Danıştay Kararı 10. Daire 2020/4210 E. 2020/4465 K. 03.11.2020 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2020/4210 E.  ,  2020/4465 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2020/4210
Karar No : 2020/4465

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : … Turizm Sanayi ve Dış Ticaret A.Ş.
VEKİLİ : Av. …

TEMYİZ EDEN (DAVALI) : … Valiliği / ..
VEKİLİ : Av. …

İSTEMLERİN_KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: İstanbul ili, Beşiktaş ilçesinde bulunan “…” isimli gece kulübünün işletmecilerinden olan davacı Şirketin, 01/01/2017 tarihinde gerçekleştirilen terör saldırısı sonucunda işyerinde oluştuğunu ileri sürdüğü maddi zararlarının karşılığı olarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000.000,00 TL maddi ve 5.000.000,00 TL manevi zararın, 01/01/2017 tarihinden itibaren işletilecek ticari faizi ile birlikte tazminen ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesi … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; “…” isimli gece kulübünün işletmecilerinden olan davacı Şirketin, 01/01/2017 tarihinde gerçekleşen terör saldırısı sonucunda oluşan maddi zararlarının tazmini için 14/09/2017 tarihinde İstanbul Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna başvuruda bulunduğu, komisyonun başvuruyu 5233 sayılı Kanunun 6. maddesi uyarınca olayın öğrenilmesinden itibaren 60 gün içinde başvurulmadığı gerekçesiyle reddettiği, başvurunun süresi içerisinde gerçekleştirilmemesi ve yine başvurunun bu gerekçe ile reddedilmesine ilişkin komisyon kararına yönelik olarak herhangi bir davanın açılmamış olması nedeniyle maddi tazminat talebinin reddine, … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı adli tahkikat neticesinde hazırlanan … Soruşturma Numaralı dosyasından ve İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonunca 5233 sayılı Kanun kapsamında yapılan ödemelerden söz konusu olayın silahlı bir terör olayı olarak nitelendirildiği, buna göre manevi zararın idarece sosyal risk sorumluluğu kapsamında tazmin edilmesi gerektiği, davacı Şirkete ait işletmenin ulusal ve uluslararası düzeyde tanılırlığı, yüksek gelirli işletme olması, ticari unvanı , bulunduğu yer ve konumu, olayın meydana geliş şekli ve şirketin ekonomik durumu dikkate alınarak 500.000,00 TL manevi tazminatın dava açma tarihi olan 27/12/2017 tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte davacıya ödenmesine fazlaya ilişkin manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesince; istinaf başvurusuna konu … İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu ve davacı ve davalı idare tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği belirtilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca istinaf başvurularının reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ_EDENLERİN_İDDİALARI : Davacı tarafından, saldırı sonrasında iş yerine girişine izin verilmediği, Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan keşiften sonra 22/05/2017 tarihinde Büyükşehir Belediyesince yıkıldığı, süre aşımı kararının hukuka aykırı olduğu, takdir edilen manevi tazminat miktarının markada değerlerinin yok olması nedeniyle az olduğu ileri sürülmektedir.
Davalı idare tarafından, hizmet kusurunun bulunmadığı, takdir edilen manevi tazminat miktarının fahiş olduğu ileri sürülmektedir.

TARAFLARIN SAVUNMALARI : Taraflarca savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Davacının temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddi, davalının temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
İstanbul İli, Beşiktaş İlçesinde bulunan … isimli gece kulübünün işletmecisi olan davacı şirketin, 01/01/2017 tarihinde gerçekleştirilen silahlı saldırı sonucunda oluştuğu ileri sürülen maddi zararlarının, 5233 sayılı Kanun hükümlerine istinaden ödenmesi istemiyle İstanbul Valiliği Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zarar Tespit Komisyonuna yapılan başvurunun süresinde yapılmadığından bahisle reddedilmesi üzerine , Devletin önlemekle yükümlü olduğu terör olayını önleyememesi nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000.000,00 TL maddi ve 5.0000.0000,00 TL manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek ticari faizi ile birlikte tazmini istemiyle bakılan dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin; toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 5. maddesinde, Devletin temel amaç ve görevlerinin; Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu; 125. maddesinde ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, aynı maddenin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Dairemizin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.
Tazminat hukukunda asıl olan, ortaya çıkan zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması olup, hizmet kusuru nedeniyle idarenin sorumluluğuna gidebilmek için ortaya çıkan zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması şarttır. Zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilmeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu sebeple, hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile “terör olayları” olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
Terör eylemleri nedeniyle mağdur olan bireylerin zararlarının sulh yoluyla ödenebilmesi amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun 27/07/2004 tarihinde yürürlüğe girmiş, Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından AİHM nezdinde açılan davalarda hükümetin yaptığı itirazlar yerinde görülmüş ve 5233 sayılı Kanun’un etkin bir başvuru yolu olduğu belirtilmiştir.
