Danıştay Kararı 13. Daire 2014/3359 E. 2018/1887 K. 28.05.2018 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2014/3359 E.  ,  2018/1887 K.özelleştirme, mahkeme kararlarının uygulanması, tazminat davası, maddi-manevi zarar,
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No : 2014/3359
Karar No : 2018/1887

Davacı :
Vekili :
Davalılar :
Davanın Özeti : Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin 25.10.2013 tarih ve E:2012/2512 sayılı yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararının uygulanmaması nedeniyle uğranıldığı iddia edilen manevi zarara karşılık olarak 50.000,00-TL’nin, yürütmenin durdurulması kararının davalı ….. tebliğ tarihini izleyen 30 günlük süreden sonra işleyecek yasal faizi ile birlikte; beş ayrı özelleştirme işlemi ile ilgili mahkemelerin verdiği iptal kararlarının uygulanmasının önüne geçmek ve yargı kararlarını etkisiz bırakmak amacıyla çıkartılan Kanun maddesi ve alınan Bakanlar Kurulu kararının, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları ile hukuka aykırı bulunduğu, ancak kararların yayımlanmasının ve tebliğ edilmesinin üzerinden 30 günden fazla süre geçmesine rağmen Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararının uygulanmadığı, Anayasa’nın 138. maddesi ve 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesi çerçevesinde yargı kararlarının derhâl uygulanması gerektiği, ayrıca yargı kararlarını uygulamayan kamu görevlilerinin bu eyleminin Türk Ceza Kanunu’nda tanımlanan görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu, …. Tesisleri’nin özelleştirilmesi ile ilgili verilen yürütmenin durdurulması ve iptal kararlarını uygulamayan Başbakan, Bakanlar ve Özelleştirme İdaresi Başkan ve Başkan Vekili hakkında açılan tazminat davasında …. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce tüzel kişiliğin sosyal kişilik değerlerine zarar verildiği gerekçesiyle davalıların 10.000,00-TL manevi tazminat ödemesine karar verildiği, ancak bu karara rağmen bir kez daha yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle yeni bir hak ihlâli yaşandığı, yargı kararının uygulanmamasının tüzel kişi olarak yasal varlık koşullarının tanınmaması ve işlevsizleştirilmesi anlamına geleceği, tazminat davası açılması imkânının hak arama özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının bir parçası olduğu ileri sürülerek davalı idarelerden tahsili istenilmektedir.

……. Savunmasının Özeti : Manevi tazminatın kişinin manevi değerlerinde meydana gelen eksilme ile duyulan acı, üzüntü ve sarsıntının kısmen de olsa hafifletilmesini sağlama amacına yönelik olduğu, davacı tüzel kişiliğin bu nitelikte bir davayı açabilmesinin hukuken mümkün olmadığı, Danıştay ve Yargıtay’ın yerleşik içtihatlarına göre tüzel kişilik lehine manevi tazminata hükmedilebilmesi için, idarî tasarrufun hukuka aykırı olmasının tek başına yeterli olmadığı, söz konusu tasarrufla tüzel kişiliğin itibarının zedelenmesi, faaliyetlerinin açıkça olumsuz biçimde etkilenmesi, imajının kamuoyunda değer kaybına uğraması veya güvenilirliğini yitirmesi gibi manevi bir zararın varlığının şart olduğu, niteliği itibarıyla geçici bir karar olan yürütmeyi durdurma kararı sonrasında mahkemenin iptal yönünde karar vereceği ve kararın bu yönde kesinleşeceğinin belli olmadığı, mahkeme kararının uygulanmaması fiili ile doğrudan Başbakanlık arasında illiyet bağı olmadığı, kararın gereği için ilgili Kuruma gönderildiği, Bakanlar Kurulu prensip kararının, 4046 sayılı Kanun’a eklenen Geçici 26. maddenin, ….. tarihli Özelleştirme Yüksek Kurulu kararlarının yürürlükte olduğu, adlî yargıda açılan davada davacıya tazminat ödendiği, bu davada aynı konuda yeniden tazminata hükmedilmesinin mükerrer ödemeye yol açacağı, tazminat talebinin bir dayanağı olmadığı ve tutarının fahiş olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

