Danıştay Kararı 13. Daire 2010/1942 E. 2011/957 K. 08.03.2011 T.

13. Daire         2010/1942 E.  ,  2011/957 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No: 2010/1942
Karar No: 2011/957

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı): …
Vekili : …
Karşı Taraf (Davalı): … Bankası A.Ş. Genel Müdürlüğü
Vekilleri : …

İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; davacının hesabından izinsiz para çekmek suçu işleyenler beş kişi olduğu halde yalnızca bir kişi hakkında dava açıldığı ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve kanuna uygun olan mahkeme kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi …’ın Düşüncesi : Temyiz istemin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı …’nun Düşüncesi : İdare ve Vergi Mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava; davacının, … Bankası … İli … şubesinde bulunan mevduat hesabında bulunan parasını, imzasını taklit ederek çektiği ileri sürülen görevlilerin yargılanmasına izin verilmemesine ilişkin … Bankası Genel Müdürlüğü’nün … tarih ve … sayılı işleminin iptali istemiyle açılmış, İdare Mahkemesi’nce; 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesi uyarınca Cumhuriyet Savcılığı’na suç duyurusunda bulunulmamasına ilişkin kararın, ceza yargılamasına yönelik ve idarî faaliyet dışında, adlî sürece geçmeyi sağlayan ve ceza yargılamasına ilişkin olması nedeniyle idarî davaya konu olabilecek nitelikte bir idarî işlem niteliği bulunmadığı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk Devleti olduğu belirtilmiştir. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında da belirtildiği gibi, hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda eşitliği gözeten, adaletli bir hukuk düzeni kurup sürdürmekle kendisini yükümlü sayan, hukuk güvenliğini sağlayan, bütün etkinliklerinde hukuka ve Anayasa’ya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargı denetimine bağlı olan devlettir. Anayasa’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik hukuk devleti niteliği vurgulanırken, devletin tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı olması amaçlanmıştır. Yargı denetimi, hukuk devletinin “olmazsa olmaz” koşuludur.
Öte yandan, Anayasa’nın 36. maddesi, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir. Hiçbir mahkeme, görev ve yetkisi içindeki davaya bakmaktan kaçınamaz.”; hükmünü 125. maddesi de, “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır.” hükmünü taşımaktadır.
Anayasa’nın 36. maddesiyle güvence altına alınan dava yoluyla hak arama özgürlüğü, kendisi bir temel hak niteliği taşımasının ötesinde diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmasını ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden birisini oluşturmaktadır. Kişinin, kendisini savunabilmesinin ya da maruz kaldığı haksız bir uygulama veya işleme karşı haklılığını ileri sürüp kanıtlayabilmesinin en etkili ve güvenceli yolu yargı mercileri önünde hakkını arayabilmesidir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin adil yargılanma hakkının düzenlendiği 6. maddesine ilişkin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarında da, dava yoksa, adil, aleni ve gecikmesiz bir yargılamadan söz edilemeyeceği, mahkeme önünde hak arama yolunun fiilen yahut hukuken geçici de olsa kapatılmasının veya kullanımını imkânsız kılan koşullara bağlayarak sınırlandırılmasının adil yargılanma hakkının ihlâli anlamına geleceği belirtilmiştir.
Bu açıklamalar karşısında, dava konusu … Bankası Genel Müdürlüğü işlemi, niteliği itibariyle, 4389 ve 5411 sayılı Yasa’ların verdiği yetkiye dayanılarak, tek yanlı irade açıklaması ile hukukî varlık kazanan, davacının başvurusu üzerine yapılan inceleme sonucunda ilgili banka personeli hakkında işlem yapılmaması yönünde hukukî sonuç doğuran kesin ve yürütülmesi gereken bir idarî işlemdir ve bu nitelikte bir işleme karşı yargı yolunu kapayan bir yasa hükmü de olmadığından, anılan işlemin idarî davaya konu edilebileceği açıktır. Ayrıca, takdir yetkisi kullanılarak tesis edilen davalı idare işleminin, yargı yolu kapatılmamış tüm idarî işlemler gibi, yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden hukuka uygunluğunun denetlenebilmesinin, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin gereği olduğu da kuşkusuzdur.
Bu durumda, davacının şikâyeti üzerine yapılan inceleme sonucunda adı geçen banka personeli hakkında tesis edilen idarî işleme karşı açılan davada, işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, sözü edilen işlemin idarî davaya konu olamayacağı gerekçesiyle davanın incelenmeksizin reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca, davacının temyiz isteminin kabulü ile … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesine, 08.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.