Danıştay Kararı 13. Daire 2015/2422 E. 2015/3718 K. 02.11.2015 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2015/2422 E.  ,  2015/3718 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2015/2422
Karar No:2015/3718

MÜDAHALE İSTEMİ HAKKINDA KARAR
….tarafından, … İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü tarafından 07.08.2014 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan “… İli … İlçeleri Muhtelif Köy Yolları Üst Temel Yapımı ve HDPE Koruge Boru Döşemesi” ihalesine ilişkin olarak davacı şirketin Kamu İhale Kurumu’na yaptığı itirazen şikâyet başvurusunun reddine ilişkin 21.11.2014 tarih ve 2014/UY.IV-3789 sayılı Kamu İhale Kurulu kararının iptali istemiyle Kamu İhale Kurumu’na karşı açılan davada dava konusu işlemin iptali yolundaki … 3. İdare Mahkemesinin … günlü, E:… sayılı kararının temyiz aşamasında … tarafından verilen davalı yanında davaya müdahale istemini içeren dilekçesi incelenerek gereği görüşüldü:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde, üçüncü kişilerin davaya katılması konusunda Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüş olup; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 66. maddesinde de, üçüncü kişinin, davayı kazanmasında hukukî yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabileceği kurala bağlanmıştır.
Yargılama usulleri ve bu usullerle çözüme bağlanacak uyuşmazlıkların birbiriyle yakın ilişki içinde oldukları, medeni yargılama hukukunun, özel hukuk alanında, tarafların öznel haklarının çatıştığı uyuşmazlıkların çözümünde uygulanacağı, idari yargılama hukukunun ise idari işlem ve eylemlerin hukuka uygunluğunun yargı yolu ile denetlenmesinde uygulanacağı ve öznel hakların korunması amacına değil, idarenin hukuka uygunluğunun sağlanması ile kamu yararının gerçekleşmesine hizmet edeceği açıktır.
Doğrudan kamu yararının gerçekleşmesi amacına hizmet eden idari yargılama hukukunda “kendiliğinden araştırma ilkesi” geçerlidir ve hâkim, medeni yargılama hukukuna göre daha etkin bir konumdadır. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun (İYUK) 20. maddesinde düzenlenen bu ilkeye göre, medeni yargılama hukukundan farklı olarak, mahkeme, davadaki olguları ve delilleri kendiliğinden araştırır. Medeni yargılama hukukunda ise delilleri taraflar toplar ve mahkemeye sunar.
Bu iki yargılama hukukunun birbirinden ayrışık olmasına ve farklı usul kanunları bulunmasına rağmen, idari yargılama hukuku (İYUK 31. madde) bazı konularda medeni yargılama hukukuna atıf yapmıştır. Bu atıfla birlikte Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) düzenlenen kimi kurumlar idari yargılamanın özellikleri dikkate alınarak uygulanmaktadır.
HMK’nın “taraflarca hazırlama ilkesine” göre düzenlenen fer’i müdahale kurumunun, idari yargılamanın kendine özgü kuralları dikkate alınmadan uygulanması halinde kamu yararının gerçekleşmesinde bir kısım sıkıntılar yaşanabilecektir.

Üçüncü kişilerin davaya müdahalesi, idari yargının özellikleri ve temel ilkeleri açısından özel hukuktan farklı olarak anlaşılması ve uygulanması gereken bir usul müessesesidir. Bu bağlamda, idari yargının tek ve nihaî amacının taraflar arasındaki uyuşmazlığı çözmek olmadığı, aynı zamanda idarenin hukuka uygun hareket etmesini sağlamak olduğunun göz önüne alınması gerekmektedir.