….. Savunmasının Özeti : Tüzel kişi olan davacının kişisel haklarının saldırıya uğraması söz konusu olmadığından manevi tazminat davası açamayacağı, bahse konu yargı kararının uygulanma işlemlerinin herhangi bir aşamasında herhangi bir sorumlulukları bulunmadığından kendilerine husumet yöneltilemeyeceği, davanın konusunun adlî yargıda açılan dava ile aynı olduğundan kesin hüküm teşkil ettiği, davanın süresinde açılmadığı, Bakanlar Kurulu Prensip Kararı’nın ve 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a eklenen Geçici 26. maddenin hâlen yürürlükte olduğu, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 07.08.2014 tarihli kararları ile işlemler hakkında hisse ve işletmelerin geri alınmasına yönelik herhangi bir işlem tesis edilmemesinin uygun görüldüğü, hizmet kusurları bulunmadığı, davacının herhangi bir elem, keder ve ızdırap çekmediğinin açık olduğu, sorumluluk doğuracak bir davranışları ve var olduğu ileri sürülerek tazmini talep edilen davranış arasında illiyet bağı bulunmadığı, manevi tazminat şartlarının oluşmadığı, tutarın fahiş olduğu, davacı hakkında verilmiş ve uygulanmamış bir yargı kararı bulunmadığı, yürütmenin durdurulmasına karar verilen davada taraf olmadıklarından aleyhlerine tazminat davası da açılamayacağı, Anayasa Mahkemesi kararlarının geriye yürümeyeceği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi … Düşüncesi : Davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı …. Düşüncesi : Dava, yargı kararının uygulanmaması nedeniyle manevi zarara karşılık 50.000,00 liranın yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı Kanun’un 28. maddesinin 3. fıkrası uyarınca İdarenin maddi veya manevi tazminata mahkum edilebilmesinin ön koşulu olarak kabul edilen, İdarenin yargı kararlarına göre işlem tesis etmemesi veya eylemde bulunmaması durumu; yargı kararlarının hiç uygulanmaması veya maddenin 1. fıkrasında öngörülen otuz günlük süreden sonra (geç) uygulanması, veyahut eksik uygulanması, ya da biçimsel olarak uygulanması şeklinde ortaya çıkabilir. Dolayısıyla; 28. maddedeki yükümlülüğün ihlâl edildiği iddiasıyla açılacak tazminat davasının da bu iddialardan birisine veya duruma göre birkaçına dayandırılması gerektiği açıktır.
Dava dosyasının incelenmesinden,12.06.2012 tarih ve 28321 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan özelleştirme uygulamaları sonucunda nihai devir sözleşmesi imzalanarak devir ve teslim işlemleri tamamlanmış olan bazı özelleştirme işlemleri hakkında verilen yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak tesis edilecek iş ve işlemlere ilişkin 11.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali ve yürütmesinin durdurulması istemiyle 2012/2512 Esasına kayıtlı olarak açılan davada, Danıştay 13. Dairesince;
“Dava konusu Bakanlar Kurulu kararında, işlemin Maliye Bakanlığı ()’nın 21.05.2012 tarihli ve 3526 sayılı yazısı üzerine, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un Ek 5. maddesi uyarınca kararlaştırıldığı belirtilmiştir.
4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un Ek 5. maddesi, 26.04.2012 tarih ve 6300 sayılı “Bazı Kanunlar ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 10. maddesi ile anılan Kanuna eklenmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 03.10.2013 tarih ve E:2012/73 sayılı kararı ile, 6300 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a eklenen Ek 5. maddenin “…özelleştirme uygulamaları sonucunda kuruluşların nihai devir sözleşmelerinin imzalanarak devir ve teslim işlemlerinin tamamlanmasından sonra özelleştirme işlemlerinin bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanmış bulunması, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım, modernizasyon, istihdam ve bunlara bağlı her türlü hukuki, ticari ve mali tasarruflarda bulunulması nedeniyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması hâlinde yargı kararlarının…” bölümünün iptaline karar verilmiştir.
Bu durumda, 6300 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle 4046 sayılı Kanun’a eklenen Ek 5. maddenin ilgili bölümünün Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiş olması karşısında, yasal dayanağı kalmayan dava konusu 12.06.2012 tarih ve 28321 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 11.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararında da hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen şartlar gerçekleştiğinden dava konusu 11.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına…” karar verilmiştir.
