Danıştay Kararı 10. Daire 2019/6336 E. 2020/3078 K. 21.09.2020 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/6336 E.  ,  2020/3078 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/6336
Karar No : 2020/3078

TEMYİZ EDEN (DAVACI): …
VEKİLİ: …
KARŞI TARAF (DAVALI): … Bakanlığı
VEKİLİ: Av. …

İSTEMİN_KONUSU: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E: …, K: … sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:
Dava konusu istem: Davacı tarafından, düşerek ayağından yaralanması üzerine 23/10/2007 tarihinde gittiği Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesinde tatbik edilen tıbbi müdahalenin tıp biliminin gereklerine aykırı olduğu, ayağındaki damarın kesilmesine sebebiyet verilerek %55 oranında sakat kalmasına yol açtığından bahisle uğranılan zararlara karşılık … TL maddi, … TL manevi olmak üzere toplam … TL tazminatın ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E: …, K: … sayılı kararıyla; olaya ilişkin olarak Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan heyetçe hazırlanan raporda özetle, sol tibia distal uç kırığı teşhisi üzerine hastanın yatırılmış olduğu ve bu süreçte cerrahi müdahaleye gerek görülmeyerek hastanın konservatif tedavi tatbiki suretiyle alçıda takibinin yapıldığı, 15/11/2007 tarihinde ameliyata alındığı, 80 gün kadar alçıda kaldığı, davacı sol tibia distalinin plak vida ile yapıldığı ve kaynamanın yeterli olduğu, davacının 05-06/02/2015 tarihlerinde Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan muayenesinde sırasıyla 05/02/2015 tarihli fiziksel tıp ve rehabilitasyon bölümünde muayene sonrası davalı idarece tatbik edilen alçı çıkarıldıktan sonra hastada hareket kısıtlılığının geliştiği, 05/02/2015 tarihli EMG raporunda bulguların ‘sol tibaiyal sinirin minimal düzeyde tutulumu ile ilgili olabilir’ şeklinde, 06/02/2015 tarihli ortopedi muayenesinde sol bacakta tibia 1/3 distal kısmında operasyon skarı olduğu ve sol peroneal sinir arazı ön tanı ile istenilen EMG raporunda kişinin kooperasyon eksikliği nedeniyle suboptimal olduğu ancak kaslarda denervasyon aktivitesi olmadığı, bulguların ön tanıda belirlenen peroneal sinir arazını desteklemediği, 06/02/2015 tarihli kalp damar cerrahisi muayenesinde sol bacakta bir pozitif ödem bulunduğu, yaklaşık 20 cm skar izi olduğu, kronik venöz yetmezlikle uyumlu olduğu saptanmış, düşme gibi travmatik eylemlerde meydana gelebilecek ekstremite kırıklarda görülebilecek komplikasyon olan derin ven trombozunu (DVT) önleyici olarak Dr. … tarafından davacıya clexan’ı order etmiş olduğu ve bir gün sonra ameliyata hazırlanmış olduğu ancak bu süreçte cerrahiye gerek görülmeyerek konservatif tedavi uygulanarak alçıda takibinin yapıldığı, bu tıbbi muamelede hizmet kusurunun olmadığı, Dr. …’e ait tıbbi evraklar arasında bazı kayıtların olmadığı (radyografi, ameliyat notları, tıbbi kayıtlar vb.) son durum ve muayene sonucu davacıda DVT bulunmamakla birlikte ameliyat sonrası dönemde DVT gelişmiş olup, bu tanıyla uzunca bir süre değişik sağlık kuruluşlarında tedaviye maruz kaldığı, her ne kadar DVT engelleyici tedavinin bazı olgularda DVT gelişimini engellemese de söz konusu tedavinin uygulanmasının standart olduğu, tatbik ettiği cerahi müdahalede hizmet kusuru olmadığı, fakat ameliyat öncesi DVT önleyici ilaç kullanımı gibi evraklar olmadığından ameliyat endikasyonu açısından bir hizmet kusurunun olup olamayacağının belirtilemeyeceği, kronik venöz yetmezliği olan davacının Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırılması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulları Raporları Hakkında Yönetmeliğe göre göre %20 oranında, Balthazard Hesaplama Tablosuna göre de %28 özür oranına sahip olduğu, yönünde görüş bildirildiği, dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeler ile anılan bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde, davacıya uygulanan tıbbi tedavi ve cerrahide idareye atfedilebilir bir hizmet kusurunun olmadığı, davacının iddiasının aksine cerrahi sırasında damarlarından birisinin kesilmesinin vaki olmadığı, bir takım belgelerin olmayışının da doğrudan davacının haiz olduğu özrüne sebebiyet verdiği sonucuna ulaşmaya elverişli tıbbi bir saptamanın olmadığı, idarenin eylemi ile davacı zararı arasında illiyet bağı kurulamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI: Davacı tarafından, derin ven trombozunu engelleyici tedavinin uygulanıp uygulanmadığı, tedavinin tüm süreci ile ilgili olarak doğru yapılıp yapılmadığı hususlarının ispatlanmadığı, bu hususlar ile ilgili tespit içermeyen bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI: Davalı idare tarafından, davacıya gecikmeden müdahale edildiği, davacının yatarak tedavi süreci tamamlanıp gerekli tetkikler yapıldıktan sonra taburcu edildiği, taburcu olduktan sekiz gün sonra Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesi Ortopedi Kliniğine başvurduğu, yapılan muayenesinin ardından ameliyat kararı alındığı, davacıya uygulanan tedavide nasıl bir yol izlendiği, kullanılan ilaçlar ve tedavi sürecinin safhaları birlikte değerlendirildiğinde, davalı idare personelinin hizmet kusuru ve haksız fiilinin bulunmadığı, ilgili personelin fiili ile istenmeyen sonuç arasında uygun illiyet bağı bulunmadığı, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ: …
DÜŞÜNCESİ: Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Davacı, 23/10/2007 tarihinde inşaatta çalıştığı sırada düşmesi üzerine davalı idareye bağlı Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesi acil servisine müracaat etmiş, burada yapılan tetkiklerin ardından sol tibia kırığı saptanmış, ancak bacağın şiş olması sebebiyle şişlik ininceye kadar yatarak takip edilmiş, şişliğin inmesinin ardından alçı uygulaması yapılarak 01/11/2007 tarihinde taburcu edilmiş, 09/11/2007 tarihinde aynı sağlık kuruluşuna ayak ve bacakta ağrı şikayetiyle tekrar başvurmuş, 15/11/2007 tarihinde ameliyata alınmış, 21/11/2007 tarihinde taburcu edilmiş, sonrasında sol bacakta ağrı, hareket kısıtlılığı, şişlik ve morarma şikayetleriyle muhtelif tarihlerde başvurduğu farklı sağlık kuruluşlarında venöz dolaşım bozukluğu tanılarıyla tedavi görmüş, 18/09/2009 tarihli Cumhuriyet Üniversitesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Hastanesi Özürlü Sağlık Kurulu Raporunda davacının %55 oranında engelli olduğu belirtilmiş, davacı tarafından, ilk olarak 24/05/2010 tarihinde … Asliye Hukuk Mahkemesi nezdinde tazminat davası açılmış, anılan Mahkemenin … tarih ve E: …, K: … sayılı davanın görev yönünden reddine ilişkin kararının … Hukuk Dairesinin … tarih ve E: …, K: … sayılı kararı ile onanması üzerine de, davacıya Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesinde yapılan tıbbi ameliyelerde idarenin hizmet kusuru bulunduğu, bu sebeple %55 engelli hale geldiğinden bahisle uğranıldığı iddia edilen toplam … TL tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle 27/06/2012 tarihinde bakılan dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, başka bir ifadeyle zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Diğer taraftan, idarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütmek yükümlülüğünün bulunduğu da tartışmasızdır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir. Manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere ya da kişilerin vücut bütünlüğünde meydana gelen sakatlık haline veya ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp, idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları manevi zararın varlığı ve manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır.
Öte yandan, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 1. maddesinde; adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu, 2. maddesinde, Adli Tıp Kurumunun, mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen adli tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu, 15. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı düzenlenmiştir. 703 sayılı “Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile anılan hükümler yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 15/07/2018 tarih ve 304794 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 4 No.lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2, 3 ve 16. maddelerinde yukarıda yer verilen hükümler aynı şekilde yeniden getirilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Dava konusu olayda Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı, Beyin ve Sinir Cerrahisi Anabilim Dalı, Ortopedi ve Travmatoloji Anabilim Dalı öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyeti tarafından hazırlanan 04/03/2015 tarihli bilirkişi raporunda özetle, sol tibia distal uç kırığı teşhisi üzerine hastanın yatırılmış olduğu ve bu süreçte cerrahi müdahaleye gerek görülmeyerek hastanın konservatif tedavi tatbiki suretiyle alçıda takibinin yapıldığı, 15/11/2007 tarihinde ameliyata alındığı, 80 gün kadar alçıda kaldığı, davacı sol tibia distalinin plak vida ile yapıldığı ve kaynamanın yeterli olduğu, davacının 05-06/02/2015 tarihlerinde Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde yapılan muayenesinde