Terör eylemleri sonucu oluşan olaylar incelendiğinde, bir taraftan hayvanlara, ağaçlara, ürünlere, ev ve ev eşyalarına ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen zararlar, yaralanma, engelli hale gelme ve ölüm nedeniyle uğranılan zararlar ya da kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklı maddi zararlar yanında, esasen terör eylemlerine maruz kalan vatandaşların hayatları boyunca çektikleri ve çekecekleri üzüntü, acı, elem ve psikolojik buhran, vb. gibi manevi zararların da mevcut olduğu ve bu manevi zararların büyük sıkıntılara yol açacağı hususu inkar edilemez bir gerçektir. Dolayısıyla, idare hukuku kuralları çerçevesinde Anayasa’ya dayalı olarak geliştirilen bir ilke uyarınca manevi zararların karşılanma olanağının, içeriği itibarıyla engelleyici bir hüküm taşımayan Kanun ile ortadan kaldırıldığından bahsedilmesi olanaksızdır.
Kaldı ki, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceğinden, manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu Kanunda açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir.
Dolayısıyla, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Kanunun öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Temyiz” başlıklı 46. maddesinin 1. fıkrasında; “Danıştay dava dairelerinin nihai kararları ile bölge idare mahkemelerinin aşağıda sayılan davalar hakkında verdikleri kararlar, başka kanunlarda aksine hüküm bulunsa dahi Danıştayda, kararın tebliğinden itibaren otuz gün içinde temyiz edilebilir.” hükmünü haiz olup, aynı fıkranın (b) bendinde; konusu yüz bin Türk Lirasını aşan vergi davaları, tam yargı davaları ve idari işlemler hakkında açılan davalar, temyiz edilebilecek davalar arasında sayılmıştır.
Aynı Kanun’un “Temyiz dilekçesi” başlıklı 48. maddesinin 3. fıkrasında ”Temyiz dilekçeleri, ilgisine göre kararı veren bölge idare mahkemesine, Danıştaya veya 4 üncü maddede belirtilen mercilere verilir ve kararı veren bölge idare mahkemesi veya Danıştayca karşı tarafa tebliğ edilir. Karşı taraf tebliğ tarihini izleyen otuz gün içinde cevap verebilir. Cevap veren, kararı süresinde temyiz etmemiş olsa bile düzenleyeceği dilekçesinde, temyiz isteminde bulunabilir. Bu takdirde bu dilekçeler temyiz dilekçesi yerine geçer.” kuralına yer verilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
A-) Temyize konu kararın, İdare Mahkemesi kararının maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı ile manevi tazminat isteminin kısmen reddine ilişkin kısımlarına karşı yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin kısımlarının incelenmesi;
Dosyanın incelenmesinden, … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı istinaf başvurularının reddine ilişkin kararının davacı vekilinin elektronik tebligat adresine 08/02/2020 tarihinde tebliğ edildiği, kararın otuz günlük yasal süre içerisinde en geç 09/03/2020 tarihinde temyiz edilmesi gerekirken, bu sürenin geçirildikten sonra 24/03/2020 tarihinde kayda giren dilekçe ile temyiz edildiği anlaşıldığından, süresinde yapılmayan temyiz isteminin incelenmesine olanak bulunmamaktadır.
B-) Temyize konu kararın, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kısmına karşı yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin kısmının incelenmesi:
5233 sayılı Kanunda açıkça manevi tazminat ödenmesini engelleyen bir hüküm bulunmadığından, sosyal risk ilkesine dayalı olarak manevi tazminata hükmedilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır.
Manevi zarar, kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, duyulan acı ve ıstırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmekte olup; fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir. Burada belirtilen ”kişi” kavramının gerçek kişiler yanında tüzel kişileri de kapsadığı; daha açık bir ifadeyle, hukuki şartların gerçekleşmesi halinde tüzel kişiler lehine de manevi tazminata hükmedilebileceği açıktır.
Tüzel kişilik; ortak bir amacın sürekli olarak gerçekleşmesini sağlayacak örgütlenmeye sahip kişi veya mal topluluklarına veya malı tahsis eden kişiden bağımsız olarak tanınan kişilik olarak tanımlanmaktadır. Böylece tüzel kişiler, toplumsal yaşayışta bireylerin dağınık güçlerini bir araya toplayan, onları koruyan, faaliyet alanlarını genişleten ve insanların tek başlarına gerçekleştiremeyecekleri amaçları gerçekleştiren amaç birlikleri veya mal topluluklarıdır.
Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere tüzel kişiler, bağımsız varlığa ve iradeye sahip olduğundan, iradesini organları aracılığıyla kullanan, hak ve borçlara ehil olan hukuki varlıklardır.
