Danıştay Kararı 13. Daire 2015/5585 E. 2018/343 K. 08.02.2018 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2015/5585 E.  ,  2018/343 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2015/5585
Karar No:2018/343

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): …
Karşı Taraf (Davalı) : …
Vekili : …
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11. maddesinin 1. fıkrası uyarınca üst makamlara başvurulduğu, … Ajansı tarafından, ihaleyi gerçekleştiren idare ile anlaşma sağlanması amacıyla 17.03.2015 tarihinde ön görüşmeye davet edildikleri, ihale şartnamesinde belirtilen 90 günlük sürenin bu tarihten itibaren başlaması gerektiği, bu durumda dava açma süresinin aşılmasının mümkün olmadığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hâkimi … ‘nın Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava; ‘nce gerçekleştirilen “… Eğitim, İnovasyon ve Test Merkezi Projesi-BİM Binası Etüd ve Projelendirme Alımı İşi” ihalesinin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; anılan ihalenin 15.01.2015 tarihinde gerçekleştirildiği, davacı şirket tarafından 19.01.2015 tarihinde dava konusu ihale işlemine itiraz edilerek “ihale kararının yok sayılarak düzeltme” istenildiği, davacı şirketin bu talebinin davalı idarenin 27.01.2015 tarih ve … sayılı işlemi ile reddedilerek 06.02.2015 tarihinde davacı şirkete tebliğ edildiği görüldüğünden, davacı şirketin 19.01.2015 tarihli başvurusunun reddine ilişkin işlemin davacı şirkete tebliğ edildiği 06.02.2015 tarihinden itibaren 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten sonra 22.05.2015 tarihinde dava açıldığı anlaşılmış olup; bu durumda, davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenmesine hukuken imkân bulunmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Belirtilen Anayasa hükümleri ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin 3. fıkrasıyla, 40. maddesinin 2. fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin 3. fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen 2. fıkrasında ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilir. Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla, idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresini başlatmayacaktır.
Dosyanın incelenmesinden, ‘nce gerçekleştirilen “… Eğitim, … ve … Projesi-BİM Binası Etüd ve Projelendirme Alımı İşi” ihalesine ilişkin olarak davalı idarece 16.01.2015 tarih ve … sayılı ve 20.01.2015 tarih ve … sayılı yazılarla davacı şirkete, tekliflerinin uygun bulunan teklifler içerisinde en ekonomik teklif olmadığı ve ihalenin hangi şirket üzerinde bırakıldığının bildirildiği, ancak anılan yazılarda, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresinin belirtilmediği; davacının 19.01.2015 ve 07.02.2015 tarihli yazılarıyla anılan ihaleye itiraz başvurusunda bulunduğu, ancak davacının itiraz başvurularının davalı idarece reddedilmesi üzerine davacı tarafından anılan ihalenin iptali istemiyle 22.05.2015 tarihinde dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu kurala bağlayan Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, ihaleyi yapan idarece, ihale sonucunun davacıya bildirilmesine ilişkin işlemde, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve süreleri açık olarak belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlal edilmiş olması karşısında, bakılan davada süre aşımından söz edilemeyecek olup, uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında usule uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 08.02.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY:
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde belirtilen nedenlerin hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasına karar verilmesi gerektiği oyuyla karara katılmıyorum.