sırasıyla 05/02/2015 tarihli fiziksel tıp ve rehabilitasyon bölümünde muayene sonrası davalı idarece tatbik edilen alçı çıkarıldıktan sonra hastada hareket kısıtlılığının geliştiği, 05/02/2015 tarihli EMG raporunda bulguların ‘sol tibaiyal sinirin minimal düzeyde tutulumu ile ilgili olabilir’ şeklinde, 06/02/2015 tarihli ortopedi muayenesinde sol bacakta tibia 1/3 distal kısmında operasyon skarı olduğu ve sol peroneal sinir arazı ön tanı ile istenilen EMG raporunda kişinin kooperasyon eksikliği nedeniyle suboptimal olduğu ancak kaslarda denervasyon aktivitesi olmadığı, bulguların ön tanıda belirlenen peroneal sinir arazını desteklemediği, 06/02/2015 tarihli kalp damar cerrahisi muayenesinde sol bacakta bir pozitif ödem bulunduğu, yaklaşık 20 cm skar izi olduğu, kronik venöz yetmezlikle uyumlu olduğu saptanmış, düşme gibi travmatik eylemlerde meydana gelebilecek ekstremite kırıklarda görülebilecek komplikasyon olan derin ven trombozunu (DVT) önleyici olarak Dr. … tarafından davacıya clexan’ı order etmiş olduğu ve bir gün sonra ameliyata hazırlanmış olduğu ancak bu süreçte cerrahiye gerek görülmeyerek konservatif tedavi uygulanarak alçıda takibinin yapıldığı, bu tıbbi muamelede hizmet kusurunun olmadığı, Dr. …’e ait tıbbi evraklar arasında bazı kayıtların olmadığı (radyografi, ameliyat notları, tıbbi kayıtlar vb.) son durum ve muayene sonucu davacıda DVT bulunmamakla birlikte ameliyat sonrası dönemde DVT gelişmiş olup, bu tanıyla uzunca bir süre değişik sağlık kuruluşlarında tedaviye maruz kaldığı, her ne kadar DVT engelleyici tedavinin bazı olgularda DVT gelişimini engellemese de söz konusu tedavinin uygulanmasının standart olduğu, tatbik ettiği cerahi müdahalede hizmet kusuru olmadığı, fakat ameliyat öncesi DVT önleyici ilaç kullanımı gibi evraklar olmadığından ameliyat endikasyonu açısından bir hizmet kusurunun olup olamayacağının belirtilemeyeceği, kronik venöz yetmezliği olan davacının Özürlülük Ölçütü, Sınıflandırılması ve Özürlülere Verilecek Sağlık Kurulları Raporları Hakkında Yönetmeliğe göre göre %20 oranında, Balthazard Hesaplama Tablosuna göre de %28 özür oranına sahip olduğu yönünde görüş bildirilmiştir.
Kişilerin maddi ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin olan tıbbi ihmale dayalı tam yargı davalarında, hizmet kusurunun tespitine yönelik olarak ilk derece mahkemelerince yaptırılan bilirkişi incelemesinde, bilirkişinin somut tıbbi verileri kullanarak, sahip olduğu tıbbi bilgilerden hareketle her türlü şüpheden uzak, nesnel bir sonuca varması ve buna göre de somut gerekçelerle kanaat bildirmesi gerekmekte olup, bilirkişiye başvurulmasındaki amacın, hukuka uygun karar verebilmek için gerekli verilere ulaşmak olduğu göz önünde tutulduğunda, bilirkişilerin uyuşmazlık konusunda özel ve teknik bilgiye sahip olan kişiler arasından seçilmesi gerektiği kuşkusuzdur. Bununla birlikte bilirkişi veya bilirkişilerce düzenlenen raporda, sorulara verilen cevapların şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, rapor içeriğinin ise hükme esas alınabilecek nitelikte olması gerekmektedir.
Doğrudan sağlık hakkını ilgilendiren bu tür davalarda, olayların oluşumuna ilişkin olarak delilleri değerlendirmekle görevli olan mahkemelerce, somut verilere dayanmayan, bilimsel değerlendirme içermeyen, yalnızca varsayıma dayalı olarak görüş bildiren bilirkişi raporlarının hükme esas alınması halinde, kişilerin anayasal haklarını korumaya yönelik yeterli yargısal güvence sağlanmamış olacaktır.
Bakılan davanın ilk olarak açıldığı … Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından, dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek, dava konusu olayda davalı idare personelinin kusurunun bulunup bulunmadığı, varsa oranının ne olduğu, davacının ameliyat dolayısıyla malul kalıp kalmadığı, varsa maluliyet oranının tespit edilmesinin istenildiği, Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunun 08/08/2011 tarihli yazısıyla, bazı rapor ve belgelerin gönderilmesi istenilmiş, anılan Mahkemece temin edilen evraklar ile birlikte dosyanın yeniden Adli Tıp Kurumuna gönderildiği, bu kez aynı İhtisas Kurulunun 13/02/2012 tarihli yazısıyla, davacının olay tarihli ve olaydan sonraki tüm grafilerinin temin edilerek gönderilmesi istenilmiş, anılan Mahkemenin bu grafileri ilgili hastaneden istemesi üzerine Erzincan Devlet Hastanesi Başhekimliğince verilen 12/03/2012 tarihli yazıda, davacının çekilmiş tüm film grafilerinin, adli vaka hasta türünde olmaması nedeniyle hastane arşivinde muhafaza edilmediği, şahsa verildiği belirtilmiştir.