Uyuşmazlık konusu olayda, Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin 2012/2512 esasına kayıtlı olarak açılan davada düzenleyici işleme bağlı olarak davacı hakkında idarece tesis edilmiş bir bireysel işlemin dava konusu edilmemesi nedeniyle idarenin yargı kararının gereklerini yerine getirme anlamındaki yükümlülüğü yargı kararında yer alan gerekçe doğrultusunda idarenin makul bir süre içerisinde yeniden bir düzenleme yapması ile sınırlıdır. Dolayısıyla, Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce verilen yürütmeyi durdurma kararından sonra davacının oluşan yeni durum karşısında davalı idareye yapmış olduğu başvurusu üzerine idarece işlem tesis edilmesi zorunluluğunu 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesi kapsamında değerlendirmeye olanak bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacının manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
Dava, Danıştay Onüçüncü Dairesi’nin 25.10.2013 tarih ve E:2012/2512 sayılı yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararının uygulanmaması nedeniyle uğranıldığı iddia edilen manevi zarara karşılık olarak 50.000,00-TL’nin, yürütmenin durdurulması kararının davalı Başbakanlık’a tebliğ tarihini izleyen 30 günlük süreden sonra işleyecek yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
Davalı idarelerin, usule ilişkin itirazları geçerli görülmeyerek esasın incelenmesine geçildi:
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” yolunda kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesindeki, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” kuralıyla, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında da; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hâllerde idare aleyhine Danıştay veya ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği kurala bağlanmıştır.
Öte yandan, Anayasa’nın 129. maddesinin beşinci fıkrasında; memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davalarının, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak ancak idare aleyhine açılabileceği şeklinde emredici bir kurala yer verilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesinin doğal sonucu olarak idarenin mahkeme kararlarını “aynen” ve “gecikmeksizin” uygulamaktan başka bir seçeneği bulunmamaktadır. Bu kural, idareye kararın tebliğ tarihinden başlayıp otuz günün dolmasına kadar geçen sürede yargı kararını uygulamama yetkisi tanıyan bir hüküm değildir. Aksine maddede, kararların derhâl uygulanması ilkesi benimsenmiş olup, her durumda bu sürenin otuz günü aşamayacağı, kararların uygulanması için idarelerin ihtiyaç duydukları sürenin nihayet otuz günle sınırlı olduğu kurala bağlanmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, Bakanlar Kurulu’nun 12.09.2011 tarihli Özelleştirme İşlemleri Tamamlanarak Devir İşlemleri Sonuçlandırılan Bazı Kuruluşlar Hakkında Verilen Mahkeme Kararlarına İlişkin Prensip Kararı ile, “özelleştirme işlemleri tamamlanarak fiilî devir işlemleri sonuçlandırılan bazı özelleştirme işlemleri hakkında mahkemeler tarafından iptal kararı verildiği, devir tarihi ile mahkemelerin iptal kararları arasındaki sürenin uzaması nedeniyle devralanlar tarafından bu süre zarfında üretim, yatırım, istihdam, modernizasyon ve benzeri konularda tasarruflarda bulunulduğu, bunun sonucu olarak özelleştirilen kuruluşun önceki durumuna göre geri dönülemeyecek bir yapının oluşması veya hisselerin el değiştirmesi nedeniyle mahkemelerce verilen iptal kararlarının uygulanmasında fiilî ve hukukî imkânsızlık ortaya çıktığı, bu nedenle … A.Ş., Kuşadası Limanı, Çeşme Limanı, … – … A.Ş.’ye ait … İşletmesi, … A.Ş.’de bulunan %14,76 oranındaki hissenin İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Toptan Satışlar Pazarı’nda satılması ile ilgili özelleştirme işlemlerini iptal eden mahkeme kararları ile ilgili olarak ileri ve geriye yönelik herhangi bir işlem tesis edilmemesinin” kararlaştırıldığı, 10.05.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6300 sayılı Bazı Kanunlar ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’de Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 10. maddesi ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a eklenen Ek 5. maddedeki “tabii afetler nedeniyle zarar gören çiftçilerin özelleştirme kapsam ve programındaki … A.Ş.’ye olan borçlarının vade farkı alınmaksızın ertelenmesi veya vadelendirilmesi ile özelleştirme uygulamaları sonucunda kuruluşların nihai devir sözleşmelerinin imzalanarak devir ve teslim işlemlerinin tamamlanmasından sonra özelleştirme işlemlerinin bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanmış bulunması, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım, modernizasyon, istihdam ve bunlara bağlı her türlü hukukî, ticari ve mali tasarruflarda bulunulması nedeniyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması hâlinde yargı kararlarının uygulanmasına yönelik olarak Bakanlar Kurulu tesis edilecek iş ve işlemler konusunda karar almaya yetkilidir.” yönündeki düzenleme ile Bakanlar Kurulu’na yetki verildiği, 12.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile anılan kuruluşların özelleştirmesi ile ilgili işlemleri iptal eden yargı kararları ile ilgili olarak geriye ve ileriye yönelik herhangi bir işlem tesis edilmemesi ve ‘nca bu yönde yapılmış olan iş ve işlemlerin devam ettirilerek sonuçlandırılmasının kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.
