Danıştay Kararı 10. Daire 2019/6569 E. 2020/4979 K. 17.11.2020 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/6569 E.  ,  2020/4979 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/6569
Karar No : 2020/4979

TEMYİZ EDEN (DAVACI) : …
VEKİLİ : Av. …
KARŞI TARAF (DAVALI) : …
VEKİLİ : Av. ….
İSTEMİN_KONUSU : … İdare Mahkemesinin … tarih ve E…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacı tarafından, … Atatürk Devlet Hastanesinde uygulanan enjeksiyon nedeniyle sol bacağında siyatik sinir hasarı oluşmasında davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 100.000,00 TL manevi ve 250.000,00 TL maddi olmak üzere toplam 350.000,00 TL tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; olaya ilişkin olarak Adli Tıp Kurumu …. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan …. tarih ve … sayılı raporda özetle, … tarihinde … Atatürk Devlet Hastanesi nöroloji servisinde uygulanan enjeksiyon sonrası gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da; ödem, hematom, ilacın difüzyon yoluyla sinire toksik etkisi, vücut yapısı, siyatik sinirin anatomik lokalizasyon farkı gibi nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin, enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği, uygulamayı yapan sağlık personeline atfıkabil kusur tespit edilmediği, komplikasyon olarak değerlendirildiğinden maluliyet tayinine mahal olmadığı yönünde görüş bildirildiği, Mahkemenin 15/07/2014 tarihli ara kararı ile Adli Tıp Genel Kurulundan, davacıya ait teshiş ve tedavi belgelerini içeren sağlık dosyası ve epikriz raporları incelenerek, davacıda gelişen enjeksiyon nöropatisinin enjeksiyon ile ilgisi; enjeksiyonun yapım şekli, yapıldığı yer, iğne uzunluğu, ya da enjekte edilen ilaçların dozu ya da türü nedeniyle mi meydana geldiği veyahut sağlık personelinin dikkatsizlik, eğitimsizlik ya da özensizliğiyle mi meydana geldiği, enjeksiyon yapılmadan önce iğnenin sinire gelmesinin engellenmesi adına sağlık personelince uyulması zorunlu olan tedbirlerin neler olduğu ve bu tedbirlere ilişkin uygulamanın somut olayda uygulanıp uygulanmadığının saptanması ve taraf iddiaları ile bilirkişi raporuna itiraz dilekçesindeki hususlar değerlendirilmek suretiyle davalı idareye bağlı Hastanelerde uygulanan tıbbi müdahaleler ile teşhis ve tedavi sürecinde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunu açıklayıcı ve gerekçeli yeni bir raporun istenilmesi üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunca hazırlanan 26/03/2015 tarih ve 636 sayılı raporda da, 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu kararı doğrultusunda görüş bildirildiği, dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile anılan raporlar birlikte değerlendirildiğinde, davacıya uygulanan enjeksiyon işlemi ile teşhis ve tedavi sürecinde, davalı idarenin hizmet kusuru niteliğinde eylem ve işlemlerinin bulunmadığı sonucuna varıldığı, bu haliyle davalı idarenin, doğduğu ileri sürülen maddi ve manevi zararların ödenmesinden sorumlu tutulmasına hukuken olanak bulunmadığı, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin reddi gerektiği gerekçesiyle dava reddedilmiştir.

TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI : Davacı tarafından, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunca hazırlanan raporun ihtisas dairesince hazırlanan raporun tekrarı niteliğinde olduğu, açıklanması gereken hususlara yönelik rapor tanzim edilmediği, enjeksiyon yolu ile tedavinin zorunlu olup olmadığının incelenmediği, enjeksiyonu yapan sağlık personelinin ve hangi enjeksiyonun uygulandığına dair kayıtların tutulmadığı, kusurlu eylemin enfeksiyon olarak belirtilerek kayıtların kapatıldığı, yasal gerekliliklerin yerine getirilmediği, gerekli özenin gösterilmediği, davalı idarece hizmetin gerektirdiği yeterliğe sahip personel tarafından tıbbi müdahale yapıldığının ispatlanamadığı, tıbbi operasyon kapsamına dahil edilemeyecek bakım, gözetim ve yan müdahalelerin hiç veya gereği gibi yapılmaması dolayısıyla oluşan zararlarda, idarenin ağır hizmet kusurunun aranmasına gerek olmadığı, davacının, müdahalenin etki ve sonuçlarına dair aydınlatılmış onamının alınmadığı, enjeksiyon sonucunda oluşan siyatik sinir yaralanmasının temelinde acemilik, tedbirsizlik ve dikkatsizlik bulunduğu, dosyadaki raporların gerçeği yansıtmadığı, taraflı olarak hazırlandığı ileri sürülmektedir.

KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, olayda idarenin sorumluluğunun doğması için gereken şartların gerçekleşmediği, sağlık personelinin herhangi bir hizmet kusuru veya haksız fiilinin bulunmadığı, dosyadaki raporların da bu yönde olduğu, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin reddi ile usul ve yasaya uygun olan İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

Temyiz istemine konu Mahkeme kararının, maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı yönünden;

HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
İdare ve vergi mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Temyiz istemine konu Mahkeme kararının, manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmı yönünden;

İNCELEME VE GEREKÇE :

MADDİ OLAY :
Davacı baş dönmesi şikayetiyle … tarihinde … Atatürk Devlet Hastanesi nöroloji polikliniğine başvurmuş, burada yapılan muayenesinin ardından vertigo ve anksiyete tanılarıyla yatış işlemi yapılmış, tedavisi düzenlenmiş, tedavi planında yer alan bir ilacın kas içine uygulanmasından sonra sol bacağında düşük ayak oluşması nedeniyle nöroşirurji ve fizik tedavi ve rehabilitasyon uzmanları tarafından muayene edilmiş, ilaç tedavisi verilmiş, egzersiz önerilmiş, 09/04/2010 tarihinde taburcu edilmiştir.
06/05/2011 tarihinde Zonguldak Karaelmas Üniversitesi Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nörofizyoloji Ünitesinde yapılan EMG tetkikinde, “sol siyatik sinirin common peroneal dalının denerve total düzeyde, tibialis posterior dalının ise hafif parsiyel düzeyde etkilendiği, bu durumun kronik aksonal dejenere lezyonu ile uyumlu olduğu” saptanmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetimi yapılacağından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, idarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu da tartışmasızdır.
Bunun yanında, manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere maruz kalmış ya da kişilerin vücut bütünlüğünün ihlal edilmiş olmasına, ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır. Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak ve idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin devlete yüklediği pozitif yükümlülükler, devlet tarafından, özel ya da kamu hastanelerine hastaların yaşamını koruyacak nitelikteki tedbirleri alma zorunluluğu getiren yasal ve düzenleyici çerçevenin konulmasını gerektirmektedir. Bu yükümlülük, hastaları, tıbbi müdahalelerin bu bağlamda meydana getirebileceği ağır sonuçlardan mümkün olabildiğince koruma gerekliliğine dayanmaktadır. Böylelikle, taraf devletler, bu yükümlülük uyarınca, hekimlerin, uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin hastaların fiziksel bütünlüğüyle ilgili olarak meydana getirebileceği öngörülebilir sonuçlar hakkında sorgulanmaları ve hastalarını aydınlatarak, rıza göstermelerini sağlayacak şekilde kendilerini bu tıbbi müdahale hakkında önceden bilgilendirmeleri amacıyla gereken düzenleyici yasal tedbirleri almakla yükümlüdürler (Codarcea/Romanya, No. 31675/04, 2 Haziran 2009).
11/04/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinde “Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.” hükmü yer almaktadır.
5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan 16/03/2004 tarih ve 2004/7024 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi)”nin “Amaç ve konu” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Sözleşmenin Tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayrım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına alacaklardır.”; “Mesleki standartlar” başlıklı 4. maddesinde; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” kurallarına yer verilmiştir. Sözleşme, iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olup, anılan düzenlemede her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir.
