Danıştay Kararı 13. Daire 2019/2203 E. 2019/2617 K. 17.09.2019 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2019/2203 E.  ,  2019/2617 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2019/2203
Karar No:2019/2617

TEMYİZ EDEN (DAVACI): … Gıda Taşımacılık İnşaat Temizlik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti.
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI): Milli Savunma Bakanlığı
VEKİLİ : Av. …
İSTEMİN KONUSU : …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:…sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Milli Savunma Bakanlığı … Tedarik Bölge Başkanlığı’nca 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin (b) bendi kapsamında 17/07/2017 tarih ve 2017/10606 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı’nın 12. maddesine istinaden pazarlık usulü ile 22/01/2019 tarihinde gerçekleştirilen … İhale Kayıt Numaralı ”P. Okl. K.lığı (…) Erzak Dahil, Hazır Yemek Hizmeti (3 Yıllık)” ihalesi uhdesinde kalan davacı şirkete gönderilen “Alım Komisyonu Kararı”nda, teklifinin sınır değerin altında kaldığından bahisle yaklaşık maliyetin %12’si oranında kesin teminat istenmesi üzerine, davacı tarafından sınır değer belirleme usulü pazarlık ihalelerine uygun olmadığından, uygun bir katsayı oranının belirlenmesi hususunda yeniden karar alınması istemiyle 31/01/2019 tarihinde yapılan başvurunun reddine dair 13/02/2019 tarih ve E.78741 sayılı işlemin iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: …. İdare Mahkemesi’nce verilen kararda; davacı şirket tarafından, Alım Komisyonu kararında en avantajlı teklifi veren firma olarak belirlendiği, teklifinin sınır değerin altında kaldığı, bu nedenle yaklaşık maliyetin %12’si oranında kesin teminat istendiği belirtilerek, sınır değer belirleme usulünün pazarlık ihalelerine uygun olmadığından bahisle bu hususun düzeltilerek yeniden bir karar alınması istemiyle 31/01/2019 tarihinde yapılan başvurunun 13/02/2019 tarih ve E.78741 sayılı işlemle reddedildiği, bu işlemin tebliğ edildiği 20/02/2019 tarihinden itibaren 2577 sayılı Kanun’un 20. maddesi ile belirlenen 30 günlük dava açma süresi içerisinde (en geç 25/03/2019) dava açılması gerekirken, bu süre geçtikten sonra 17/04/2019 tarihinde kayda giren dilekçe ile açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, Anayasa’nın 40. maddesinde devletin işlemlerinde, ilgili kişilere hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu hususunun düzenlendiği, dava konusu işlemde davalı idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmediği, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yönünde verilen kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI :Davalı idare tarafından, İdare Mahkemesi kararının usul hükümlerine uygun olduğu belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ .,..’IN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:
İNCELEME VE GEREKÇE:
USUL YÖNÜNDEN:
MADDİ OLAY :
Milli Savunma Bakanlığı … Tedarik Bölge Başkanlığı tarafından 4734 sayılı Kamu İhale Kanunu’nun 3. maddesinin (b) bendi kapsamında pazarlık usulü ile 22/01/2019 tarihinde gerçekleştirilen ”P. Okl. K.lığı (…) Erzak Dahil, Hazır Yemek Hizmeti (3 Yıllık) ” hizmet alımı ihalesi davacı şirketin uhdesinde kalmış, davalı idare tarafından davacıya Alım Komisyonu kararı gönderilerek en avantajlı teklifi veren firma olarak belirlendiği ve teklifi sınır değerin altında kaldığından yaklaşık maliyetin %12’si oranında kesin teminat ödemesi gerektiği bildirilmiştir. Davacı tarafından sınır değer belirleme usulünün pazarlık ihalelerine uygun olmadığından bahisle uygun bir oran belirlenerek yeniden karar alınması istemiyle 31/01/2019 tarihinde yapılan başvurunun 13/02/2019 tarih ve E.78741 sayılı işlemle reddine karar verilmiş, bu işlem davacıya 20/02/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, 17/04/2019 tarihinde kayda giren dilekçe ile bakılan dava açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının gerekçesinde, bu değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel kanun ya da yürürlükteki kanunlarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08/12/2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında, 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her kanunda özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercilerin, kanun yollarının ve sürelerinin belirtilmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresini başlatmayacaktır.
Davacı tarafından, 13/02/2019 tarih ve E.78741 sayılı işlemin iptali istemiyle 17/04/2019 tarihinde bakılan davanın açıldığı, dava dilekçesinde dava konusu işlemin tebliğ tarihi olarak 20/02/2019 tarihine yer verildiği görülmekle birlikte, Dairemizin 08/07/2019 tarih ve E:2019/2203 sayılı ara kararı ile, davalı idarenin dava konusu işlemin tebliği ile birlikte işleme karşı hangi kanun yolu ve mercilerine başvurulması gerektiğini ve başvuru süresini bildirip bildirmediği hususunun sorulduğu; davalı idarenin ara kararına verdiği 30/07/2019 tarihli cevaba göre Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasına uyarınca davacının hangi kanun yollarına ve mercilere başvurabileceğinin ve dava açma süresinin belirtilmediği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, davalı idare tarafından davacıya tebliğ edilen 13/02/2019 tarihli işlerde, davacının hangi kanun yollarına ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, Mahkemece davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.
KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Kullanılmayan …-TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davacıya iadesine,
4. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine,
5. 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 17/09/2019 tarihinde esasta oybirliğiyle, gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.

(X) GEREKÇEDE KARŞI OY :
Anayasa’nın 40/2. maddesi hükmü ile bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye, işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
İdarenin Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmesi esas olmakla birlikte, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idari işlemlere karşı açılan davalarda dava açma süresinin işletilmeyip, ihmal edilmesi sonucunu da doğurmamalıdır. Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağının belirtilmesi karşısında, usulüne uygun tebliğ olunan veya bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilen idari işlemler üzerine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda açıkça belirtilen dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur.
2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, idarî yargı mercilerinde idari işlemlere karşı dava açma süresinin kural olarak “altmış gün” olduğu, 8. maddesinde sürenin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, 20/A maddesinde ivedi yargılama usulünde dava açma süresinin otuz gün olduğu kurala bağlanmıştır.
Olayda, dava konusu işlemin 22/02/2019 tarihinde davacıya tebliğ edildiği, 17/04/2019 tarihinde bakılan olan davanın açıldığı görülmektedir.
İlgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini ve uyuşmazlığın ivedi yargılama usulü kapsamında olduğunu bilmediği durumlarda 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinde öngörülen otuz günlük dava açma süresinin değil, genel dava açma süresinin işletilmesi gerekmektedir.
Bu durumda, genel dava açma süresi içinde davanın açıldığı anlaşıldığından, İdare Mahkemesi’nce davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın bu gerekçeyle bozulması gerektiği oyuyla, gerekçe yönünden karara katılmıyorum.