4046 sayılı Kanun’a eklenen Ek 5. maddenin Anayasa’ya aykırı olduğu iddiasıyla iptali istemiyle açılan davada Anayasa Mahkemesi’nin 03.10.2013 tarih ve E:2012/73, K:2013/107 sayılı kararı ile anılan Kanun maddesinin iptaline karar verildiği, davacı Oda tarafından 12.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararının iptali istemiyle açılan davada Dairemizin 25.10.2013 tarih ve E:2012/2512 sayılı kararı ile, “Dava konusu Bakanlar Kurulu kararında, işlemin Maliye Bakanlığı ()’nın 21.05.2012 tarihli ve 3526 sayılı yazısı üzerine, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un Ek 5. maddesi uyarınca kararlaştırıldığı belirtilmiştir. 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’un Ek 5. maddesi, 26.04.2012 tarih ve 6300 sayılı “Bazı Kanunlar ile Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 10. maddesi ile anılan Kanuna eklenmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin 03.10.2013 tarih ve E:2012/73 sayılı kararı ile, 6300 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a eklenen Ek 5. maddenin “…özelleştirme uygulamaları sonucunda kuruluşların nihai devir sözleşmelerinin imzalanarak devir ve teslim işlemlerinin tamamlanmasından sonra özelleştirme işlemlerinin bütün sonuçlarıyla birlikte tamamlanmış bulunması, söz konusu kuruluşları devralanlar tarafından üretim, yatırım, modernizasyon, istihdam ve bunlara bağlı her türlü hukuki, ticari ve mali tasarruflarda bulunulması nedeniyle oluşacak fiili imkânsızlık karşısında geri dönülemeyecek bir yapının ortaya çıkması hâlinde yargı kararlarının…” bölümünün iptaline karar verilmiştir. Bu durumda, 6300 sayılı Kanun’un 10. maddesiyle 4046 sayılı Kanun’a eklenen Ek 5. maddenin ilgili bölümünün Anayasa Mahkemesi kararıyla iptal edilmiş olması karşısında, yasal dayanağı kalmayan dava konusu 12.06.2012 tarih ve 28321 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 11.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararında da hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 27. maddesinde öngörülen şartlar gerçekleştiğinden dava konusu 11.06.2012 tarih ve 2012/3240 sayılı Bakanlar Kurulu kararının yürütmesinin durdurulmasına…” karar verilmesi üzerine davacı Oda tarafından 22.04.2012 tarihli dilekçeler ile davalı Başbakanlık ve ‘na yapılan başvurular ile; bahse konu 5 ayrı özelleştirme işlemi ile ilgili mahkemelerin verdiği iptal kararlarının uygulanmasının önüne geçmek ve yargı kararlarını etkisiz bırakmak amacıyla çıkartılan Kanun ve alınan Bakanlar Kurulu kararının, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararları ile hukuka aykırı bulunduğu, ancak kararların yayımlanmasının ve tebliğ edilmesinin üzerinden 30 günden fazla süre geçmesine rağmen kararların uygulanmadığı belirtilerek derhâl uygulanmasının talep edildiği, başvuruların cevap verilmemek suretiyle reddedilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Devam eden süreçte, Özelleştirme Yüksek Kurulu’nun 07.08.2014 tarihli kararları ile bahse konu 5 ayrı özelleştirme işlemi ile ilgili olarak mahkemelerce verilen iptal kararları çerçevesinde geri almaya ilişkin herhangi bir işlem tesis edilmemesine karar verildiği, 10.09.2014 tarihli, 6552 sayılı İş Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması ile Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılmasına Dair Kanun’un 109. maddesi ile 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanun’a eklenen Geçici 26. madde ile, “Bu maddenin yayımı tarihi itibarıyla devir ve teslim işlemlerinin tamamlanmasının üzerinden beş yıl geçmiş olan özelleştirmeler hakkında verilmiş olan yargı kararları ile ilgili olarak sözleşmelerinde belirtilen hâller dışında bu kuruluşların geri alınması yönünde herhangi bir işlem tesis edilemez.” şeklinde kural getirildiği, anılan maddenin Anayasa Mahkemesi’nin 02.10.2014 tarih ve E:2014/149, K:2014/151 sayılı kararı ile iptal edildiği anlaşılmıştır.