Örneğin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde feragat konusunda 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı kurala bağlanmış, 6100 sayılı Kanun’un 311. maddesinde, feragatin, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuracağı belirtilmiş, 310. maddesinde, feragat ve kabulün, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği düzenlenmiş, 309. maddesinin ikinci fıkrasında ise, feragatin hüküm ifade etmesinin, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı açıkça belirtilmiş olmasına rağmen, yerleşik Danıştay içtihatlarında kamusal yönü ağır basan düzenleyici işlemler, imar planları vb. işlemlerin iptali istemiyle açılan davalarda, işlemin hukuka aykırılığının hükme bağlanmasından sonra, davadan feragat edilmiş olması durumunda feragatin hüküm ve sonuç doğurmayacağı, mahkemenin yargılamaya devam edeceği kabul edilmektedir. Bu durum 2577 sayılı Kanun’un 31. maddesinin yapmış olduğu atıf nedeniyle 6100 sayılı Kanun’un idari yargıda uygulanan hükümlerinin ancak idari yargının mahiyetine uygun düştüğü şekilde uygulanabileceğinin açıkça göstergesidir.
Öte yandan, temyiz ve karar düzeltme aşamasında (kanun yolunda), dosyanın çözümüne yönelik olarak Danıştay daireleri tarafından ara kararları yapıldığı, ara kararlarına verilen yanıtlar üzerine ilk derece mahkeme kararlarının onandığı veya bozulduğu da bilinen bir gerçektir.
Buna göre, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 20. maddesinde düzenlenen “kendiliğinden araştırma ilkesi” göz önünde bulundurulduğunda, hukuki yararının bulunması kaydıyla, üçüncü kişinin davaya müdahalesinin, kanun yolu dâhil olmak üzere davanın her aşamasında olabileceğinin kabulü, idari yargılama hukukunun temel ilkelerine uygun düşmektedir.
Dosyanın incelenmesinden; müdahale isteminde bulunan …. yukarıda sözü edilen koşulları taşıdığı anlaşıldığından, davalı idare yanında, davanın bulunduğu noktadan itibaren müdahale isteminin kabulüne, 02.11.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY : 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinde; üçüncü şahısların davaya katılması, halinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Fer’î Müdahale” başlıklı 66. maddesinde; üçüncü kişinin, davayı kazanmasında hukuki yararı bulunan taraf yanında ve ona yardımcı olmak amacıyla, tahkikat sona erinceye kadar, fer’î müdahil olarak davada yer alabileceği kurala bağlanmıştır. 6100 sayılı Kanun’un üçüncü kısmında yazılı yargılama usulü düzenlenmiş olup, bu hükümlere göre yazılı yargılamada 5 temel aşama bulunmaktadır. Bu aşamalar sırasıyla, davanın açılması (md. 118 vd.) ve karşılıklı dilekçelerin verilmesi (md. 126-136), ön inceleme (md. 137-142), tahkikat (md. 143-183), tahkikatın sona ermesi (md-184-186), sözlü yargılama ve son olarak da hüküm (md.294.vd.) aşamaları olarak belirlenmiştir. Tahkikat aşaması dilekçeler teatisi ve ön inceleme sonrası bir aşama olup bu aşamada tarafların davada ileri sürdükleri bütün iddia ve savunmalar birlikte incelenmekte, davanın yeterince aydınlandığı kanaatine varılması halinde hüküm için sözlü yargılama aşamasına geçilmektedir. Bu hususa ilişkin 6100 sayılı Kanun’un “Tahkikatın Sona Ermesi ” başlıklı 184. maddesinde; “(1) Hâkim, tarafların iddia ve savunmalarıyla toplanan delilleri inceledikten sonra, duruşmada hazır bulunan taraflara tahkikatın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için söz verir. (2) Mahkeme tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini taraflara tefhim eder.”; “Toplu Mahkemelerde Tahkikatın Sona Ermesi” başlıklı 185. maddesinde ise “(1) Toplu mahkemelerde, tahkikatı