Danıştay Kararı 13. Daire 2015/2095 E. 2020/3162 K. 16.11.2020 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2015/2095 E.  ,  2020/3162 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2015/2095
Karar No:2020/3162

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : Tasfiye Hâlinde … Bankası A.Ş. İflas İdaresi

KARŞI TARAF (DAVALI) : … Kurulu
VEKİLLERİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı Banka tarafından, …A.Ş.’nin bankalarına kullandıracağı kurumsal finansman desteği kredilerinin …A.Ş.’nin hesabına yöneltilmesi karşılığında halka arz edilmeksizin ihraç edilmesi planlanan 1.250.000.000-TL nominal değere kadar kira sertifikası ihraç limiti onayı verilmesine karşın, 700.000.000-TL tutarındaki nominal değerin ihracına izin verilmemesi işlemi nedeniyle, bu fonun kullanıcısı olması dolayısıyla uğranıldığı ileri sürülen 6.014.247-TL zararın 20/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: …İdare Mahkemesi’nce verilen kararda; davacı Bankanın fon kullanıcısı olduğu …A.Ş. tarafından 1.250.000.000-TL tutarındaki kira sertifikasının ihraç edilmesi için 13/09/2013 tarihinde Sermaye Piyasası Kurulu (Kurul)’ndan onay alındığı, 700.000.000-TL’lik kısmını kullanmak için yapılan başvurunun 22/08/2014 tarihli işlemle reddedildiği, davacı banka tarafından zararı doğuran anılan işlemin tebellüğ tarihi 22/08/2014 olarak gösterilmek suretiyle 20/10/2014 tarihli noter ihtarnamesiyle Kurul’dan 6.014.247-TL tutarında tazminat ödenmesinin talep edildiği, ihtarnamenin 21/10/2014 tarihinde Kurul kayıtlarına girdiği, davacı bankanın tazminat talebinin reddedilmesine ilişkin 03/12/2014 tarihli işlemin davacı tarafından 08/12/2014 tarihinde tebellüğ edilmesi üzerine 12/12/2014 tarihinde bakılan davanın açıldığı,
Zararı doğurduğu öne sürülerek tazminat istemine dayanak gösterilen … tarih ve … sayılı işlemi aynı gün tebellüğ ettiğini noter ihtarnamesinde beyan eden davacı banka tarafından, işlem nedeniyle oluşan zararın tazmini istemiyle doğrudan dava açılmadığı, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 11. maddesi kapsamında zararlarının tazmini istemiyle 20/10/2014 tarihinde düzenlenen ihtarnamenin, işlemin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 60. gün olan 21/10/2014 tarihinde Kurul kayıtlarına girdiği, başvurunun reddine yönelik … tarih ve … sayılı işlemin 08/12/2014 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine aynı gün açılması gerekirken 12/12/2014 tarihinde açılan davanın süresinde açılmadığından esasının incelenmesi imkânının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
Belirtilen gerekçelerle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, her ne kadar Kurul’a gönderilen 20/10/2014 tarihli ihtarnamede 22/08/2014 tarihli işlemin tebliğ tarihi 22/08/2014 olarak yazılmışsa da söz konusu tarihin sehven yazıldığı, işlemin 29/08/2014 tarihinde tebliğ olunduğu, 22/08/2014 tarihinde tanzim olunan ve Ankara’dan kapalı tebligat usulüyle tebliğe çıkarılan bir evrakın aynı gün içinde İstanbul’daki alıcısına tebliğ edilmesinin mümkün olmadığı, dosyaya sunulan Posta ve Telgraf Teşkilatı (PTT) evrakında da gönderinin 29/08/2014 tarihinde tebliğ edildiğinin açıkça anlaşıldığı, bu hususun tebligata ilişkin olarak PTT A.