Manevî tazminat, kişilik haklarının ihlâli hâlinde meydana gelen eksilmenin, başka türlü giderim yolunun bulunmaması nedeniyle uğranılan manevi zararın kısmen de olsa giderilmesini sağlayan bir manevî tatmin aracıdır.
Manevi zararın tazmini için öncelikle kusur sorumluluğunun (ya da kusursuz sorumluluk hâli) gerçekleşmesi gerekmektedir. Uyuşmazlık konusu tazminat isteminde öncelikle davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Öte yandan, kusurun ağırlık ve özelliğine göre tazmin sorumluluğu değişmektedir. Bu nedenle, olayda davalı idarenin kusurunun varlığı hâlinde bunun tazminatı gerektirip gerektirmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
Manevi tazminata hükmedilebilmesinin bir diğer şartı da manevi zararın varlığıdır. Bu itibarla, yukarıda belirtilen değerlendirmelerle birlikte davacı yönünden manevi zararın oluşup oluşmadığının da incelenmesi gerekir.
Hizmet kusuru yönünden yapılan inceleme neticesinde şu hususlar tespit edilmiştir.
1- Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK)’nun … tarih ve … sayılı kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan …’da bulunan %100 oranındaki kamu payının blok hisse satışı yöntemiyle özelleştirilmesine ilişkin ÖYK kararı sonucu ihale edilmesi amacıyla hazırlanan ihale şartnamesinin ve 17.06.2005 tarihli ihale komisyonu kararının iptali istemiyle açılan davada, Dairemizin 29.05.2006 tarih ve E:2005/7873 sayılı kararı ile dava konusu işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına, 27.11.2007 tarih ve E:2005/7873, K:2007/7894 sayılı kararı ile iptaline karar verilmiş ve iptal kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 03.06.2010 tarih ve E:2008/437, K:2010/1250 sayılı kararı ile onanmıştır.
2- … A.Ş.’ye ait Kuşadası Limanı’nın 30 yıl süre ile “işletme hakkı verilmesi” yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla 21.02.2003 tarihinde yapılan ihale sonucu ihale şartları belgesi çerçevesinde işletme hakkı devrine ilişkin 28.04.2003 tarih ve 2003/17 sayılı ÖYK kararının iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin iptaline ilişkin …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı Dairemizin 08.03.2011 tarih ve E:2010/3618, K:2011/952 sayılı kararı ile onanmıştır.
3- Bakanlar Kurulu’nun 10.08.1993 tarih ve 1993/4693 sayılı kararı ile özelleştirme kapsamına alınan ve ÖYK’nun 30.10.1995 tarih ve 95/81 sayılı kararına istinaden özelleştirme çalışmaları devam eden … A.Ş.’ye ait Çeşme Limanı’nın 30 yıl süre ile “işletme hakkı verilmesi” ve limanın envanterine kayıtlı makina, ekipman, demirbaş, yedek parça, kara ve deniz taşıtları ve benzerlerinin “satış” yöntemiyle birlikte özelleştirilmesi amacıyla 21.02.2003 tarihinde yapılan ihalede en yüksek teklifi veren … Grubu’na İhale Şartları Belgesi çerçevesinde verilmesine ilişkin 28.04.2003 tarih ve 2003/17 sayılı ÖYK kararının ve buna dayanak yapılan işlemlerin ve işletme hakkı devir sözleşmesinin iptali istemiyle açılan davada …. İdare Mahkemesi’nce… tarih ve E:…, K:… sayılı karar ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ve bu karar Dairemizin 21.10.2014 tarih ve E:2014/2437, K:2014/31164 sayılı kararı ile onanmıştır.
