Danıştay Kararı 13. Daire 2013/2653 E. 2018/1537 K. 25.04.2018 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2013/2653 E.  ,  2018/1537 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2013/2653
Karar No:2018/1537

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): … Ltd. Şti.
Vekili: …
Karşı Taraf: 1- (Davalı) …
Vekili: …
2- (Müdahil Davalı Yanında) …
Vekili: …

İstemin Özeti: … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; davanın süresi içinde açıldığı, dava açma süresinin zımni ret tarihi olan 14.11.2012 tarihinde başladığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Savunmaların Özeti: Temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hâkimi …’nin Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava, … ili, … ilçesi hudutlarında bulunan ER:… sayılı maden sahasına ilişkin daha önce iptal edilmiş bulunan ihalenin yeniden ihya edilmesine ilişkin 02.07.2012 tarih ve … sayılı işlem ile ihaleye ilişkin olarak yeniden geçici teminat talep edilmesine ilişkin 07.08.2012 tarih ve 17121 sayılı işleme karşı … Noterliğinin 13.09.2012 tarih ve … yevmiye numaralı ihtarnamesi ile yapılan itirazın zımnen reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; ihalenin yeniden ihya edildiğinin bildirilmesine ve geçici teminatın ödenmesinin istenilmesine ilikin 07.08.2012 tarih ve 17121 sayılı işlemin 14.08.2012 tarihinde davacı şirkete tebliğ edildiği, bu tarihte işlemeye başlayan 60 günlük dava açma süresinin, … Noterliği kanalıyla idareye başvurunun yapıldığı 14.09.2012 tarihinde durduğu ve başvurunun zımnen reddi üzerine 13.11.2012 tarihinde yeniden işlemeye başladığı, buna göre, başvurudan önce geçen süre de hesaba katılmak suretiyle dava açma süresinin 13.12.2012 tarihinde sona erdiği anlaşıldığından, bu tarihten sonra 14.01.2013 tarihinde kayda giren dilekçe ile açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, bu karar davacı şirket tarafından temyiz edilmiştir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Anayasanın bağlayıcılığı ve üstünlüğü” başlıklı 11. maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasa’nın “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine, 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” düzenlemesi yer almıştır.
Bu ek fıkranın gerekçesinde, değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.
Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden; Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk hâline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasa’nın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır.
Anayasal düzenlemeler, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, kanunlarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesi’nin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların Anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin Anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarih ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Kanun’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasa’nın 40. maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.
Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu düzenleyen Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.
Bu kapsamda, Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasıyla 40. maddesinin ikinci fıkrasının birbirleriyle olan ilişkisine de değinmek gerekmektedir.
Anayasa’nın 125. maddesinin üçüncü fıkrasında, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı; 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle Anayasa’nın 40. maddesine eklenen ikinci fıkrada ise, Devletin, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğu kurala bağlanmıştır.
Anayasa’da yer alan düzenlemeler, normlar hiyerarşisinde aynı düzeyde yer aldığından bu kuralların birbirine üstünlüklerinden söz etmek mümkün olmamakla birlikte, Anayasal normlar değerlendirilirken normun kabul edildiği tarihe bakılarak yorum yapılabilmesi mümkündür. Bu kapsamda, her ne kadar Anayasa’nın 125. maddesinde, idari işlemlere karşı açılacak davalarda sürenin, yazılı bildirim tarihinden başlayacağı belirtilmiş ise de; 40. maddeye eklenen fıkrayla idari işlemlerde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağının ve sürelerinin belirtilmesi zorunluluğu getirildiğinden, kişilere bildirilen idari işlemlerde başvuru süresi ve başvuru yerinin de gösterilmesi gerekmektedir. Dava açma süresini başlatacak olan bildirim, Anayasa’nın amir hükmü gereğince başvuru mercii ve süresini de gösteren yazılı bildirimdir. Bunun dışındaki yazılı bildirimler, Anayasa’nın 40. maddesinin amir hükmüne uygun olmadığından, dava açma süresi işlemeye başlamayacaktır.
Bu itibarla, Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, başvuru mercii ve süresi bildirilmeyen işlemlerin ilgilisine tebliği dava açma süresini başlatmayacağından, dava açma süresinin geçmesinden sonra açılan bu tür davaların süre yönünden reddedilmesi gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, 28.11.2008 tarihinde, … ili, … ilçesi, … Beldesi Mevkiinde II. Grup (mermer) arama ruhsatı verildiği, 23.06.2010 tarihinde ruhsatın iptal edildiği, ruhsatın iptaline ilişkin işleme karşı açılan davada … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla davanın süre aşımı sebebiyle reddine karar verildiği, ruhsatı iptal edilen sahanın yeniden ihaleye çıkarılması için 30.03.2011 tarihinde ilan yapıldığı, 20.06.2011 tarihinde de ihalenin gerçekleştirildiği, yapılan bu ihalenin iptali istemiyle açılan davada, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:… sayılı kararıyla yürütmenin durdurulması istemiyle kabulüne karar verilmesi üzerine 23.11.2011 tarih ve … sayılı işlemle ihalenin iptal edilerek ihaleye katılan davacı şirketin geçici teminatının iade edilmesine karar verildiği, … İdare Mahkemesi’nin anılan kararına karşı yapılan itirazın … Bölge İdare Mahkemesinin … tarih ve E:… sayılı kararıyla süre aşımı sebebiyle reddedildiği, aynı davada … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla davanın yetki yönünden reddine karar verildiği, açılan davalarda verilen süre ve yetki ret kararlarıyla yürütmenin durdurulması kararlarının ortadan kalktığı ve yürütmenin durdurulması kararlarından önceki duruma dönüldüğünden bahisle, davalı idarece ihalenin yeniden ihyasına karar verilerek 07.08.2012 tarih ve 17121 sayılı işlemle, davacı şirketten daha önce iade edilen …-TL geçici teminatın yeniden ödenmesinin istenildiği, davacı tarafından bu işlemlere karşı yapılan itirazın zımnen reddi üzerine 04.01.2013 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasa’nın 40. maddesinin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye rağmen, davalı idare tarafından davacıya gönderilen 07.08.2012 tarih ve 17121 sayılı işlemde, davacının hangi kanun yolları ve mercilere başvurabileceği ve dava açma süresi belirtilmediğinden, idarenin doğru bilgilendirme yükümlülüğünü yerine getirmemesi ve hak arama özgürlüğünün ihlâl edilmiş olması karşısında, 07.08.2012 tarih ve 17121 davalı idare işleminin davacıya tebliğ edildiği tarihte dava açma süresinin işlemeye başlamadığı anlaşıldığından, Mahkemece davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmesinde usul hükümlerine uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 25.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.