Bu nedenle ”kişi” olma yönünden, kural olarak gerçek kişilerle tüzel kişiler arasında fark gözetilmemiştir. Haklara ve borçlara ehil varlıklar olma bakımından eşit durumdadırlar.
Bir şahsın kişiliğine bağlı, fiziki, manevi ve fikri varlığı üzerinde kişi olma sıfatıyla sahip bulunduğu kişisel değerler üzerindeki mutlak hakka kişilik hakkı denir. Kişilik kavramı en geniş anlamda kişiyi ve onun kişilik haklarını kapsamaktadır. Türk Medeni Kanunu’nun 48. maddesinde doğal olarak belirtildiği şekliyle yalnızca gerçek kişilere ait olan cins, yaş, hısımlık gibi haklar, tüzel kişilere özgü hakların dışında kalmaktadır.
Kişilik hakkı çeşitli kişisel değerlerden oluşan bir bütünlük arz eder. Kişilik hakkı bir şahsın kişiliğini oluşturan maddi ve manevi değerleri kapsar. Kişinin özel yaşamı, beden bütünlüğü, şerefi, haysiyeti, onuru, saygınlığı, sağlığı, özel yaşamının gizliliği, resmi adı, eseri, sözü, ekonomik hareket serbestliği ve özgür olma hakkı bu değerlerdendir.
Kanun koyucu kişilik haklarını oluşturan değerlerin sürekli değişen ve gelişen yansımalarını dikkate alarak sınırlandırma yoluna gitmemiş; kişisel değerlerden oluşan kişilik hakkı esnek bir çerçeve içinde ele alınmıştır. Medeni Kanunda açıkça düzenlendiği gibi tüzel kişiler cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği olarak ancak insanlara özgü olanlardan başka bütün hakları edinebilirler ve borç altına girebilirler.
Tüzel kişiler, insanlar gibi maddi bir yapıya sahip olmadıklarından, onların bedensel bütünlüğü, yaşamı, sağlığı gibi, maddi bedensel değerler üzerinde kişilik haklarının varlığı tabii olarak söz konusu olmamakla birlikte; saygınlık, onur, sır çevresi gibi manevi nitelikteki kişisel değerlerle, mesleki ve ekonomik kişisel değerlere, gerçek kişiler gibi tüzel kişilerin de sahip olduğu kuşkusuzdur.
Bu nedenle tüzel kişinin ekonomik faaliyetini yürütürken kazandığı saygınlık, onun kişisel değerleri içinde yer alır. Ticari şeref ve haysiyetin çiğnenmesi, onun ekonomik yaşam içindeki yerini ve durumunu sarsabilir. Ekonomik itibar da tüzel kişinin şeref ve haysiyetinin bir görüntüsüdür. Tüzel kişinin ekonomik faaliyetleri de toplum tarafından değerlendirilmektedir. Bu itibarla, ekonomik faaliyetleri azaltan veya ortadan kaldıran olaylar da kişiliği ihlale yönelik nitelik taşır.
İdare hukuku çerçevesinde, bir tüzel kişiliğin manevi zararından
söz edilebilmesi için idarenin kusurlu veya kusursuz sorumluluğuna yol açan eyleme bağlı olarak tüzel kişiliğin itibarının zedelemesi veya tüzel kişiliğin faaliyetlerinin açıkça olumsuz biçimde etkilemesi
halinde, idarenin manevi tazminat sorumluluğunun varlığı kabul edilebilir.
Dosyanın incelenmesinden, 01/01/2017 tarihinde meydana gelen silahlı saldırıdan sonra iş yerinin Büyükşehir Belediyesi tarafından yıkılmasının saldırı olayı ile ilgisinin olmadığı, işyerinin mevzuata aykırı faaliyet göstermesi nedeniyle yıkımın gerçekleştiği anlaşılmıştır.
Bakılan uyuşmazlıkta meydana gelen terör olayının tüzel kişiliğin faaliyetlerinin olumsuz biçimde etkilemesi nedeniyle sosyal risk ilkesi gereği manevi zararının tazmini gerekmekle birlikte İdare Mahkemesi kararında hükmedilen toplam 500.000,00 TL manevi tazminatın, olayın oluş şekline göre zenginleşmeye sebep olacak miktarda fahiş olduğu görüldüğünden, amaç ve niteliği de dikkate alınarak yeniden manevi tazminat takdiri yapılması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin İdare Mahkemesi kararında ve bu karara karşı davalı idarece yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin kararında bu yönüyle hukuki isabet bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin süre aşımı nedeniyle reddine, davalı idarenin temyiz isteminin kabulüne,
2. Temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne ilişkin kısmına karşı yapılan istinaf başvurusunun reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesine gönderilmesine, 03/11/2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.