yapmakla görevlendirilen hâkim, tahkikatın tamamlandığı kanaatine varırsa, tarafların davanın tümü hakkında açıklama yapabilmeleri için dosyayı mahkeme başkanına verir. (2) Toplu mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse tahkikat için görevlendirilen hâkim tarafından dinlenen tanıkları ve bilirkişiyi tekrar çağırıp dinleyebileceği gibi, davanın maddi vakıaları hakkında gösterilen ve mahkemeye verilememiş veya getirtilmemiş olan delillerin verilmesini veya getirtilmesini de kararlaştırabilir. Kurul, eksik gördüğü tahkikatı kendisi tamamlayabileceği gibi hâkimlerden birine de verebilir. (3) Toplu mahkeme, tarafların tahkikatın tümü hakkındaki açıklamalarından sonra, tahkikatı gerektiren bir husus kalmadığını görürse, tahkikatın bittiğini tefhim eder.” ; 186. maddesinde ise “(1) Mahkeme, tahkikatın bitiminden sonra, sözlü yargılama ve hüküm için tayin olacak gün ve saatte mahkemede hazır bulunmalarını sağlamak amacıyla iki tarafı davet eder. Taraflara çıkartılacak olan davetiyede, belirlenen gün ve saatte mahkemede hazır bulunmadıkları takdirde yokluklarında hüküm verileceği hususu bildirilir. (2) Sözlü yargılamada mahkeme, taraflara son sözlerini sorar ve hükmünü verir” kuralına yer verilmiştir. Öte yandan, 6100 sayılı Kanun’un 341. ve devamındaki maddelerinde kanun yolları düzenlenmiş, istinaf kanun yolunda belirli hallerde tahkikat yapılabileceği yönünde hükümler bulunmakla birlikte temyiz kanun yolunda tahkikata ilişkin herhangi bir hüküm yer almamıştır. Diğer taraftan, istinaf kanun yolunda tahkikat mümkün olmasına ve Kanun’un 360. maddesinde; bu bölümde aksine hüküm bulunmayan hâllerde, ilk derece mahkemesinde uygulanan yargılama usulünün, bölge adliye mahkemesinde de uygulanacağı hükmü yer almasına rağmen, istinaf kanun yoluna ilişkin olarak “Yapılamayacak İşlemler” başlıklı 357. maddede; bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinde davaya müdahale talebinde bulunulamayacağı kurala bağlanmıştır. Bu itibarla, davaya müdahalenin tahkikat aşaması sonuçlanıncaya kadar yapılabileceği, temyiz aşamasında tahkikatın düzenlenmediği ve bu aşamada davaya müdahalede bulunulamayacağı açıktır. Kaldı ki istinaf kanun yolunda tahkikat bazı hallerde mümkün olmasına rağmen davaya müdahalenin yapılamayacağı açıkça kurala bağlandığından, istinaf kanun yolunda yapılamayacağı öngörülen müdahalenin evleviyetle temyiz kanun yolunda da yapılamayacağı açıktır. 2577 sayılı Kanun’un davaya müdahale konusunda atıf yaptığı 6100 sayılı Kanun’da hal böyle olmakla birlikte, meselenin idari yargılama usulü ve bu yargılama usulünün ilkeleri açısından da değerlendirilmesi gerekmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda yargılama aşamalarına ilişkin olarak genel hatlarıyla idari yargılama usulünün özellikleri de dikkate alınarak 6100 sayılı Kanun ile benzer düzenlemelere yer verilmiş, 3. maddesinde “davanın açılması”, 14. maddesinde “ilk inceleme”, 16. maddesinde “dilekçelerin teatisi”, 20. maddesinde “dosyaların incelenmesi” ve 22. maddesinde “dosyaların karara bağlanması” aşamaları düzenlenmiştir. İdari yargılama usulünde tahkikat müessesesi benzeri düzenleme Kanun’un “Dosyaların İncelenmesi” başlıklı 21. maddesinde yer almış olup, bu maddede Danıştay ile idare ve vergi mahkemelerinin, bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeleri kendiliklerinden yapacakları, Mahkemelerin belirlenen süre içinde lüzum gördükleri evrakın gönderilmesini ve her türlü bilgilerin verilmesini taraflardan ve ilgili diğer yerlerden isteyebilecekleri, hükmü yer almış, “Davaların Karara Bağlanması” başlıklı 22. maddede ise