Danıştay Kararı 13. Daire 2013/2821 E. 2015/2877 K. 03.09.2015 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2013/2821 E.  ,  2015/2877 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2013/2821
Karar No:2015/2877

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
İstemin_Özeti : … İdare Mahkemesi’nin …tarih ve E:.., K:.. sayılı kararının; ödeme emrine konu idarî para cezasının usulsüz tebliğ edildiği, davacının asıl amme borçlusu şirketin ortağı ve yöneticisi olmadığı, önceki dönemlere ait cezalardan kanuni temsilci sıfatıyla sorumlu tutulamayacağı, davalı idare tarafından asıl amme borçlusu şirket hakkında tanzim edilmiş aciz vesikasının dosyaya sunulmadığı, amme alacağının zamanaşımına uğradığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hâkimi Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü ile temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava; Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun 04.05.2006 tarih ve 748/40 sayılı kararıyla Tic. Ltd. Şti.’ne uygulanan 714.460.-TL idarî para cezasının tahsil edilemeyen 708.174,71.-TL’lik kısmının tahsili amacıyla anılan şirketin % 50 oranında hissedarı ve yetkili müdürü olan davacı hakkında düzenlenen 27.03.2012 tarih ve 01 sayılı ödeme emrinin iptali istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; ödeme emrine konu idarî para cezasının Tic. Ltd. Şti.’ne usulüne uygun olarak tebliğ edildiği; 2007 yılı başından itibaren işlemeye başlayan tahsil zamanaşımının şirket tarafından 26.03.2007 ve 05.10.2009 tarihinde yapılan ödemeler ile davacıya 01.10.2007 tarihinde tebliğ edilen ilk ödeme emri ve 08.05.2009 tarihinde davacı adına haciz varakası düzenlenmesi neticesinde muhtelif tarihlerde kesilerek yeniden işlemeye başladığı; idarî para cezası ile bağlantılı olarak Petrol Kanunu’na muhalefet suçuyla ilgili devam eden … Asliye Ceza Mahkemesi’nin E:…sayılı dosyasındaki ceza davasının, ceza yargılamasındaki prensipler çerçevesinde bir kusur (kasıt-taksir) değerlendirmesine tabi tutulacağı ve bakılan dava açısından bağlayıcı olmayacağı; 17.04.2013 tarihli ara kararına cevaben gönderilen bilgi ve belgelerin tetkikinden şirket hakkında tesis edilen idarî para cezasının iptali istemiyle herhangi bir dava açılmadığı; dolayısıyla idarî para cezasının kesinleştiği, davacının yanı sıra idarî para cezasının muhatabı olan şirketin diğer ortaklarından herhangi bir tahsilat yapılamadığı; kamu alacağının şirketten tahsiline yönelik haciz işlemleri esnasında şirketin mal varlığı ve hesaplarının tespiti için tapu müdürlükleri ve bankalara yazı yazıldığı; yapılan kapsamlı araştırmalar neticesinde şirketin bir aktifine rastlanılamadığı; bu durumda, idarî para cezasının şirketten tahsili mümkün olmadığından 06.01.2006 tarih ve 6469 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi ile 10 yıl süreyle şirket müdürlüğüne seçilen davacının kanuni temsilci vasfına istinaden bakiye alacağın tamamının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un Mükerrer 35. maddesinin 1. fıkrasında, tüzel kişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve cemaatler gibi tüzel kişiliği olmayan teşekküllerin mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacaklarının, kanuni temsilcilerin ve tüzel kişiliği olmayan teşekkülü idare edenlerin şahsi mal varlıklarından bu Kanun hükümlerine göre tahsil edileceği; 58. maddesinde, kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahsın böyle bir borcunun olmadığı veya kısmen ödediği veya zamanaşımına uğradığı iddialarıyla dava açabileceği kurala bağlanmıştır.