4- Özelleştirme programında yer alan … A.Ş.’ne ait … işletmesi’nin 1.100.000 ABD Doları bedelle … A.Ş.’ne satılmasına ilişkin 13.05.2003 tarihli ve 2003/25 sayılı ÖYK kararının iptali istemiyle açılan davada …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı ile işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar Dairemizin 06.06.2005 tarih ve E:2005/1300, K:2005/2986 sayılı kararı ile onanmıştır.
5- … A.Ş. (…)’deki % 65,76 oranındaki kamu payının %14,76 oranındaki kısmının İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Toptan Satışlar Pazarı (TSP)’nda satışa sunulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemlerin iptali yolundaki …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı Dairemizin 29.11.2006 tarih ve E:2006/2885, K:2006/4526 sayılı kararı ile onanmıştır.
Bu doğrultuda, bahse konu 5 ayrı kuruluşun özelleştirilmelerine ilişkin olarak açılan davaların belirtilen süreler içerisinde sonuçlanmış olduğu, idarenin iptal kararlarının uygulanmasına yönelik olarak işlem tesis etmesi gerekirken davalı idarelerce işlem tesis edilmediği gibi, işlem tesis edilmeyeceğine ilişkin olarak da kararlar alındığı görüldüğünden, yargı kararlarının uygulanmaması nedeniyle hizmet kusurunun bulunduğu açıktır.
Manevî tazminat, kişilik haklarının ihlâli hâlinde meydana gelen eksilmenin, başka türlü giderim yolunun bulunmaması nedeniyle uğranılan manevi zararın kısmen de olsa giderilmesini sağlayan bir manevî tatmin aracıdır. Tüzel kişilerin kişilik haklarını, saygınlık, ticarî itibar, sosyal ilişkiler bakımından sahip olunan değer, diğer kurumlar nezdindeki algılanış, mesleki çevrelerdeki konum, güvenilirlik gibi değerler oluşturmaktadır. Bu anlamda, idarî işlem veya eylem sonucunda saygınlığını yitirmesinin, değer kaybına uğramasının veya amaçlarını gerçekleştirmek bakımından zor duruma düşürülmesinin ve ticarî itibar kaybının, tüzel kişiler bakımından tazmin edilmesi gereken manevi zararlar olduğu açıktır.
Öte yandan, idarî işlemlerin hukuka aykırı bulunarak yargı kararıyla iptal edilmiş olması her şekilde tazminat sorumluluğunu doğurmaz. Tazminat sorumluluğundan söz edebilmek için hukuka aykırılığın bir dereceye kadar ağır ve önemli olması gerekmektedir.
Olayda davalı idare tarafından, bahse konu 5 ayrı özelleştirme işlemi ile ilgili olarak verilen iptal kararlarının uygulanması yönünde işlem tesis edilmesi gerekirken, bu yönde herhangi bir işlem tesis edilmediği, yargı kararlarının uygulanmayacağı yönünde kanunî düzenlemeler yapıldığı, Kanun tarafından verilen yetkiye dayanılarak Bakanlar Kurulu’nca da aynı yönde kararlar alındığı, bu itibarla, davalı idarenin anılan iptal kararlarını uygulamamasından kaynaklanan hizmet kusurunun manevi tazminat ödemeyi gerektirecek ağırlıkta olduğu anlaşılmaktadır.
Ancak, yargı kararlarının idare tarafından uygulanmaması nedeniyle açılan manevi tazminat davalarında, tazminata hükmedilebilmesi, yargı yerlerince verilen kararın idare tarafından uygulanmamasıyla birlikte bir manevi zararın da mevcut olması hâlinde mümkün olabilecektir. Manevi zararın mevcudiyeti ise, davacı Oda’nın kişilik haklarına saldırı ile itibarının zedelenmesi, faaliyetlerinin olumsuz şekilde etkilenmesi hâllerinde söz konusu olur. Uyuşmazlık konusu süreçte, yargı kararlarına konu işlemler davacı Oda’ya ilişkin tasarruflar olmadığından ve davacı Oda’nın kişilik haklarına yönelik doğrudan bir saldırı hâlinden bahsedilemeyeceğinden, yargı kararlarının davalı idarelerce uygulanmadığından bahisle davacı Oda’nın itibarının zedelendiği ve faaliyetlerinin olumsuz etkilendiğinden söz edilemeyeceğinden, manevi zararın varlığı söz konusu değildir.