konular aydınlandığında meselelerin sırasıyla oya konulacağı ve karara bağlanacağı hükümleri yer almıştır. Belirtilen yasa hükümlerinin birlikte değerlendirilmesinden, yargılama usulündeki temel mantıktan hareketle, davanın açılması, ilk inceleme, uyuşmazlığın ve bu anlamda davanın aydınlatılması ve hüküm aşamalarının her iki yargılama usulünde de geçerli olduğu, bu aşamaların gerçekleştiriliş usulünde bazı farklılıkların bulunduğu, bu noktada idari yargılamada medeni yargılamadan farklı olarak uyuşmazlığın aydınlatılmasında kural olarak “re’sen araştırma ilkesinin” cari olduğu anlaşılmaktadır. (medeni yargılamada da re’sen araştırma ilkesinin geçerli olduğu davalar mevcuttur; bunlara örnek olarak 6100 sayılı Kanun’un 385. maddesi gereği tüm çekişmesiz yargı işleri, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesi uyarınca boşanma davaları, 284. maddesi uyarınca soybağına ilişkin davalar, 160. maddesi uyarınca evlenmenin butlanı davaları, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 29. ve 30. maddeleri uyarınca kadastro davaları sayılabilir, buna ek olarak Yargıtay istikrar kazanmış içtihatlarıyla, sosyal güvenlik hukukuna ilişkin davalarda da re’sen araştırma ilkesinin uygulanması gerektiğini kabul etmektedir. Örneğin: Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 01.11.2011 tarih ve E:2010/7391, K:2011/15207 sayılı kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 21.09.2011 tarih ve E:2011/10-527, K:2011/552 sayılı kararı) Medeni yargılamadaki tahkikat aşamasının karşılığı olan dosyaların incelenmesi aşamasının; idari yargılamada karar aşamasına gelinceye kadar iddiaların ve savunmaların değerlendirilmesi ve gerekli görülen eksikliklerin veya aydınlatılmaya muhtaç noktaların re’sen araştırma ilkesi çerçevesinde araştırılması mümkün olduğundan hüküm verilinceye kadar sürdüğü anlaşılmaktadır. İdari yargılama usulünde tahkikatın sona ermesi ile hükmün verilmesi aşamaları birbirinden ayrılamaz/bitişik aşamalar olup, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda “tahkikat sona erinceye kadar” yapılabileceği ifade edilen işlemlerin idari yargılama usulünde “karar verilinceye kadar” yapılabileceğinin kabul edilmesi gerekmektedir. Bu itibarla, idari yargılamada da tahkikat bitinceye karar yapılması gereken işlemlerin tahkikat aşaması bulunmayan temyiz incelemesi sırasında yerine getirilemeyeceği açıktır. Çünkü idari yargılama usulünde de tahkikat aşaması, davanın hükme bağlanması aşamaları içerisinde düzenlenmiş olup, temyizde böyle bir aşamaya yer verilmemiştir. Tahkikat, teknik anlamda, dosyayı ilk derecede ele alan (veya istinaf aşamasında yeniden karar veren ikinci derece) mahkemenin uyuşmazlığın esasını çözümleme yolunda hükümle sonuçlanacak olan yargılamanın aşamalarından biri olup, temyiz aşamasında uyuşmazlık çözümlenmek suretiyle hüküm verilmesi söz konusu olmamaktadır. Temyiz mercii, temyize konu Mahkeme kararını hukuki noktalar yönünden irdeleyerek, mahkeme kararının hukuka aykırı olduğuna kanaat getirmesi halinde yeniden bir karar verilmek üzere kararı bozmakta ya da aksi halde kararın onanmasına karar vermektedir. 