Ş. Anadolu Yakası PTT Başmüdürlüğü Ümraniye Dağıtım Merkez Müdürlüğü’nden alınan 21/01/2015 tarihli yazıda da aynı şekilde belirtildiği, işlemin 29/08/2014 tarihinde tebliğ alınması üzerine 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi kapsamında işlemin tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 53. gün olan 20/10/2014 tarihli ihtarnameyle Kurul’a başvuruda bulunulduğu, başvurunun reddine dair … tarih ve … sayılı işlemin 08/12/2014 tarihinde tebliğ alınması üzerine 12/12/2014’te açılan davanın süresi içinde açıldığı, esasının incelenmesi gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, davacı tarafından, başvurunun reddine ilişkin işlemin 22/08/2014 tarihinde tebellüğ edildiğinin Kurul’a gönderilen 20/10/2014 tarihli ihtarnamede açıkça kabul edildiği, davanın süresinde açılmadığı, 22/08/2014’te tebliğ edilen kira sertifikalarının ihracı talebinin reddine ilişkin … tarih ve … sayılı Kurul kararının aynı tarihli Kurul Bülteni’nde yayımlandığı, davacının bu tarihte haberdar olduğu ve/veya olması gerektiği belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ …’UN DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra davacının duruşma istemi yerinde görülmeyerek gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE:
USUL YÖNÜNDEN:
MADDİ OLAY :
Davacı Banka tarafından, fon kullanıcısı olduğu …A.Ş.’nin davacıya kullandıracağı kurumsal finansman desteği kredilerinin … Varlık’ın hesabına yöneltilmesi karşılığında halka arz edilmeksizin ihraç edilmesi planlanan 1.250.000.000-TL nominal değere kadar kira sertifikası ihraç limitine izin verilmesi talebiyle Kurul’a başvuruda bulunulmuş, 13/09/2013 tarih ve 31/1030 sayılı Kurul kararıyla söz konusu ihraç talebine onay verilmiştir.
Daha sonra …. Menkul Değerler A.Ş. tarafından 06/03/2014 tarihinde, 1.250.000.000-TL nominal değerli ihraç limitinin 700.000.000-TL nominal değer tutarındaki kalan kısmı içerisinde ihraç edilmek üzere, 60.000.000-TL ve 80.000.000-TL olmak üzere toplam 140.000.000-TL nominal değerli 98 gün vadeli kira sertifikalarına ilişkin ihraç belgelerinin onaylanması yönünde yapılan başvuru, … tarih ve … sayılı Kurul kararıyla reddedilerek … tarih ve … sayılı Kurul yazısıyla … Yatırım’a bildirilmiştir.
Ardından davacı Banka tarafından Kurul’a gönderilen 20/10/2014 tarihli ihtarnameyle, … Yatırım’ın tertip ihraç belgesi onayına ilişkin başvurusunun reddedilmesi sonucunda Bankanın 700.000.000-TL nominal değerli kira sertifikası ihracının gerçekleştirilmemesinden kaynaklandığı iddia edilen 6.014.247-TL tutarındaki zararın karşılanması talep edilmiştir.
İhtarname ile talep edilen hususların değerlendirilmesi sonucunda … tarih ve … sayılı Kurul kararı ile; … tarih ve … sayılı Kurul kararının, 22/08/2014 tarihli Kurul yazısıyla … Yatırım’a bildirilmesi sonrasında söz konusu kira sertifikalarına ilişkin tertip ihraç belgesinin onaylanması amacıyla Kurul’a herhangi bir başvuru yapılmadığı dikkate alınarak, bu aşamada konu ile ilgili olarak Kurulca yapılacak herhangi bir işlem bulunmadığı hususunun davacı Bankaya bildirilmesine karar verilmiştir.
Anılan Kurul kararının … tarih ve … sayılı Kurul yazısıyla davacıya bildirilmesi üzerine davacı tarafından 12/12/2014 tarihinde … İdare Mahkemesi kayıtlarına giren dilekçeyle bakılan dava açılmıştır.
Davacı tarafından dava dilekçesi ekinde dosyaya sunulan … tarih ve … sayılı ve … tarih ve … sayılı Kurul yazılarında hangi kanun yollarına ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmemiştir.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen 2. fıkrasında, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu; 125. maddesinin üçüncü fıkrasında ise, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı kurala bağlanmıştır.