Açıklanan nedenlerle, davanın REDDİNE, ayrıntısı aşağıda gösterilen toplam ….-TL yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca …-TL vekâlet ücretinin davacıdan alınarak davalı idarelere verilmesine, posta gideri avansından artan tutarın ve ….-TL harcın kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 30 (otuz) gün içerisinde Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na temyiz yolu açık olmak üzere, 28.05.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY :

Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti olduğu vurgulanmakta ve 138. maddesinin son fıkrasında, “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır, bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” yolunda kesin ve buyurucu bir kurala yer verilmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28. maddesindeki, “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” kuralıyla, Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan “Hukuk Devleti” ilkesine uygun bir düzenleme getirilmiştir. Anılan maddenin üçüncü fıkrasında da; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemeleri kararlarına göre işlem tesis edilmeyen veya eylemde bulunulmayan hâllerde idare aleyhine Danıştay veya ilgili idari mahkemede maddi ve manevi tazminat davası açılabileceği kurala bağlanmıştır.
Anayasa Mahkemesi, hukuk devletini, “eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adil bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan ve yargı denetimine açık olan devlettir.
Bir uyuşmazlığı mahkeme önüne götürme, mahkemece verilen kararın uygulanmasını isteme, yargılamanın sonuç doğurmasını sağlayan hak arama hürriyetinin olmazsa olmaz koşuludur. Hak arama özgürlüğünün bir gereği olan mahkemeye erişim hakkı, yargılama sonunda verilen kararın etkili bir şekilde aynen ve gecikmeksizin uygulanmasını da gerektirmektedir. Mahkeme kararlarını uygulanamaz hâle getiren düzenlemeler, mahkemeye erişim hakkını da anlamsız kılacaktır.
Kişilerin, Devlete güven duymaları, maddi ve manevi varlıklarını geliştirebilmeleri, temel hak ve özgürlüklerden yararlanabilmeleri ancak hukuk güvenliği ve üstünlüğünün sağlandığı bir hukuk düzeninde gerçekleşebilir. Hukuk güvenliğinin ve hukukun üstünlüğünün sağlanması için Devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulması yeterli olmayıp yargı mercileri tarafından verilen kararların gecikmeksizin uygulanması da gerekir. Bir işlemin hukuka aykırı olduğu yapılan yargısal denetim neticesinde tespit edilmesine rağmen işlemin iptali yönündeki yargısal kararın uygulanmaması, Devletin işlem ve eylemlerine karşı yargı yolunun açık tutulmasını anlamsız hâle getirir. Zira hukuk güvenliği ve hukukun üstünlüğü sadece hukuka aykırılıkların tespit edilmesiyle değil, bunların tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırılmasıyla sağlanabilir. Mahkeme kararlarının bağlayıcılığını ve gecikmeksizin uygulanmasını sağlayacak etkili tedbirlerin alınması hukuk devletinin asgari gereklerindendir.” şeklinde tanımlayıp açıklamıştır. ( AYM 02.10.2014 tarih ve E:2014/149, K:2014/151 )
Dava dosyasının incelenmesinden şu hususlar tespit edilmiştir:
1- Özelleştirme Yüksek Kurulu (ÖYK)’nun … tarih ve … sayılı kararı ile özelleştirme kapsam ve programına alınan …’da bulunan %100 oranındaki kamu payının blok hisse satışı yöntemiyle özelleştirilmesine ilişkin ÖYK kararı sonucu ihale edilmesi amacıyla hazırlanan ihale şartnamesinin ve 17.06.2005 tarihli ihale komisyonu kararının iptali istemiyle açılan davada, Dairemizin 29.05.2006 tarih ve E:2005/7873 sayılı kararı ile dava konusu işlemlerin yürütmesinin durdurulmasına, 27.11.2007 tarih ve E:2005/7873, K:2007/7894 sayılı kararı ile iptaline karar verilmiş ve iptal kararı Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun 03.06.2010 tarih ve E:2008/437, K:2010/1250 sayılı kararı ile onanmıştır.
2- … A.Ş.’ye ait Kuşadası Limanı’nın 30 yıl süre ile “işletme hakkı verilmesi” yöntemiyle özelleştirilmesi amacıyla 21.02.2003 tarihinde yapılan ihale sonucu ihale şartları belgesi çerçevesinde işletme hakkı devrine ilişkin 28.04.2003 tarih ve 2003/17 sayılı ÖYK kararının iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemin iptaline ilişkin …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı Dairemizin 08.03.2011 tarih ve E:2010/3618, K:2011/952 sayılı kararı ile onanmıştır.