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesinde bu husus, kararın bozulması halinde dosyanın, Danıştayca kararı veren mahkemeye gönderileceği, mahkemenin, varsa gerekli tahkik işlemlerini tamamlayarak yeniden karar vereceği şeklinde kurala bağlanmıştır. Danıştay uygulamasında bazen temyiz aşamasında ara kararı verilmek suretiyle bazı hususların açıklığa kavuşturulması yoluna gidilmekte ise de, bunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ifade edilen tahkikat aşamasına karşılık gelmediği açıktır. Çünkü 6100 sayılı Kanunun düzenlemesine göre tahkikat, uyuşmazlığın ilk elden çözülerek hükme bağlanması aşamalarından birisi olup, temyizde tahkikat aşaması öngörülmemiştir. Aksi kabul temyiz müessesesinin istinaf müessesesine dönüşmesine neden olur ki bu 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi karşısında hukuken mümkün değildir. Başka bir anlatımla, Danıştay ilgili dairesinin uyuşmazlığın esasını karara bağlaması sonucunu doğurmayan tahkik işlemlerinin Kanun’un öngördüğü anlamda tahkikat aşaması olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Öte yandan re’sen araştırma salt idari yargıya özgü bir usul olmayıp hukuk yargılamasında da re’sen araştırma ilkesinin uygulandığı davalar bulunmaktadır. Bu itibarla, idari yargının kendine has özellikleri bulunduğundan hareketle hiç bir yasal temele dayandırılmadan yorum yoluyla temyiz kanun yolunda tahkikat aşamasının devam ettiği kabul edilemez. Bütün bu hususların birlikte değerlendirilmesinden, idari yargılama usulünde tahkikat aşamasının dosyanın tekemmülünden, davanın ilk derece mahkemesi tarafından hükümle sonuçlandırılmasına kadar geçen sürede cereyan ettiği, temyizde tahkikat aşamasının söz konusu olmadığı, bu aşamada istisnaen başvurulan kimi tahkik işlemlerinin Hukuk Muhakemeleri Kanununda öngörülen tahkikat aşamasına karşılık gelmediği, bu itibarla tahkikat sona erinceye kadar yapılabilecek işlemlerin temyiz aşamasında gerçekleştirilemeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz aşamasında davaya müdahalenin mümkün olmadığı kanaatine varıldığından, müdahale isteminin reddi gerektiği görüşüyle aksi yönde oluşan çoğunluk kararına katılmıyoruz.

Temyiz İsteminde Bulunan (Davalı) :
Karşı Taraf (Davacı) :
İstemin_Özeti : … 3. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:… sayılı kararının; davacının iddialarını somut delillere dayandırmadığı, ihalenin usulüne uygun sonuçlandırıldığı, şikayet ve itirazen şikâyet dilekçelerinde davacı iddialarının delillendirilmediği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir. Savunmanın_Özeti : Savunma verilmemiştir. Danıştay Tetkik Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile Mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü: Dava; Kastamonu İl Özel İdaresi Yol ve Ulaşım Hizmetleri Müdürlüğü tarafından 07.08.2014 tarihinde açık ihale usulü ile yapılan “Kastamonu İli Daday-Pınarbaşı İlçeleri Muhtelif Köy Yolları Üst Temel Yapımı ve HDPE Koruge Boru Döşemesi” ihalesine ilişkin olarak davacı şirketin yaptığı itirazen şikâyet başvurusunun reddine ilişkin 21.11.2014 tarih ve 2014/UY.IV-3789 sayılı Kamu İhale Kurulu kararının iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; Şti.’nin teklifleri aşırı düşük teklif sınır değeri olan 1.627.633,08-TL’nin altında kaldığından anılan isteklilerden aşırı düşük teklif açıklamaları istendiği, .. Şti. tarafından açıklama verilmediğinden teklifinin değerlendirilme dışı bırakıldığı,.. Şti.’nin aşırı düşük açıklamalarının “işi yapabilecek kapasitede olduğu” sonucuna varılarak ilgili firmanın açıklamaları uygun görülerek ihalenin anılan firma üzerinde bırakıldığı, ancak yaklaşık maliyeti 2.759.995,30-TL olan bu ihalede söz konusu isteklinin teklifinin 1.599.599,90-TL olduğu, yaklaşık maliyetten % 42 aşağıda olduğu ve sınır değerin de altında kaldığı hâlde “işi yapabilecek kapasitede olduğu” varsayılarak açıklamasının kabul edildiği, savunma vermeyen firmanın teklifinin savunma veren firmadan daha yüksek olduğu iddialarıyla şikâyet başvurusunda bulunulduğu, şikâyet başvurusunun reddi üzerine davalı