Danıştay Kararı 13. Daire 2015/4085 E. 2018/338 K. 08.02.2018 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2015/4085 E.  ,  2018/338 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2015/4085
Karar No:2018/338

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): …
Vekili : …
Karşı Taraf (Davalı) : …
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; tebligatın usulüne uygun olarak yapılmadığı, şirketin yönetim kurulu üyelerine veya mesul müdürüne yapılması gerektiği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi … ‘nın Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava; … Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü Çocuk Evleri Koordinasyon Merkezi Müdürlüğü’nce 12.12.2014 tarihinde gerçekleştirilen “18 Kişilik Bakım Elemanı Hizmet Alım İşi” ihalesinin iptal edilmesine ilişkin 16.12.2014 tarihli ihale komisyonu kararının iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; dava konusu işlemin iptali istemiyle … İdare Mahkemesi Başkanlığı nezdinde 19.01.2015 tarihinde kaydı girilen dilekçe ile görülmekte olan işbu davanın açıldığı, 17.12.2014 tarihinde tebliğ edilen dava konusu komisyon kararına karşı 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20/A maddesi uyarınca 30 (otuz) günlük dava açma süresinin son günü olan 16.01.2015 tarihine kadar dava açılması gerekmekte iken, dava açma süresinin son günü olan 16.01.2015 tarihinden sonra 19.01.2015 tarihinde açılan işbu davanın esasının süre aşımı nedeniyle incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiş, bu karar davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Belirtilen Anayasa hükümleri ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının, işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin 3. fıkrasıyla, 40. maddesinin 2. fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin 3. fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen 2. fıkrasında ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilir. Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla, idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresini başlatmayacaktır.
Dosyanın incelenmesinden, … Aile ve Sosyal Politikalar İl Müdürlüğü Çocuk Evleri Koordinasyon Merkezi Müdürlüğü’nce 12.12.2014 tarihinde gerçekleştirilen “18 Kişilik Bakım Elemanı Hizmet Alım İşi” ihalesinde, davacı şirketin teklifinin, ekonomik açıdan en avantajlı teklif olarak belirlendiği, ancak teklifin yaklaşık maliyete uygun olmadığı gerekçesiyle 16.12.2014 tarihli ihale komisyonu kararıyla ihalenin iptaline karar verildiği, ihalenin iptaline ilişkin olarak düzenlenen 16.12.2014 tarih ve … sayılı yazı ve yazı ekinde yer alan 16.12.2014 tarihli ihale komisyonu kararının 17.12.2014 tarihinde davacı şirket adına …’e elden tebliğ edildiği; söz konusu yazı ve eki ihale komisyonu kararı incelendiğinde, davacı şirket teklifinin ekonomik açıdan en avantajlı teklif olduğu, yapılan değerlendirme sonucunda davacı şirket teklifinin yaklaşık maliyete uygun olmadığı ve ihalenin iptal edildiğinin bildirildiği, ancak anılan yazı ve ekinde davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresinin doğru olarak belirtilmediği; söz konusu bildirim üzerine davacı tarafından ihalenin iptali işleminin iptali istemiyle 19.01.2015 tarihinde dava açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu kurala bağlayan Anayasa’nın 40. maddesinin 2. fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, ihaleyi yapan idarece, ihalenin iptaline ilişkin kararın davacıya bildirilmesine ilişkin işlemde, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve süreleri doğru olarak belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlal edilmiş olması karşısında, bakılan davada süre aşımından söz edilemeyecek olup, uyuşmazlığın esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında usule uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 08.02.2018 tarihinde esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :
Anayasa’nın 40/2. maddesi hükmü ile bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye, işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
İdarenin Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmesi esas olmakla birlikte, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idari işlemlere karşı açılan davalarda dava açma süresinin işletilmeyip, ihmal edilmesi sonucunu da doğurmamalıdır. Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağının belirtilmesi karşısında, usulüne uygun tebliğ olunan veya bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilen idari işlemler üzerine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda açıkça belirtilen genel dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur.
2577 sayılı Kanun’un 7. maddesinde, idari yargı mercilerinde idari işlemlere karşı dava açma süresinin kural olarak “altmış gün” olduğu kurala bağlanmıştır.
Olayda; ihalenin iptaline ilişkin olarak düzenlenen 16.12.2014 tarih ve … sayılı yazı ve yazı ekinde yer alan 16.12.2014 tarihli ihale komisyonu kararının 17.12.2014 tarihinde davacı şirket adına … ‘e elden tebliğ edildiği, davacı şirket tarafından söz konusu işlemin iptali istemiyle 19.01.2015 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı ve dava dilekçesinde de işlemin tebliğ tarihinin 17.12.2014 tarihi olarak belirtildiği görülmektedir.
Dava konusu işlemde ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerinin belirtilmediği durumlarda, 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinde öngörülen otuz günlük dava açma süresinin değil, altmış günlük genel dava açma süresinin işletilmesi gerekmektedir. Bu durumda, altmış günlük dava açma süresi içerisinde açılan davada süre aşımı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmadığından, kararın yukarıdaki gerekçe ile bozulması gerektiği kanaatine ulaşılmıştır.