Dosyasının incelenmesinden; davacının 26.12.2005 tarihli kararla şirket hissesinin %50’sini devraldığı ve şirketi tam yetki ile temsil ve ilzama yetkili ve mezun olmak üzere 10 yıllığına şirket müdürlüğüne seçildiği, bu hususların 03.01.2006 tarihinde tescil edilerek 6469 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi’nde 06.01.2006 tarihinde ilân edildiği, Tic. Ltd. Şti. hakkında, 19.04.2005 tarihindeki eylemi nedeniyle lisansız faaliyette bulunduğundan bahisle, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun 04.05.2006 tarih ve 748/40 sayılı kararıyla 714.460.-TL idarî para cezası uygulanmasına karar verildiği, anılan kararın 18.05.2006 tarihinde şirket adresinde şirketin daimi işçisine tebliğ edildiği, idarî para cezasının bir kısmının anılan şirketten tahsil edildiği, tahsil edilemeyen 708.174,71.-TL tutar için şirket hakkında haciz işlemlerine başlandığı, ancak anılan şirketin haczi kabil malı olmadığından bahisle 6183 sayılı Kanun’un Mükerrer 35. maddesi uyarınca kanuni temsilci sıfatıyla davacıya 20.11.2008 tarihinde ödeme emri düzenlendiği, 08.05.2009 tarihinde davacı adına haciz varakası düzenlendiği, daha sonra aynı alacakla ilgili olarak 27.03.2012 tarihli dava konusu ödeme emrinin tebliği üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır.
Bu durumda; davacı tarafından ödeme emrine dayanak idarî para cezasına karşı dava açılmamış ise de; ödeme emrine karşı açılan bu davada, ödeme emrine konu idarî para cezasının tesisine neden olan “lisanssız olarak madeni yağ üretimi faaliyetinde bulunulması” fiilinin, 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesindeki “böyle bir borcunun olmadığı” iddiası kapsamında değerlendirilmesi ve dava konusu ödeme emrinin bu kapsamda yargısal denetime tabi tutulması gerektiği açıktır.
Öte yandan; Anayasa Mahkemesi’nin 19.03.2015 tarih ve E:2014/144, K:2015/29 sayılı kararıyla, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un ”Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu” başlıklı Mükerrer 35. maddesinin 5. fıkrasındaki ”Amme alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları hâlinde bu şahıslar, amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.” kuralı ile 6. fıkrasındaki ”Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” yolundaki hükmün, vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurduğu; adalet ve hakkaniyet ilkeleri gereği, bireyin bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle, başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak olmasının adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağı, hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verildiğinden, kamu alacağının doğumunda ve sorumluluğun tayininde idarî yaptırıma konu fiilin gerçekleştiği tarihin dikkate alınması gerekmektedir. Aksi kabul, kamu alacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlardaki kanuni temsilcilerin farklı kişiler olabileceği gerçeği göz önüne alındığında, şirket yetkililerinin önceki dönemlerde işlediği fiilerden dolayı sonraki dönem kanuni temsilcilerin sorumlu tutulmalarına sebep olacaktır.
Bakılan uyuşmazlıkta; idarî yaptırıma konu fiilin işleniş tarihinde davacının kamu borçlusu şirkete fiilin işlendiği tarihinden sonraki bir tarihte ortak olduğu ve şirket müdürlüğüne seçildiği, idarî yaptırıma konu fiilin davacının şirkette temsil yetkisinin olmadığı bir dönemde gerçekleştiği, davacının hukuken ve fiilen şirketin yetkili temsilcisi olmadığı dönemde işlenen fiillerden kaynaklanan kamu alacağından sorumlu tutulmasının hukuken mümkün olmadığı anlaşıldığından, dava konusu ödeme emrine karşı açılan davanın reddine ilişkin Mahkeme kararında hukuka uygunluk görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle; temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 03.09.2015 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(X) KARŞI OY :

Dava, Enerji Piyasası Düzenleme Kurulu’nun 04.05.2006 tarih ve 748/40 sayılı kararıyla Tic. Şti. Hakkında tesis edilen 714.460-TL idari para cezasının tahsil edilemeyen 708.174,71-TL’lik kısmının tahsili amacıyla anılan şirketin %50 oranında hissedarı ve yetkili müdürü olan davacı hakkında düzenlenen 27.03.2012 tarihli ödeme emrinin iptali istemiyle açılmıştır.