HUKUKÎ DEĞERLENDİRME:
2577 sayılı Kanun’un 12. maddesinde, bir idarî işlem dolayısıyla hakları ihlâl edilen ilgililerin dört farklı yolla tam yargı davası açabilecekleri belirtilerek, kişilere seçimlik hak tanınmıştır. Anılan kurala göre, ilgililer, haklarını ihlâl eden bir idarî işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine, (i) doğrudan tam yargı davası açmak, (ii) iptal ve tam yargı davalarını birlikte açmak, (iii) ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması hâlinde verilecek kararın tebliği üzerine tam yargı davası açmak ve (iv) bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açmak imkânına sahiptirler.
Davacı tarafından tazminat talebinin kaynağı olarak gösterilen kira sertifikalarına ilişkin ihraç belgelerinin onaylanması talebinin reddine dair … tarih ve … sayılı Kurul kararının öğrenilmesi üzerine, bir hakkın ihlâli sebebiyle zarar oluştuğu iddiasıyla, doğrudan doğruya tam yargı davası açma hakkının kullanıldığı görülmektedir.
Bu bağlamda, idari işlemden kaynaklanan tam yargı davasında dava açma süresine ilişkin uygulanacak kuralların belirlenmesi gerekmektedir.
Mülga 3546 sayılı Devlet Şûrası Kanunu’nda, iptal ve tam yargı davaları arasında dava açma süresi bakımından bir fark gözetilmemişti. Hattâ bu husus bir içtihadı birleştirme kararı ile de teyit edilmişti. Mülga 521 sayılı Danıştay Kanunu’nun 72. maddesinde, tam yargı davası için özel bir süre başlangıcı kabul olunmuştur. Böylece doktrinde tenkit edilen bir hususun düzeltilmiş olduğu, tam yargı davalarında iptal davalarına nazaran daha uzun bir dava açma süresi tanınmasının ihtiyaçlara daha uygun görüldüğü belirtilmiştir. Tazminat davaları üzerine verilecek kararlar ihlâl edilmiş bir hakkın yerine getirilmesine ilişkin olacağına göre, bunlar için uzunca bir dava açma süresi tanınmış olması, idarî istikrara da zararlı olmayacaktır (BAŞPINAR Recep, “Tam Yargı Davaları”, Yüzyıl Boyunca Danıştay, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1968, s.486). Mesele teorik açıdan da ele alınınca, tam yargı davaları için ayrı bir dava açma süresinin kabulü gerekli görülmektedir. Çünkü iptal davaları için dava süresinin kısa tutulmasının sebebi, idarî işlemlerde istikrarı sağlamaktır. Tam yargı davalarının sonucu, genel olarak paraya taallûk ettiğinden, bu davaların geç açılmasının idarî istikrara tesir edeceği iddia olunamaz (BAŞPINAR, s.505).
Bir idari işlemin iptal davasına konu olabilmesi için bir menfaati ihlâl etmesi yeterli ve fakat bu dava süresinin işlemeye başlaması için, yazılı bildirim veya usulü dairesinde ilân şarttır. Buna mukabil, aynı idari işlemden dolayı bir tam yargı davası, ancak bir hakkın zedelenmesi hâlinde açılabilir ve bu davanın süresi zararın vukuu ile cereyan edebilir veya daha sonra başlar. Bir işlem, ilgilinin menfaat ve hakkını aynı zamanda ihlâl eder ve kendisi bunlara yazılı bildirim ile muttali olursa, bundan dolayı açılacak iptal ve tam yargı davalarının süre başlangıçları tedahül eder ve ortaya herhangi bir mesele çıkmayabilir (DURAN, age, s.19).
Mülga 521 sayılı Kanun’un 71. maddesinin açık metnine göre, idarî işlemin uygulanması üzerine tam yargı davası açılabilmesi, zararın uygulama sırasında doğmuş olmasına bağlıdır. Hakkın ihlâline sebebiyet veren, idarî işlemin tesisi ise; dava süresinin, işlemin veya iptal davası açılması hâlinde verilecek kararın, tebliği tarihinden itibaren başlayacağı, maddede sarahatle ifade edilmektedir (ÇIRAKMAN Erol, “İdari Davalarda Süre”, İdare Hukuku ve İdari Yargı İle İlgili İncelemeler I, Danıştay Tasnif ve Yayın Bürosu Yayınları, Ankara, 1976, s.209).