Diğer taraftan, Sözleşmenin “Muvafakat” başlıklı (II) numaralı bölümünde yer alan 5. maddesinde “muvafakat” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilir.” düzenlemesiyle muvafakatin kapsamı belirlenmiştir.
Türk Tabipler Birliğince kabul edilen Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nın 26. maddesinde ise “Hekim hastasını, hastanın sağlık durumu ve konulan tanı, önerilen tedavi yönteminin türü, başarı şansı ve süresi, tedavi yönteminin hastanın sağlığı için taşıdığı riskler, verilen ilaçların kullanılışı ve olası yan etkileri, hastanın önerilen tedaviyi kabul etmemesi durumunda hastalığın yaratacağı sonuçlar, olası tedavi seçenekleri ve riskleri konularında aydınlatır. Yapılacak aydınlatma hastanın kültürel, toplumsal ve ruhsal durumuna özen gösteren bir uygunlukta olmalıdır. Bilgiler hasta tarafından anlaşılabilecek biçimde verilmelidir. Hastanın dışında bilgilendirilecek kişileri, hasta kendisi belirler. Sağlıkla ilgili her türlü girişim, kişinin özgür ve aydınlatılmış onamı ile yapılabilir. Alınan onam, baskı, tehdit, eksik aydınlatma ya da kandırma yoluyla alındıysa geçersizdir. Acil durumlar ile, hastanın reşit olmaması veya bilincinin kapalı olduğu ya da karar veremeyeceği durumlarda yasal temsilcisinin izni alınır. …” kuralına yer verilmiştir.
01/08/1998 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği’nin davacıya tıbbi müdahale yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan haliyle 15. maddesinde, “Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir. …”, 22. maddesinin birinci fıkrasında, “Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.”, “Rızanın Kapsamı” başlıklı 31. maddesinde de, “Rıza alınırken hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın, uygulanacak tıbbi müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbi işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbi işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik’te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlal edilmemesi için azami ihtimam gösterilir.” düzenlemeleri yer alır.
Anılan düzenlemeler özetle, herhangi bir tıbbi müdahaleye başlamadan önce kişilerin yapılacak işlemlerin riskleriyle ilgili olarak aydınlatılması ve rızalarının alınmasını gerektirmekte olup, aydınlatma ve rızanın alınmaması hali, sağlık hizmetinin kusurlu yürütüldüğü sonucunu doğurmaktadır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME
Dava konusu olayda, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu tarafından hazırlanan … tarih ve 1211 sayılı raporda özetle, … tarihinde … Atatürk Devlet Hastanesi nöroloji servisinde uygulanan enjeksiyon sonrası gelişen bulguların enjeksiyon nöropatisi ile uyumlu olduğu, ancak tıbbi belgelerde enjeksiyonun yanlış yere uygulandığına dair kayıt bulunmadığı, enjeksiyonun doğru bölgeye uygulanması durumlarında da, ödem, hematom, ilacın difüzyon yoluyla sinire toksik etkisi, vücut yapısı, siyatik sinirin anatomik lokalizasyon farkı gibi nedenlerle nöropatinin gelişebileceği, nöropatinin, enjeksiyon uygulamalarının beklenebilir komplikasyonu olarak değerlendirildiği, uygulamayı yapan sağlık personeline atfıkabil kusur tespit edilmediği, komplikasyon olarak değerlendirildiğinden maluliyet tayinine mahal olmadığı yönünde görüş bildirilmiş, Mahkemenin 15/07/2014 tarihli ara kararı ile Adli Tıp Genel Kurulundan, davacıya ait teshiş ve tedavi belgelerini içeren sağlık dosyası ve epikriz raporları incelenerek, davacıda gelişen enjeksiyon nöropatisinin enjeksiyon ile ilgisi; enjeksiyonun yapım şekli, yapıldığı yer, iğne uzunluğu, ya da enjekte edilen ilaçların dozu ya da türü nedeniyle mi meydana geldiği veyahut sağlık personelinin dikkatsizlik, eğitimsizlik ya da özensizliğiyle mi meydana geldiği, enjeksiyon yapılmadan önce iğnenin sinire gelmesinin engellenmesi adına sağlık personelince uyulması zorunlu olan tedbirlerin neler olduğu ve bu tedbirlere ilişkin uygulamanın somut olayda uygulanıp uygulanmadığının saptanması ve taraf iddiaları ile bilirkişi raporuna itiraz dilekçesindeki hususlar değerlendirilmek suretiyle davalı idareye bağlı Hastanelerde uygulanan tıbbi müdahaleler ile teşhis ve tedavi sürecinde hizmet kusurunun bulunup bulunmadığı hususunu açıklayıcı ve gerekçeli yeni bir rapor istenilmiş, bunun üzerine Adli Tıp Kurumu Genel Kurulunca hazırlanan 26/03/2015 tarih ve 636 sayılı raporda da, 3. İhtisas Kurulu raporu doğrultusunda görüş bildirilmiştir.
Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline, ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini tam ve eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
Söz konusu bilirkişi raporlarında, davacıda gelişen siyatik sinir hasarının enjeksiyon uygulamasının komplikasyonu olarak kabul edilmesi ve enjeksiyonun hatalı bölgeye uygulandığına dair dosya içerisinde delil bulunmaması karşısında, davacıda meydana gelen sinir hasarının oluşmasında davalı idarenin hizmet kusurunun bulunduğu açıkça ortaya konulamadığından maddi tazminata hükmedilmesi koşulları oluşmamakla birlikte, enjeksiyon uygulamasından önce risklerin anlatılıp davacıdan yazılı onamın alınmamış olması durumunda, yukarıda aktarılan mevzuat hükümleri uyarınca davacının aydınlatılarak onay verme hakkı elinden alınmış olacağından bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi nedeniyle uğranılan manevi zararın, manevi tazminatın, zenginleşme aracı olamayacağı ilkesi de gözetilerek takdiren belirlenecek makul bir miktarın ödenmesine hükmedilmesi suretiyle karşılanması gerekecektir.
Dosya içerisinde yer alan hastane kayıtları incelendiğinde, tıbbi ve cerrahi girişimler için düzenlendiği anlaşılan onay formu bulunduğu, bu belgede “bana yapılmasına lüzum gösterilen cerrahi ameliyat/tıbbi girişim ve diğer işlemler (ambulans hizmetleri vb) için ayrıca sonrasında oluşabilecek komplikasyonların (problemlerin), tedavim ve zorunluluk halinde uygulanmasına muvafakat ederim” ibaresine yer verilmekle birlikte, tedavi programı kapsamında davacıya uygulanacak enjeksiyonun sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığına dair bir ibareye yer verilmediği, dolayısıyla enjeksiyon uygulamasına ilişkin bir onam belgesinin olmadığı görülmüştür.
Bu durumda Mahkemece, davalı idare tarafından davacıya enjeksiyonun sonuçlarının ve olası komplikasyonlarının anlatıldığına ve davacının bu işleme rıza gösterdiğine dair yazılı ve imzalı aydınlatılmış onamının alınıp alınmadığı araştırılarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu durum araştırılmadan, eksik inceleme ile manevi tazminat talebinin reddinde hukuka uyarlık görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kısmen kabulüne, kısmen reddine,
2. Yukarıda özetlenen gerekçeyle davanın reddi yolundaki … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı temyize konu kararının maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının ONANMASINA, manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA,
3. Bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkeme’ye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren 15 (on beş) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/11/2020 tarihinde manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısım yönünden oy çokluğuyla, diğer kısımlar yönünden oy birliğiyle karar verildi.

(X)-KARŞI OY :

Dava dosyasında yer alan, … Atatürk Devlet Hastanesinin … tarihli ‘Tıbbi/Cerrahi Girişimler İçin Onay Formu’nda davacı, “yapılmasına lüzum gösterilen cerrahi ameliyat/tıbbi girişim ve diğer işlemleri kabul ettiğini” beyan etmiş olup, bu belgeden davacının hastanede yattığı süre içerisinde gerçekleştirilen tüm tıbbi ve cerrahi tedavilere onam verdiği anlaşılmaktadır.
Açıklanan nedenlerle, Mahkeme kararının manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının da onanması gerektiği oyuyla Daire kararına bu yönüyle katılmıyoruz.