Temyize konu İdare Mahkemesi kararında; idari para cezasının Şirkete usulüne uygun olarak tebliğ edildiği; 2007 yılı başından itibaren işlemeye başlayan tahsil zamanaşımının muhtelif tarihlerde kesilerek yeniden işlemeye başladığı; idari para cezası ile bağlantılı olarak Petrol Kanunu’na muhalefet suçuyla ilgili devam eden ceza davasının bakılan dava açısından bağlayıcı olmayacağı; 17.04.2013 tarihli ara kararına cevaben gönderilen bilgi ve belgelerin tetkikinden şirket hakkında tesis edilen idari para cezasının iptali istemiyle herhangi bir dava açılmadığı, dolayısıyla idari para cezasının kesinleştiği; davacının yanı sıra idari para cezasının muhatabı olan şirketin diğer ortaklarından herhangi bir tahsilat yapılamadığı; yapılan kapsamlı araştırmalar neticesinde şirketin bir aktifine rastlanamadığı; bu durumda, 06.01.2006 tarih ve 6469 sayılı Ticaret Sicil Gazetesi ile 10 yıl süreyle şirket müdürlüğüne seçilen davacının kanuni temsilci vasfına istinaden bakiye alacağın tamamının tahsili amacıyla düzenlenen dava konusu ödeme emrinde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İdare Mahkemesinin kararı Dairemizce, ödeme emrine dayanak idari para cezasına karşı dava açılmamış ise de; ödeme emrine karşı açılan bu davada, ödeme emrine konu idari para cezasının tesisine neden olan “lisanssız olarak madeni yağ üretimi faaliyetinde bulunulması” fiilinin, 6183 sayılı Kanun’un 58. maddesindeki “böyle bir borcunun olmadığı” iddiası kapsamında değerlendirilmesi ve dava konusu ödeme emrinin bu kapsamda yargısal denetime tabi tutulması gerektiği, ayrıca davacının kamu borçlusu şirkete fiilin işlendiği tarihten sonraki bir tarihte ortak olduğu ve idari yaptırıma konu fiilin davacının şirkette temsil yetkisinin olmadığı bir dönemde gerçekleştiği, davacının hukuken ve fiilen şirketin yetkili temsilcisi olmadığı dönemde işlenen fiillerden kaynaklanan kamu alacağından sorumlu tutulmasının hukuken mümkün olmadığı gerekçeleri ile bozulmuştur.
Temyiz dilekçesinde, idari para cezasının tebliğinin usulsüz olduğunun, davacının şirket ortağı ve müdürü olmadan önceki dönemlere ait vergi ve ceza borçlarından dolayı takip edilemeyeceğinin, borcun öncelikle şirketten tahsili için bütün yolların tüketilmediği ve bir aciz fişinin dosyaya sunulmadığı, ayrıca amme alacağının tahsil zamanaşımına uğradığının iddia edildiği; dava dilekçesinde de benzer iddialarda bulunulduğu ve gerek dava dilekçesinde gerek temyiz dilekçesinde tebligatının usulsüz olduğu iddiası dışında idari para cezasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmadığı anlaşılmaktadır.
Buna göre, tebliğ edilen idari para cezasına karşı asıl borçlu olan şirket tarafından dava açılmadığı ve idare tarafından kısmen de olsa borcun tahsil edildiği, şirketin herhangi bir mal varlığına rastlanmaması üzerine ortaklar ve kanuni temsilci olan davacı hakkında takibata başlandığı, ayrıca davacı tarafından da tebligatın usulsüz olduğu iddiası dışında idari para cezasının hukuka aykırı olduğuna ilişkin bir iddiada bulunulmadığı, Mahkeme tarafından ise idari para cezasının tebliğinde herhangi bir hukuka aykırılığın olmadığına karar verildiği dikkate alındığında, ödeme emrine karşı açılan işbu davada “lisanssız olarak madeni yağ üretimi faaliyetinde bulunulması” fiilin böyle bir borcunun olmadığı iddiası kapsamında yargısal denetime tabi tutulmasının mümkün bulunmadığı değerlendirilmektedir.
Ayrıca, idari para cezasının şirkete 18.5.2006 tarihinde tebliğ edildiği, davacının bu tarihte şirketin kanuni temsilcisi olduğu, idari para cezasına karşı dava açılmadığından borcun kesinleştiği, borcun gerçek kişiye değil şirkete ait bir borç olduğu, şirketin bu borcunun ödenmemesinden kanuni temsilci sıfatını taşıyan davacının sorumlu olacağı, aksine bir kabulün kanuni temsilcilik sıfatıyla bağdaşmayacağı, 6183 sayılı Kanunun Mükerrer 35. maddesinde düzenlenen sorumluluğun kanuni temsilcinin görevde olduğu dönemde ödenmesi gereken kamu borcu bakımından kusursuz bir sorumluluk olduğu, borcun doğum anının değil, borcun şirketten tahsil imkanı bulunmadığının tespiti anında temsilcilik sıfatının taşınmasının yeterli olacağı dikkate alındığında, Mahkeme kararının davacının kamu borçlusu şirkete fiilin işlendiği tarihten sonraki bir tarihte ortak olduğu ve idari yaptırıma konu fiilin davacının şirkette temsil yetkisinin olmadığı bir dönemde gerçekleştiği, davacının hukuken ve fiilen şirketin yetkili temsilcisi olmadığı dönemde işlenen fiillerden kaynaklanan kamu alacağından sorumlu tutulmasının hukuken mümkün olmadığı gerekçesiyle bozulmasının da hukuki dayanağının bulunmadığı değerlendirilmektedir.