12. madde, tesis ve yürütme safhaları aynı ana rastlayan idarî işlemlerden dolayı yazılı bildirim üzerine, tesis ve yürütme safhaları ayrı olan işlemlerden dolayı ise yürütme üzerine tam yargı davası açılabileceğini kurala bağlamış olmaktadır. İdarî işlemlerden bir bölümü tesis ve tebliğ edildikleri anda yürütülmüş (icra edilmiş), uygulanmış olur. Bu işlemler yönünden ayrıca bir yürütme safhası yoktur. Yürütme bunların bünyesinde, içindedir. Dolayısıyla yol açabilecekleri zararlar da tesis ve tebliğ edildikleri anda ortaya çıkmış olur. Doktrinde bunlara «ittihazı icra keyfiyetini tazammun eden işlemler» denmektedir. Burada önemli olan husus şudur: Sözü edilen işlemler (ister olumlu, ister olumsuz olsun) salt tesis edilmekle zarar doğurmazlar. Bunun için işlemin ilgilisine bildirilmiş olması şarttır. Bildirim safhası tamamlanmadan zarar (hak ihlâli) olgusu gerçekleşmez. 12. maddenin başındaki “ilgililer haklarını ihlâl eden bir idarî işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası (açabilirler)” hükmü, bildirim ve yürütme safhaları aynı olan idarî işlemler nedeniyle, bildirim üzerine açılacak tam yargı davalarını kapsamaktadır. Maddede bu davaların tâbi olacağı süre ayrıca gösterilmemek suretiyle, 7. maddedeki genel süre hükmünün bu alanda da uygulanacağı anlatılmış olmaktadır (Yenice-Esin, age, s.227).
12. madde uyarınca doğrudan doğruya tam yargı davası açılması seçeneğinin tercih edilmesi durumunda, tam yargı davası, İdarî Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin ilk fıkrasında idarî yargı yerinin türüne göre belirlenen genel dava açma süresi içerisinde açılmalıdır. Dava açma süresinin başlangıcı konusunda maddede bir açıklama yoktur. Zarar idarî işlemden doğmuş bulunduğuna göre; idarî dava açma süresinin başlangıcına, idarî işlemin tebliği veya tebliğ yerine geçen işlemin yapıldığı tarihin esas alınması düşünülebilir (CANDAN Turgut, Açıklamalı İdari Yargılama Usulü Kanunu, Yetkin Yayınları, Ankara, 2017, s.485).
Bu itibarla, bir idarî işlem dolayısıyla doğrudan doğruya tam yargı davası açılması durumunda, işlemin tebliği/öğrenilmesi ile başlayan dava açma süresine ilişkin kuralların yorumu ve uygulanmasının, idari işlemin iptali istemiyle açılan davalardaki ile aynı şekilde olması gerekmektedir.