İdare Mahkemesince, yargılama sırasında Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyelerinden oluşan heyetçe hazırlanan bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm tesis edildiği, anılan bilirkişi heyetinde kalp ve damar cerrahisi uzmanının yer almadığı görülmektedir.
İdare Mahkemesince hükme esas alınan raporda, düşme gibi travmatik eylemlerde meydana gelebilecek ekstremite kırıklarda görülebilecek komplikasyon olan derin ven trombozunu önleyici olarak Dr. … tarafından davacıya clexan order edildiği, bir gün sonra ameliyata hazırlanmış olduğu ancak bu süreçte cerrahiye gerek görülmeyerek konservatif tedavi uygulanarak alçıda takibinin yapıldığı, bu tıbbi muamelede hizmet kusurunun olmadığı hususu belirtilmekle birlikte, Dr. …’e ait tıbbi evraklar arasında bazı kayıtların olmadığı (radyografi, ameliyat notları, tıbbi kayıtlar vb.), son durum ve muayene sonucu davacıda DVT bulunmadığı, ameliyat sonrası dönemde DVT gelişmiş olup, bu tanıyla uzunca bir süre değişik sağlık kuruluşlarında tedaviye maruz kaldığı, her ne kadar DVT engelleyici tedavinin bazı olgularda DVT gelişimini engellemese de söz konusu tedavinin uygulanmasının standart olduğu, tatbik ettiği cerahi müdahalede hizmet kusuru olmadığı, fakat ameliyat öncesi DVT önleyici ilaç kullanımı gibi evraklar olmadığından ameliyat endikasyonu açısından bir hizmet kusurunun olup olamayacağının belirtilemeyeceği hususuna yer verildiği göz önüne alındığında, davacıya Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesinde yapılan ameliyata ilişkin tahlil ve tetkikler ile tedavi evraklarının dosya kapsamında bulunmadığı, bu haliyle davacıya anılan hastanede uygulanan tıbbi ameliyelerin tıp kurallarına uygun olup olmadığının açık ve net olarak değerlendirilmediği, anılan bilirkişi raporunun, yeterli, objektif, bilimsel açıklama ve değerlendirmeleri içermediği ve hükme esas alınabilecek nitelikte bulunmadığı görülmektedir.
Bu nedenle, davacının olay tarihli ve olaydan sonraki tüm grafileri ile Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesinde yapılan ameliyata ilişkin tahlil ve tetkikler ile tüm tedavi evraklarının taraflardan istenilerek, davacının muayene ve tedavi sürecine ilişkin dosyadaki tüm belgelerin Adli Tıp Kurumuna gönderilerek, ilgili (kalp ve damar cerrahisi uzmanı, ortopedi ve travmatoloji uzmanı gibi) uzmanların oluşturduğu İhtisas Dairesi Kurulundan yukarıda belirtilen hususlar ile taraf iddialarının açık, anlaşılır şekilde cevaplandığı bir rapor alınarak, olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının belirlenmesi gerekirken, uyuşmazlığın çözümü için yeterli olmayan bilirkişi raporuna dayalı olarak eksik inceleme sonucu verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.
Öte yandan, davacıya, Erzincan 13 Şubat Devlet Hastanesinde yapılan tıbbi ameliyelerde idarenin hizmet kusuru bulunduğu, bu sebeple %55 engelli hale geldiğinden bahisle uğranıldığı iddia edilen toplam … TL tazminatın ödenmesine karar verilmesi isteminden kaynaklanan işbu davanın ihbarı için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesi ile anılan maddenin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 61. ve devamı maddeleri hükümleri uyarınca gerekli koşulların oluştuğu anlaşılmakta olup, Mahkemece, esastan yeniden karar verilirken dava konusu olayda idare ile arasında rücu ilişkisi doğabilecek kişi veya kişilerin tespit edilerek davanın res’en ilgililere davaya müdahil olabilme haklarını kullanabilmelerini teminen davanın ihbarı gerektiği açıktır.

KARAR SONUCU:
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacının temyiz isteminin kabulüne,
2. Yukarıda özetlenen gerekçeyle davanın reddine ilişkin temyize konu … İdare Mahkemesinin … tarih ve E: …, K: … sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,
4. 2577 sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 21/09/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.