kurala bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin birinci fıkrasında, dava açma süresinin özel kanunlarında ayrı süre gösterilmeyen hâllerde Danıştay’da ve idare mahkemelerinde altmış gün olduğu, ikinci fıkrasının (a) bendinde, bu sürelerin idarî uyuşmazlıklarda yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başladığı; aynı Kanun’a 6545 sayılı Kanun’un 18. maddesiyle eklenen “İvedi yargılama usulü” başlıklı 20/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemlerinden doğan uyuşmazlıklarda ivedi yargılama usulünün uygulanacağı; 2. fıkrasının (a) bendinde, ivedi yargılama usulünde dava açma süresinin otuz gün olduğu; (b) bendinde ise, ivedi yargılama usulünde Kanun’un 11. maddesinin uygulanmayacağı kurala bağlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Anayasa’nın ve 2577 sayılı Kanun’un aktarılan hükümlerinin değerlendirilmesinden, ihaleden yasaklama kararları hariç ihale işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların ivedi yargılama usulüne tâbi olduğu, bu usûle tâbi olan uyuşmazlıklarda dava açma süresinin otuz gün olduğu ve dava açılmadan önce idarî işlemin kaldırılması, geri alınması, değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması istemiyle 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi kapsamında yapılacak bir başvurunun işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurmayacağı anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın 125. ve 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden başlayacağı kurala bağlanmak suretiyle dava açma süresinin başlamasında “yazılı bildirim”in esas alınması öngörülmüş olup, hak arama özgürlüğünün kullanılması bakımından, idarî işlemlerin idare tarafından ilgililere açık ve anlaşılabilir biçimde bildirilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, 2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen, dava açma süresinin hesabında bildirim yerine ilanın esas alınarak sürenin ilan tarihini izleyen günden itibaren başlamasına ilişkin kural, ilanı gereken düzenleyici işlemlere karşı açılan idarî davalara yöneliktir.
Düzenleyici işlemler dışında kalan bireysel nitelikteki idarî işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda ise, dava açma sürelerinin hesabında, işlemin ilgilisine tebliğ edildiği tarihin esas alınması gerekmekle birlikte, özellikle idarenin tesis ettiği işlemin doğrudan tarafı olmayan ve bu nedenle de idarece yazılı bildirim zorunluluğu bulunmayan kişilerin açacakları davalarda, bu kişilerin idarî işlemi öğrenme tarihinin belirlenebildiği durumlarda, öğrenme tarihinin esas alınması gerektiği yargısal içtihatlarla kabul edilmektedir. Bu itibarla, ihale kararı, ilanı gereken düzenleyici işlem olmadığından dava açma süresinin ilanla başlamayacağı ve yazılı bildirim yapılmayan hâllerde işlemin bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenildiği tarihten itibaren dava açma süresinin başlayacağı dikkate alındığında, davanın, ilan veya ihale tarihinden itibaren değil ihaleden haberdar olunduğu ve öğrenme tarihi olarak belirtilen tarihi izleyen günden itibaren süresi içinde açılıp açılmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Olayda, davacının 20/03/2019 tarihli dilekçe ile, uyuşmazlık konusu taşınmazın dava dışı üçüncü kişiye kiraya verileceğini duyduğu ve anılan taşınmazın ecrimisil karşılığında kendisine verilmesini talep ettiği görülmekle birlikte, belirtilen dilekçede üçüncü kişiye yapılan söz konusu kiralama işleminin ihale ile gerçekleştirildiğine ilişkin bilgisinin olduğuna dair herhangi bir ifade bulunmamaktadır. Bu durumda, davacının gerçekleştirilen ihaleden en geç idarenin 08/04/2019 tarihli cevap yazısı ile haberdar olduğunu kabul etmek gerekecektir.
Öte yandan, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının gerekçesinde, bu değişikliğin, bireylerin yargı ya da idarî makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idarî makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel kanun ya da yürürlükteki kanunlarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08/12/2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında, 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her kanunda özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercilerin, kanun yollarının ve sürelerinin belirtilmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idarî işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresi işlemeye başlamaz.
Bu itibarla, davacının idare tarafından gerçekleştirilen ihaleden … Valiliği’nin 08/04/2019 tarih ve 8485 sayılı cevabî işlemi ile haberdar olduğu, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, anılan ihalenin … isimli şahsın üzerinde bırakıldığının davacıya bildirilmesine ilişkin idarenin anılan yazısında, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında, söz konusu işlemin tebliğ edildiği tarihte dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 28/01/2020 tarihinde esasta oybirliğiyle, gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.

(X) GEREKÇEDE KARŞI OY :

Anayasa’nın 40/2. maddesi hükmü ile, bireylerin yargı ya da idarî makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye, işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
İdarenin Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmesi esas olmakla birlikte, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idarî işlemlere karşı açılan davalarda dava açma süresinin işletilmeyip ihmâl edilmesi sonucunu da doğurmamalıdır. Anayasa’nın 125. maddesinde, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağının belirtilmesi karşısında, usulüne uygun tebliğ olunan veya bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilen idarî işlemler üzerine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda açıkça belirtilen dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur.
2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, idare mahkemelerinde idarî işlemlere karşı dava açma süresinin kural olarak “altmış gün” olduğu; 8. maddesinde, sürenin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı; 20/A maddesinde, ivedi yargılama usulünde dava açma süresinin “otuz gün” olduğu kurala bağlanmıştır.
Olayda, davalı idarenin 08/04/2019 tarih ve 8485 sayılı yazısı ile dava konusu taşınmazın yapılan ihale ile dava dışı kişiye kiralandığının davacıya bildirildiği, davacı tarafından ise 09/05/2019 tarihinde bakılan davanın açıldığı, davacının uyuşmazlık konusu kiralama ihalesinden daha önce bilgi sahibi olduğuna dair hiçbir bilgi ve belge bulunmadığı anlaşılmıştır.
İlgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini ve uyuşmazlığın ivedi yargılama usulü kapsamında olduğunu bilmediği durumlarda 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinde öngörülen otuz günlük dava açma süresinin değil, altmış gün olan genel dava açma süresinin işletilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, genel dava açma süresi içinde davanın açıldığı anlaşıldığından, İdare Mahkemesi’nce davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın bu gerekçeyle bozulması gerektiği oyuyla, gerekçe yönünden karara katılmıyorum.