(1961 tarihli) Anayasa’nın 1488 sayılı Kanunla değişik 114. maddesinin üçüncü fıkrasında, “İdarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda süre aşımı, yazılı bildirim tarihinden başlar.” hükmü yer almış; mülga 521 sayılı Danıştay Kanunu’nun 67. maddesinde ise bu husus, “Danıştayda idari dava açma süresi her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren, kanunlarda ayrı süre gösterilmeyen hâllerde, doksan gündür.” denilmek suretiyle ifade edilmiştir. 3546 sayılı mülga Devlet Şûrası Kanunu’nun 32. maddesine göre, dava açma süresinin işlemeye başlaması için böyle yazılı bir bildirim bulunmasına zaruret yoktu. İşlemlerin sözlü olarak bildirilmesi -tefhim-, yahut idarî eylemleri öğrenme -ıttıla- sürenin işlemeye başlaması için yeterli idi. 3546 sayılı Kanunda yer alan esasın değiştirilmesinin sebebi, Anayasa’nın 114. maddesinin gerekçesinde, “idarî eylem ve işlemlerden dolayı, hak ve menfaatleri muhtel olanların idarî yargı mercilerine başvurmalarında uygulanacak sürelerin başlangıcının tespiti bakımından başlangıcın kesin olarak tayin edilmesi istenmiştir. Şüphesiz ki burada bahis konusu edilen işlemler, idarenin ferdî tasarruflarıdır. Genel tanzimi ifade eden tüzük ve yönetmelik gibi idare tasarrufları için esasen belirli yayın usulleri kabul edilmiştir.” denmek suretiyle açıklanmaktadır. Anayasanın gerekçesinde de belirtildiği gibi, “yazılı bildirim” şartı, idarenin subjektif işlemleri hakkında söz konusu olabilir. Danıştay Kanununun 67. maddesinin 1740 sayılı Kanunla değişik üçüncü fıkrasında, kanuna göre ilânı gereken düzenleyici ve genel tasarruflar hakkında dava süresinin, “ilân tarihini takib eden günden” veya bu tasarrufların uygulanması tarihinden itibaren işlemeye başlayacağı kabul edilmiştir (ÇIRAKMAN, s.196). 1961 Anayasasının 114. maddesinde düzenlenen söz konusu kurala, 1982 Anayasasının 125. maddesinin üçüncü fıkrasında da aynı şekilde yer verildiği görülmektedir.
Dava süresinin başladığının kabulü için, yazılı bildirimin ilgiliye, yetkili makamlarca ve usulüne uygun şekilde yapılması gerekir. Danıştayda görülmekte olan bir davada, idare temsilcisinin duruşma sırasında başka bir işleme ilişkin yazıyı ibraz etmesi ve verilen kararda bu işlemden bahsedilmiş olmasını, Danıştay, muteber bir “yazılı bildirim” niteliğinde görmeyerek, bu kararın tebliğ tarihinin dava açma süresine başlangıç sayılamayacağına karar vermiştir (İDDK, 08/10/1971 tarih ve E:1971/254, K:1971/825 sayılı karar). Sözü edilen kararda, “Anayasanın 114. maddesinde idarenin işlemlerinden dolayı açılacak davalarda süre aşımının yazılı bildirim tarihinden başlayacağı, 521 sayılı Danıştay Kanunu’nun bu hükme uygun olarak sevkedilen 67. maddesinde de Danıştay’da idarî dava açma süresinin her çeşit işlemlerde yazılı bildirim tarihinden itibaren 90 gün olduğu hükme bağlanmıştır. Bu hükümlere göre idarî dava açma süresine başlangıç olacak yazılı bildirimin, yetkili makamlarca ve karar ve işlemin açıklanması suretiyle yapılması gereklidir. Danıştay Kanunu’nun süre aşımını düzenleyen diğer maddelerinde; örneğin 69 ve 70. maddelerinde, ilgililerin yetkili idarî makamlara yaptıkları başvurma ve cevap tarihlerinin dava açma sürelerine başlangıç alınması da dava konusu edilecek işlemlere ait ilgili bildirimlerin behemahal yetkili makamlarca yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bundan başka Danıştay Kanunu’nun 63. maddesindeki, dava dilekçelerine kararın aslının veya tasdikli örneğinin ekleneceğine dair hüküm de bu görüşü doğrulamaktadır. Aksine bir görüş, yani yetkili olmayan makamlarca idarî işlemlerin tebliğinin dava süresine başlangıç alınması, bu, bir yargı merciince ve yargı kararı ile de yapılsa, ilgilileri dava açma konusunda tereddüde sevkedebileceği gibi, bunların dava açma haklarını gereği gibi ya da hiç kullanamamaları sonucunu doğurabilir.” ifadelerine yer verilmiştir (ÇIRAKMAN, s.197).
