Danıştay Kararı 13. Daire 2018/270 E. 2019/285 K. 07.02.2019 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2018/270 E.  ,  2019/285 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2018/270
Karar No:2019/285

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : …
VEKİLİ : …
KARŞI TARAF (DAVALI) : …
VEKİLİ : …
İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: … Su ve Kanalizasyon İdaresi (…) Genel Müdürlüğü’nün … ihale kayıt numaralı, “… İlçesi … Mahallesi … ile … Bulvarı Kanalizasyon ve Yağmur Suyu İnşaatı İşi” ihalesinin iptaline ilişkin 28/07/2017 tarihli kararın iptali istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesi’nce; davacının … Genel Müdürlüğü’nün 2017/229323 ihale kayıt numaralı, “… İlçesi … Mahallesi … ile … Bulvarı Kanalizasyon ve Yağmur Suyu İnşaatı İşi” ihalesine teklif vererek katıldığı, ihale komisyonun 21/07/2017 tarihli kararı ile bütün teklifler reddedilerek ihalenin iptaline karar verildiği, kararın ihale yetkilisince 28/07/2017 tarihinde onaylanarak aynı tarihte EKAP üzerinden davacıya bildirildiği, davacı tarafından ihale komisyonunun 21/07/2017 tarihli kararının iptali istemiyle … tarihinde Mahkemenin … esas sayılı dosyasında dava açıldığı, dosyada 28/09/2017 tarih ve 2017/1041 sayılı karar ile dilekçenin reddine karar verildiği, anılan Mahkeme kararı üzerine yasal süre içerisinde dilekçe yenilenerek anılan ihalenin iptaline ilişkin 28/07/2017 tarihli işlemin iptali istemiyle davanın açıldığı, dava konusu edilen ihalenin iptali kararının mevzuat hükümleri gereğince ivedi yargılama usulüne tabi olduğu, ivedi yargılama usulü uygulanan uyuşmazlıklarda dava açma süresinin 30 gün olduğu, davacının EKAP üzerinden yapılan bildirim ile işlemi 28/07/2017 tarihinde öğrendiği, bu halde 30 gün olan dava açma süresinin son gününün çalışmaya ara verme zamanına rastladığı da dikkate alınarak davanın en geç 07/09/2017 tarihinde açılması gerekirken 21/09/2017 tarihinde açıldığı anlaşıldığından, süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, 28/07/2017 tarihinde ihalenin iptaline karar verildiği ve bu kararın davacıya tebliğ edildiği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda idare mahkemelerinde dava açma süresinin 60 gün olarak düzenlendiği, ihalenin iptali kararının davacı şirkete 28/07/2017 tarihinde tebliğ edildiği, davanın ise 21/09/2017 tarihinde yani 60 gün içerisinde açıldığı, ihalenin iptali işleminin ivedi yargılama usulüne tâbi olmadığı, 60 gün içinde açılan davanın süresinde olduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, mahkemenin davanın süre yönünden reddi kararının usul hükümlerine uygun olduğu belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.
DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’İN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
USUL YÖNÜNDEN:
MADDİ OLAY :
… Genel Müdürlüğü’nün 2017/229323 ihale kayıt numaralı, “… İlçesi … Mahallesi … ile … Bulvarı Kanalizasyon ve Yağmur Suyu İnşaatı İşi” ihalesinde, ihale komisyonunun 21/07/2017 tarihli kararı ile bütün teklifler reddedilerek ihalenin iptaline karar verilmiş, anılan karar ihale yetkilisince 28/07/2017 tarihinde onaylanarak aynı gün EKAP üzerinden ihaleye katılan davacıya bildirilmiş, davacı tarafından ihale komisyonunun 21/07/2017 tarihli kararının iptali istemiyle 21/09/2017 tarihinde dava açılmış, dosyada … tarih ve E:…, K:… sayılı karar ile dava dilekçesinin reddine karar verilmiş, anılan karar üzerine yasal süresi içerisinde dava dilekçesi yenilenerek anılan ihalenin iptaline ilişkin 28/07/2017 tarihli işlemin iptali istemiyle dava açılmıştır.
İLGİLİ MEVZUAT:
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi yer almıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının gerekçesinde, bu değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel kanun ya da yürürlükteki kanunlarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her kanunda özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtilmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresini başlatmayacaktır.
Dava konusu işlemde yer verilen “Bu kararın bildiriminden itibaren 4734 sayılı Kanunun 55. ve 56. maddeleri ile İhalelere Yönelik Başvurular Hakkında Yönetmelikte belirtilen süreler veya 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununda yer alan dava açma süreleri dikkate alınacaktır.” ifadeleri ile dava konusu işleme karşı başvurulacak kanun yolları ve başvuru süreleri gösterilmiş sayılamayacağından, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki yükümlülüğün yerine getirilmediği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, davalı idare tarafından davacıya tebliğ edilen 28/07/2017 tarihli yazıda, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, Mahkemece davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 07/02/2019 tarihinde esasta oybirliğiyle, gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.

(X) GEREKÇEDE KARŞI OY :

Anayasa’nın 40/2. maddesi hükmü ile bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye, işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
İdarenin Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmesi esas olmakla birlikte, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idari işlemlere karşı açılan davalarda dava açma süresinin işletilmeyip, ihmal edilmesi sonucunu da doğurmamalıdır. Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağının belirtilmesi karşısında, usulüne uygun tebliğ olunan veya bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilen idari işlemler üzerine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda açıkça belirtilen dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur.
2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, idarî yargı mercilerinde idari işlemlere karşı dava açma süresinin kural olarak “altmış gün” olduğu, 8. maddesinde sürenin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren başlayacağı, 20/A maddesinde ivedi yargılama usulünde dava açma süresinin otuz gün olduğu kurala bağlanmıştır.
Olayda, ihalenin iptali kararının 28/07/2017 tarihinde öğrenildiği, 21/09/2017 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı görülmektedir.
İlgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini ve uyuşmazlığın ivedi yargılama usulü kapsamında olduğunu bilmediği durumlarda 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinde öngörülen otuz günlük dava açma süresinin değil, genel dava açma süresinin işletilmesi gerekmektedir.
Bu durumda, genel dava açma süresi içinde davanın açıldığı anlaşıldığından, İdare Mahkemesi’nce davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın bu gerekçeyle bozulması gerektiği oyuyla, gerekçe yönünden karara katılmıyorum.