Danıştay Kararı 13. Daire 2010/1139 E. 2015/3519 K. 21.10.2015 T.

Danıştay 13. Daire Başkanlığı         2010/1139 E.  ,  2015/3519 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONÜÇÜNCÜ DAİRE
Esas No:2010/1139
Karar No:2015/3519

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) :
Vekili :
Karşı Taraf (Davalı) :
Vekili :

İstemin_Özeti : … 10. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının; maddi zararın tespitinin teknik ve ticari bir konu olduğu, ancak uzman bilirkişi vasıtasıyla sağlıklı bir tespitin yapılabileceği, Danıştay içtihadının da bu yönde olduğu, bu nedenle Mahkeme’nin değerlendirmesinin yerinde olmadığı; diğer yandan, davacı şirketin faaliyetini sürdürememesi nedeniyle iş, zaman ve müşteri kaybı yaşadığı, bu yönüyle de manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hâkimi ‘nın Düşüncesi : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onüçüncü Dairesi’nce, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:
Dava; davacıya ait akaryakıt istasyonuna ilişkin bayilik lisansının davalı idarenin işlemiyle iptalİ üzerine, söz konusu işlemin iptali istemiyle açılan davada … 5. İdare Mahkemesinin … tarih ve… sayılı kararı ile yürütmenin durdurulması kararı verilmesi üzerine, tekrar faaliyete başlayan davacı şirket tarafından 26.02.2008 ile 16.04.2009 tarihleri arasında faaliyetini sürdürememesi nedeniyle uğradığı ileri sürülen zarara karşılık olmak üzere, 50.000,00-TL maddi ve 50.000,00-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılmış; İdare Mahkemesi’nce; davacı şirket adına davalı idareye verilen bayilik lisansının iptali istemine ilişkin dilekçenin işleme konulmadan önce, lisans iptalini isteyen kişiye ait nüfus cüzdanı fotokopisi ile imza sirkülerinin birer örneklerinin istenilmediği, lisans iptalini isteyen şahsa ait kimlik kontrolünün yapılmadığı, bir başka akaryakıt şirketine ait dosya içerisinde bulunan ve davacı şirket adına verilen lisans iptaline ilişkin dilekçenin davacı şirketin gerçek iradesini yansıtıp yansıtmadığının davacı şirkete sorulmak suretiyle araştırılmadığı, dolayısıyla idarenin bu konuda ağır hizmet kusurunun bulunduğu açık olduğundan davacı şirketin uğramış olduğu zararın davalı idarece tazmininin gerektiği, ancak davacı tarafından ibraz edilen vergi beyannamelerinin incelenmesinden, yasal defterlere kaydedilen hasılat ve giderlerin düşülmesi sonucu elde edilen kârın, davacının net kazancı olması, faaliyetine son verilmesinden önce ve faaliyete başlanılmasından sonra davacı tarafından verilen beyannamelerde zarar beyan edilmesi, gelecek yıllarda elde edilecek olan kârın ise muhtemel olması, dolayısıyla davacının lisansının iptal edilmesi nedeniyle uğramış olduğu zararın ortaya konulamaması nedeniyle, talep edilen 50.000,00 TL maddi tazminatın karşılanmasına olanak bulunmadığı; manevi tazminatın kişinin manevi değerlerinde meydana gelen eksilme ile duyulan acı, üzüntü ve sarsıntının bir miktar parayla kısmen de olsa hafifletilmesini sağlamak amacına yönelik bir manevi tatmin aracı olduğu, manevi tazminata hükmedilmesini gerektirecek zararın, kişilik haklarına saldırı hallerinde söz konusu olabileceği, davacı şirket adına imzalanmış bayilik lisansının iptali istemine ilişkin dilekçe ile lisansın kaybolduğuna yönelik zayi ilanının davalı idareye verilmesi üzerine, davalı idarece her hangi bir araştırma yapılmaksızın belirtilen lisansın iptal edildiği görülmekle birlikte, davacının lisansının iptal edilmesine ilişkin işlemin gerekçesine bakıldığında, olayda, davacı şirketin ticari itibarını zedeleyecek türden bir lisans iptalinin söz konusu olmadığından manevi tazminat isteminin yerinde görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğu kurala bağlanmıştır. İdarenin yürütmekle yükümlü olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanan hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
Genel olarak, idarenin tazmin yükümlülüğünden söz edilebilmesi, zararı doğuran olayın idari faaliyete bağlanabilmesi ve zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması koşuluna bağlıdır. İlgililerin hukuken korunan maddi ve manevi değerlerinde zarar verici olaydan sonra ortaya çıkan durumla önceki durum arasında görülen fark idarenin tazmin borcunu oluşturmaktadır.