Dairemiz kararında da belirtildiği üzere, Anayasa Mahkemesi’nin 19.03.2015 tarih ve E:2014/144, K:2015/29 sayılı kararıyla, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un “Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu” başlıklı Mükerrer 35. maddesinin 5. fıkrasındaki “Amme olacağının doğduğu ve ödenmesi gerektiği zamanlarda kanuni temsilci veya teşekkülü idare edenlerin farklı şahıslar olmaları halinde bu şahıslar amme alacağının ödenmesinden müteselsilen sorumlu tutulur.” kuralı ile 6. fıkrasındaki “Kanuni temsilcilerin sorumluluklarına dair 213 sayılı Vergi Usul Kanununda yer alan hükümler, bu maddede düzenlenen sorumluluğu ortadan kaldırmaz.” yolundaki hükmün, vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları sonucunu doğurduğu; adalet ve hakkaniyet ilkeleri gereği, bireyin bu şekilde belirsiz ve güvencesiz bir biçimde kendi kusurundan kaynaklanmayan bir nedenle başkalarının eylem veya ihmali sonucu oluşacak sorumluluğa ortak olmasının adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağı, hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Ancak, bu kararda açıkça “vergi ve diğer mali ödev ve sorumluluklarını zamanında ve eksiksiz olarak yerine getiren kanuni temsilcilerin, sonradan kendilerinin görevde olmadığı ve müdahale şanslarının bulunmadığı bir dönemde gerçekleşen bir eylemden müteselsilen sorumlu tutulmaları”nın adalet ve hakkaniyetle bağdaşmayacağı belirtilmekte olup, kanuni temsilci olan davacının, kendisinin kanuni temsilci olduğu dönemde ödenmesi gerekirken ödenmeyen şirket borcundan kaynaklanan sorumluluğunun bu kapsamda düşünülemeyeceği açıktır.
Nitekim, Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararı incelendiğinde, gerek Anayasa Mahkemesine itiraz başvurusunda bulunan Danıştay Dördüncü Dairesinin, gerekse de Anayasa Mahkemesinin yorumu 6183 sayılı Kanunun Mükerrer 35. maddesinde düzenlenen sorumluluğun kusursuz sorumluluk olduğu yönündedir.
Danıştay Dördüncü Dairesi konu ile ilgili olarak “6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde öngörülen sorumlulukta ise, kanuni temsilcilere yüklenen bir görevin yerine getirilip getirilmediğine bakılmaksızın kanuni temsilcilik sıfatının taşınıyor olması yeterli kabul edilmekte ve bu haliyle esasen kusursuz sorumluluk ilkesinin benimsenmiş olduğu görülmektedir. Dolayısıyla, 6183 sayılı Kanunun mükerrer 35 inci maddesinde öngörülen sorumluluğun, 213 sayılı Kanunun 10 uncu maddesinde öngörülen sorumluluğa, kıyasla daha geniş tutulduğu ve sadece kamu alacağının asıl borçlunun mal varlığından tamamen veya kısmen tahsil edilememesi veya tahsil edilemeyeceğinin anlaşılmış bulunması koşulunun gerçekleşmesinin yeterli olduğu anlaşılmaktadır.” derken; Anayasa Mahkemesi de benzer bir yorumda bulunarak “213 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, kanuni temsilciler için kabul edilen sorumluluk, kusura dayalı sorumluluktur. Buradaki kusur, vergilendirmeye dair ödevlerin ihlal edilmesidir. Buna göre, 213 sayılı Kanun’un 10. maddesi uyarınca kanuni temsilcilerin sorumlu tutulabilmesi için vergilendirme ödevlerini yerine getirmemiş olması gerekmektedir. İtiraz konusu kuraldan kaynaklanan sorumluluk ise kusursuz sorumluluk esasına dayanmakta olup kamu alacağının borçlu şirketten tahsil edilememesinde kanuni temsilcilerin kusuru bulunmasa dahi sorumlu tutulmasına neden olmaktadır.” değerlendirmesini yapmıştır.
Belirtilen gerekçeler çerçevesinde, temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49’uncu mahkemesinde belirtilen nedenlerin hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanması gerektiği oyuyla aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.