Danıştay Kararı 13. Daire 2015/4148 E. 2018/1230 K. 02.04.2018 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2015/4148 E.  ,  2018/1230 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2015/4148
Karar No:2018/1230

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): …
Vekili : …
Karşı Taraf (Davalı) : …
Vekili : …
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; davalı idare tarafından sistem kullanım anlaşması uyarınca tesis edilen fider cezalarının iptali istemiyle açılan davaların hangi yargı kolunda görüleceğine ilişkin olarak Uyuşmazlık Mahkemesi’nin birbirine zıt kararlar verdiği; Uyuşmazlık Mahkemesi’nce 13.05.2013 tarihli kararında adli yargı kolunun, 02.06.2014 tarihli kararında ise, idari yargı kolunun görevli olduğuna ilişkin kararlar verildiği; bu kapsamda dava konusu işlemin tesis edildiği tarihteki Uyuşmazlık Mahkemesi kararı dikkate alındığında uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu, adli yargı kolunda 10 yıllık dava açma süresi göz önünde bulundurularak hareket edildiği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi … ‘nın Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava, …-TL tutarındaki 22.10.2013 tarihli sistem kullanım ceza faturasının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; davalı idare tarafından, Sistem Kullanım Anlaşması’nın 9. maddesi ve İletim Sistemi Sistem Kullanım ve Sistem İşletim Tarifelerini Hesaplama Yöntem Bildirimi’nin 1.4. maddesindeki düzenlemenin Eylül 2013 döneminde davacı şirketçe ihlâl edildiğinden bahisle düzenlenen ceza faturasının ödenmesinin 23.10.2013 tarih ve … sayılı işlem ile davacı şirketten istenildiği, bu işlem ve ekinde yer alan faturanın davacı şirkete 28.10.2013 tarihinde tebliğ edildiği, davacı şirket tarafından 04.11.2013 tarihli dilekçe ile faturaya ve faturaya konu tutara itiraz edildiği, 12.11.2013 tarih ve … sayılı işlem ile davacının itirazının reddedildiği, davacı şirketçe, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesi kapsamında davalı idareye yapılan bir başvurunun bulunmadığı ve bakılmakta olan davadan önce adli yargı yerlerinde dava açılmadığı hususları bir arada dikkate alındığında, davacı şirket tarafından söz konusu işlemlerin tebliğ ve öğrenilmesi tarihinden itibaren en geç altmış gün içerisinde idareye yapılan başvuru üzerine 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesinde öngörülen sürede dava açılması gerekirken, bu süre geçirildikten çok sonra Uyuşmazlık Mahkemesince verilen kararın yeni bir hukukî durum oluşturduğundan bahisle 18.08.2014 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan işin esasının incelenmesine imkân bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, bu karar davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi yer almıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresi işlemeye başlamaz.
Bu itibarla, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, başvuru mercii ve süresi bildirilmeyen işlemlerin ilgilisine tebliği dava açma süresini başlatmayacağından, bu tür davalarda dava açma süresinin geçmesinden sonra açılan davalar süre yönünden reddedilmeyip işin esasının incelenmesi gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, davacı şirkete sistem kullanım ceza ücreti uygulanmasına yönelik Eylül 2013 dönemine ait 23.10.2013 tarih ve … sayılı yazı ile bildirilen faturanın iptali istemiyle açılan davada, söz konusu işlemin tebliğ edildiği 28.10.2013 tarihinden sonra 04.11.2013 tarihinde işleme karşı itiraz edildiği, idare tarafından Eylül 2013 dönemine ilişkin itiraza cevap verilmemesi üzerine 18.08.2014 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumda, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, davalı idare tarafından davacıya gönderilen 23.10.2013 tarih ve … sayılı davalı idare işlemi ile eki 22.10.2013 tarihli faturada, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında, 23.10.2013 tarih ve … sayılı davalı idare işlemi ile eki 22.10.2013 tarihli faturanın davacıya tebliğ edildiği tarihte dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, Mahkemece işin esasının incelenmesi gerekirken davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 02.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.