3- Bakanlar Kurulu’nun 10.08.1993 tarih ve 1993/4693 sayılı kararı ile özelleştirme kapsamına alınan ve ÖYK’nun 30.10.1995 tarih ve 95/81 sayılı kararına istinaden özelleştirme çalışmaları devam eden … A.Ş.’ye ait Çeşme Limanı’nın 30 yıl süre ile “işletme hakkı verilmesi” ve limanın envanterine kayıtlı makina, ekipman, demirbaş, yedek parça, kara ve deniz taşıtları ve benzerlerinin “satış” yöntemiyle birlikte özelleştirilmesi amacıyla 21.02.2003 tarihinde yapılan ihalede en yüksek teklifi veren … Grubuna İhale Şartları Belgesi çerçevesinde verilmesine ilişkin 28.04.2003 tarih ve 2003/17 sayılı ÖYK kararının ve buna dayanak yapılan işlemlerin ve işletme hakkı devir sözleşmesinin iptali istemiyle açılan davada …. İdare Mahkemesi’nce… tarih ve E:…, K:… sayılı karar ile dava konusu işlemin iptaline karar verilmiş ve bu karar Dairemizin 21.10.2014 tarih ve E:2014/2437, K:2014/31164 sayılı kararı ile onanmıştır.
4- Özelleştirme programında yer alan … A.Ş.’ne ait … işletmesi’nin 1.100.000 ABD Doları bedelle … A.Ş.’ne satılmasına ilişkin 13.05.2003 tarihli ve 2003/25 sayılı ÖYK kararının iptali istemiyle açılan davada …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı ile işlemin iptaline karar verilmiş, bu karar Dairemizin 06.06.2005 tarih ve E:2005/1300, K:2005/2986 sayılı kararı ile onanmıştır.
5- … A.Ş. (…)’deki % 65,76 oranındaki kamu payının %14,76 oranındaki kısmının İstanbul Menkul Kıymetler Borsası Toptan Satışlar Pazarı (TSP)’nda satışa sunulmasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılan davada, dava konusu işlemlerin iptali yolundaki …. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararı Dairemizin 29.11.2006 tarih ve E:2006/2885, K:2006/4526 sayılı kararı ile onanmıştır.
Bu bağlamda, idarenin bahse konu özelleştirme işlemleriyle ilgili verilen iptal kararlarının uygulanmasına yönelik olarak işlem tesis etmesi gerekirken davalı idarelerce işlem tesis edilmediği gibi, işlem tesis edilmeyeceğine ilişkin olarak da Bakanlar Kurulu kararları alınmıştır.
Bu itibarla, idarenin eylem ve işlemlerinin, Anayasa’da düzenlenen hukuk devleti ilkesi ile Anayasa’nın 138. maddesi ve 2577 sayılı Kanun’un 28. maddesindeki kurallara uymadığı, idarenin yargı kararını uygulamamak suretiyle ağır hizmet kusuru işlediği ve bu nedenle davacının manevi zararının doğduğunun kabulü ile bu zararın tazmini gerekmektedir.
Öte yandan, manevî tazminat, kişilik haklarının ihlâli hâlinde meydana gelen eksilmenin, başka türlü giderim yolunun bulunmaması nedeniyle uğranılan manevi zararın kısmen de olsa giderilmesini sağlayan bir manevî tatmin aracıdır. Tüzel kişilerin kişilik haklarını, saygınlık, ticarî itibar, sosyal ilişkiler bakımından sahip olunan değer, diğer kurumlar nezdindeki algılanış, mesleki çevrelerdeki konum, güvenilirlik gibi değerler oluşturmaktadır.
Üyelerini temsil eden davacı Oda’nın da açtığı davalar sonucunda Mahkemelerce hükmolunan “iptal” kararlarını yerine getirmeyen ve hizmet kusuru işleyen idare aleyhine manevi tazmin hakkının doğduğunu kabul etmek gerekir.
Açıklanan nedenlerle, davacının manevi tazminat talebinin kabulü ile davalı idarelerin kusur oranı ve davacının manevi zararı değerlendirilmek suretiyle belirlenecek uygun miktarda tazminatın davalı idarelerden alınarak davacı Oda’ya ödenmesi gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.