idareye itirazen şikâyet başvurusunda bulunulduğu, söz konusu başvurunun davacı şirketin, şikâyet dilekçesinin mevzuat düzenlemelerine uygun olmadığı, başvuru sahibinin iddialarını somut delillere dayandırmadığı gerekçesi ile şekil yönünden reddine karar verilmesi üzerine davanın açıldığı, gizlilik ilkesinin uygulanmasının zorunlu olduğu ihale süreçlerinde isteklilerin, aşırı düşük teklif açıklamaları kapsamında sundukları bilgi ve belgeler hakkında detaylı bilgiye sahip olmaları mümkün olmadığından, şikâyet başvurularında ileri sürülen bu yöndeki iddiaların somutluğu açısından konunun geniş yorumlanması gerektiği, aksi bir kabulün, Kanunda zorunlu bir başvuru yolu olarak öngörülen şikâyet başvurusu işlevinin yerine getirilmemesine ve kişilerin hak arama hürriyetinin kullanılmasının zorlaştırılmasına sebebiyet vereceği, başvuru sahibinin itirazen şikâyet başvurusuna ilişkin dilekçesinin ve içeriğinin; 4734 sayılı Kanun ve Yönetmelik hükümlerine uygun olduğu, somut iddia ve delillere dayandığı, daha detaylı verilerle itiraz etmesine zaten normal koşullarda olanak bulunmadığı anlaşıldığından dava konusu kararda hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar davalı idare tarafından temyiz edilmiştir. Dava konusu işlemin yukarıda özetlenen gerekçeyle iptali yolundaki temyize konu …. 3. İdare Mahkemesi’nin …. tarih ve E:…. sayılı kararında, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin 1. fıkrasında sayılan bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, temyiz istemi yerinde görülmeyerek anılan Mahkeme kararının ONANMASINA; dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, temyiz ve müdahil yargılama giderlerinin istemde bulunanlar üzerinde bırakılmasına, posta giderleri avansından artan tutarın davalı idareye ve müdahile iadesine, kullanılmayan …TL yürütmeyi durdurma harcının istemi hâlinde davalı idareye iadesine, 2577 sayılı Kanun’un 20/A maddesinin ikinci fıkrasının (i) bendi uyarınca kesin olarak (karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere), 02.11.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY: Kanun’un amacı ihalelerde rekabeti, eşit muameleyi, gizliliği, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanmasını ve kaynakların verimli kullanılmasını sağlamaktır. İtirazen şikâyet müessesesinde de bu amaçlar gözetilerek başvurulara ilişkin incelemenin sınırları belirlenmiş ve Kurul’un görev alanı sınırlanmıştır. İhalelerde diğer isteklilerin aşırı düşük tekliflerine ilişkin açıklamalarına meşru yollardan elde edilecek bilgi ve belgelerle temini hariç -gizlilik nedeniyle- üçüncü kişilerin vakıf olması mümkün olmayıp, sadece mevzuata aykırılığı iddiasıyla yapılacak başvuruların soyut ve zanna dayalı olması kaçınılmazdır. Bu durumdaki iddiaların Kurulca esastan incelenmesi gerekliliği hem mevzuata aykırılık teşkil edecek, hem Kanun’un amacına mugayir olarak rekabetin engellenmesine, eşit muamele edilmemesine, ihtiyaçların uygun şartlarla ve zamanında karşılanamamasına ve kaynakların verimli kulanılamamasına neden olabilecektir. Ayrıca diğer isteklilerin haklarının ihlal edilmesine ve itirazen şikâyet müessesesini suistimal ederek lehlerine kullanmak isteyenlere zemin hazırlanabilecektir. Somut olayda da davacı tarafından ihale üzerinde kalan firmanın teklifinin çok düşük olduğunun belirtilmesiyle yetinildiği, anılan istekli tarafından yapılan açıklamaların mevzuata uygun olmadığı yolunda herhangi bir iddiaya yer verilmediği görülmektedir. Bu nedenlerle temyiz istemine konu İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle karşı yönde verilen karara katılmıyorum.