Dava açma süresinin işlemeye başlaması için öncelikle usulüne uygun bir yazılı bildirimin varlığı gerekmekle birlikte, bu noktada Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiştir. Öte yandan, 03/10/2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idarî makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve yer verilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idarî makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk haline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08/12/2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Bu bağlamda, Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idarî mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, kurallar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasa kuralları değerlendirilirken kuralın kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılması mümkündür. Bu kapsamda her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idarî işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmişse de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idarî işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idarî işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan yazılı bildirim, Anayasa’nın âmir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler Anayasa’nın 40. maddesinin âmir hükmüne uygun olmadığından, bu bildirimin dava açma süresini işlemeye başlatmayacağı açıktır.
Bu durumda, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, başvuru süresi belirtilmeyen işlemlerin ilgilisine bildirilmesi dava açma süresini başlatmayacağından, bu tür davaların süre aşımı yönünden reddedilmemesi gerekir.
Bu itibarla, davanın süre aşımı yönünden reddi yönündeki İdare Mahkemesi kararında usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne;
2. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca …İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine,
4. Bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 16/11/2020 tarihinde esasta oybirliği, gerekçede oyçokluğuyla karar verildi.

(X) GEREKÇEDE KARŞI OY :
Anayasa’nın 40/2. maddesi hükmü ile bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde haklarını arayabilmelerine kolaylık ve olanak sağlanması amaçlanmış; idareye, işlemlerinde, ilgililerin kaç gün içinde, hangi mercilere başvurabileceklerini bildirme yükümlülüğü getirilmiştir. Anayasa’nın 125. maddesinde de, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağı belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrasında, dava açma süresinin idarî uyuşmazlıklarda, yazılı bildirimin yapıldığı günden itibaren başlayacağı; 11. maddesinde, idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılmasının üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebileceği, bu başvurunun işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durduracağı, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, isteğin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması hâlinde dava açma süresinin yeniden işlemeye başlayacağı ve başvuru tarihine kadar geçen sürenin de hesaba katılacağı; 12. maddesinde, ilgililerin hakların ihlâl eden bir idari işlem dolayısıyla doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması hâlinde verilecek kararın tebliğ veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabileceği, bu hâlde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma haklarının saklı olduğu kurala bağlanmıştır.
İdarenin Anayasa’dan kaynaklanan yükümlülüğünü yerine getirmesi esas olmakla birlikte, belirtilen yükümlülüğün yerine getirilmemesi, idari işlemlere karşı açılan davalarda dava açma süresinin işletilmeyip, ihmal edilmesi sonucunu da doğurmamalıdır. Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin “yazılı bildirim” tarihinden başlayacağının belirtilmesi karşısında, usulüne uygun tebliğ olunan veya bütün unsurlarıyla ilgililer tarafından öğrenilen idari işlemler üzerine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda açıkça belirtilen dava açma sürelerinin işletilmesi zorunludur.
Olayda, … Yatırım Menkul Değerler A.Ş. tarafından 06/03/2014 tarihli başvuruyla yapılan kira sertifikalarına ilişkin ihraç belgelerinin onaylanması talebinin … tarih ve … sayılı Kurul kararıyla reddedilerek … tarih ve … sayılı Kurul yazısıyla … Yatırım’a bildirildiği, anılan yazının 29/08/2014 tarihinde … Yatırım’a tebliğ edildiği, davacı Banka tarafından Kurul’a gönderilen 20/10/2014 (52. gün) tarihli ihtarnameyle ihraç belgelerinin onaylanmadığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararının karşılanması yönündeki talebin değerlendirilmesi sonucunda alınan … tarih ve … sayılı Kurul kararının bildirilmesine ilişkin … tarih ve … sayılı Kurul yazısının 09/12/2014 tarihinde davacı tarafından tebellüğ edilmesi üzerine kalan 8 gün içinde 12/12/2014 tarihinde bakılan davanın açıldığı görülmektedir.
Bu durumda, 2577 sayılı Kanun’un 11. maddesi kapsamında yapılan başvuru sonrasında açılan davanın süresinde açıldığı anlaşıldığından, davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin İdare Mahkemesi kararının belirtilen gerekçeyle bozulması gerektiği oyuyla, gerekçe yönünden karara katılmıyorum.