Dosyanın incelenmesinden, 21.03.2005 tarih ve BAY/463-340/08975 sayılı bayilik lisansı sahibi olan davacı …’nin …adresinde akaryakıt istasyonu işletmeciliği faaliyetinde bulunduğu, söz konusu bayilik lisansının ‘nca iptal edildiğinin öğrenilmesi üzerine 10.03.2008 tarihinde davalı idareye yapılan başvuru ile işlem dosyasındaki bilgi ve belgelerin istenildiği, gönderilen belgeler arasında davacı şirket adına imzalanmış bayilik lisansının iptali istemine ilişkin dilekçe ile lisansın kaybolduğuna yönelik zayi ilânının birer suretinin de bulunduğu, bunun üzerine davacı tarafından ilgili dilekçenin sahte olduğu gerekçesiyle bayilik lisansının iptali istemiyle açılan davada, … 5. İdare Mahkemesinin … tarih ve … sayılı kararıyla söz konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına, … tarih ve … sayılı kararıyla da iptaline karar verildiği, davacı tarafından, söz konusu olay nedeniyle davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülerek 26.02.2008 ile 16.04.2009 tarihleri arasında faaliyetini sürdürememesi nedeniyle uğradığı ileri sürülen zarara karşılık olarak 50.000,00-TL maddi ve 50.000,00-TL manevi tazminat olmak üzere toplam 100.000,00-TL’nin yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Dava konusu uyuşmazlıkta, davalı idarenin işleminde hizmet kusuru bulunduğu noktasında tereddüt yoktur. Nitekim, bu durum hatalı işlemin Mahkeme kararıyla iptaliyle ortaya konulmuş ve bakılan davada Mahkeme’ce de hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Olayda, maddi zararın ortaya çıkıp çıkmadığına ilişkin olarak Mahkemenin değerlendirmesine gelince; maddi zarar, mal varlığından eksilme veya mal varlığında kuvvetle muhtemel olan çoğalma olanağından yoksun kalma şeklinde tanımlanabilmektedir. Maddi tazminatın amacı, zarar verici olay meydana gelmeseydi, zarar gören, malvarlığı açısından hangi durumda bulunacak idiyse, o durumun yeniden kurulmasıdır.
Bayilik lisansının iptal edilmesi üzerine, davacının faaliyette bulunmadığı dönemde her hangi bir maddi zararının ortaya çıkıp çıkmadığı, böyle bir zarar var ise bu zararın boyutunun yargı organlarınca dosyadaki bilgi ve belgelere göre tespiti her zaman mümkün olmayabilir. Başka bir ifade ile, hâkimin hukuk bilgisi ile saptayabileceği bir zarar olmayabilir. Bakılan davada, ilgilinin maddi kaybının sadece ilgili dönemde elde etmesi gereken kârla sınırlandırılması, bu çerçevede sadece mali kârın oluşup oluşmadığına ilişkin bir değerlendirme yapılması yeterli değildir. İlgili dönemde faaliyette bulunulamaması nedeniyle yüklenilmek zorunda kalınan maliyet unsurları, kâr elde edilememiş olunsa da ortaya çıkan zararın büyüklüğü gibi hususların göz önünde bulundurulmak suretiyle davacının uğradığını ileri sürdüğü gerçek zararın tespitinin gerektiği, zira maddi zarar kavramının mali kâr/zarar kavramı ile özdeşleştirilmesinin mümkün olmadığı, bu tespitin ise ancak hâkimin hukuk bilgisinin dışında teknik bilgiden de yararlanmayı zorunlu kıldığı, dolayısıyla uyuşmazlığın bilirkişi incelemesi yaptırılarak çözümlenmesi gerektiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda; hizmet kusurundan doğan maddi zararın tüm unsurlarıyla tespitine yaptırılacak bilirkişi incelemesi neticesinde karar verilmesi gerekirken, davacının mali tablolarında uyuşmazlık öncesi ve sonrası dönemde kâr beyan etmeyip ilgili dönemlerde zarar ettiğinden bahisle tazmin talebinin reddine ilişkin Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Davacının manevi tazminat isteminin reddine gelince; manevi tazminat, kişilik haklarının ihlâli halinde meydana gelen eksilmenin, başka türlü giderim yolunun bulunmaması nedeniyle, uğranılan manevi zararın kısmen de olsa telafi edilmesini sağlayan manevî bir tatmin aracıdır.
Tüzel kişilerin kişilik haklarını, saygınlık, ticari itibar, sosyal ilişkiler bakımından sahip olunan değer, diğer kurumlar nezdindeki algılanış, mesleki çevrelerdeki konum, güvenilirlik gibi değerler oluşturmaktadır. Tüzel kişiliğin, saygınlığını yitirmesine, itibar kaybına uğramasına veya amaçlarını gerçekleştirmek bakımından zor duruma düşürülmesine yol açan hukuka aykırı tasarrufların manevi zarara yol açtığı kabul edilerek bu tür zararların tazmini gerektiği kuşkusuzdur.
Tüzel kişiler lehine manevi tazminata hükmedilirken piyasadaki konumları ve ekonomik durumları dikkate alınarak, olay nedeniyle piyasadaki konumlarının ve ticari itibarlarının sarsılması ile orantıyı ifade edecek, işlemin hukuka aykırılığını ortaya koyacak ve hukuka aykırılığı özendirmeyecek bir miktarın belirlenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlıkta, davacının lisansının haksız yere iptaliyle, davacının ticari itibarını zedelediği ve müşterileri nezdinde güvenilirliğini azalttığı açıktır.
Bu nedenle, davacı şirketin söz konusu işlem nedeniyle uğradığı manevi zarara karşılık makul bir miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken, davanın reddi yönünde verilen temyize konu Mahkeme kararında hukuka uygunluk bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; davacının temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesi uyarınca … 10. İdare Mahkemesi’nin … tarih ve … sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine, bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 (on beş) gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 21.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.