Danıştay Kararı 10. Daire 2019/5658 E. 2022/6373 K. 22.12.2022 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/5658 E.  ,  2022/6373 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/5658
Karar No : 2022/6373

TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : 1- …
2- …
VEKİLLERİ : Av. …
Av. …

TEMYİZ EDEN (DAVALI) : … Bakanlığı / ANKARA
VEKİLLERİ : Hukuk Müşaviri …
Hukuk Müşaviri …

TEMYİZ EDEN MÜDAHİLLER
(DAVALI YANINDA) : 1- …
2- …
VEKİLLERİ : Av. …

DİĞER MÜDAHİL
(DAVALI YANINDA) : … Anonim Şirketi
VEKİLİ : Av. …

İSTEMLERİN_KONUSU :… Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının, taraflarca ve davalı idare yanında müdahillerden … ve … tarafından aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacılar tarafından, müşterek çocukları …’ın, pnömotoraks nedeniyle başvurulan İstanbul Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen hatalı müdahaleler sebebiyle vefat ettiği ileri sürülerek toplam 10.000,00 TL maddi, 200.000,00 TL manevi tazminatın cerrahi operasyon tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; olayla ilgili olarak İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından düzenlenen raporda, kişide gelişen istenmeyen durumların herhangi bir tıbbi ihmal ya da kusur atfedilmeyen “komplikasyon” olarak nitelendirildiği, komplikasyon yönetiminde tıbbi eksiklik tespit edilmediği yönünde görüş bildirildiğinden, olayda hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesince; …’a 03/01/2011 tarihinde yapılan “kalın dren” ve sedasyon uygulamasının, girişimden önce yakınlarına açık bir şekilde anlatılması, ayrıca cerrahi tedavi sonrası yaşayabileceği başka riskler, sıkıntılar, yan etkiler ve alternatif durumların da kendilerine açıklanması, cerrahi uygulama sonrası karşılaşabileceği risklere rağmen, cerrahi tedaviye izin verdiğine dair onamının alınmasından sonra tedavinin uygulanmasının, sağlık hizmetini alan kişinin “bilgi alma hakkı” kapsamında olduğu, “kalın dren” ve etkin maddesi midazolam olan ilaç uygulaması öncesi “aydınlatılmış onam” alınmadığı, bilgi alma hakkının kullandırılmadığı, sağ akciğerde hava toplanması şikayetini gidermek amacıyla gidilen hastanede yapılan cerrahi tedavi sonrası yaşanılabilecek olası riskler, sıkıntılar, yan etkiler ve alternatif durumların hepsi ile ilgili açık bir şekilde aydınlatılmayan … ve davacıların aydınlatılmış rızasının alınmamış olmasının, doğrunun öğrenilmesi hakkına engel olacağından, hizmet kusuru oluşturduğu, sağlık hizmetinin kusurlu işletilmesine bağlı olarak bir süre yoğun bakım servisinde tutulan ve daha sonra başka hastanelerde de tedavisine devam edilen …’ın anne ve babası olan Melahat Yıldırım ile …’ın kızlarına uygulanan cerrahi girişim, verilen ilaçlar ve sonuçlarıyla ilgili doğrunun öğrenilememesinden kaynaklı duydukları üzüntü nedeniyle manevi tazminata hükmedilmesi gerektiği sonucuna varılarak davacıların istinaf başvurularının kısmen reddine, kısmen kabulüne, İdare Mahkemesi kararının manevi tazminata ilişkin kısmının kaldırılmasına, davacılardan Melahat Yıldırım için 50.000,00 TL, … için de 50.000,00 TL olmak üzere toplam 100.000,00 TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihi olan 14/03/2016 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ_EDENLERİN_İDDİALARI : Davacılar tarafından, çocuklarının tedavi sürecinde kullanılan midazolam etkin maddeli ilaca bağlı olarak solunum sıkıntısı yaşadığı, solunum cihazına bağlanmadığından kandaki karbondioksit oranının hayati tehlike oluşturacak derecede yükseldiği, hastanede gerekli kan gazı takibinin yapılmadığı, bu hususta bilirkişi incelemesinin yetersiz olduğu, trakeostomi açılmasına ilişkin sürecin de kusurlu yürütüldüğü, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesinin maddi tazminata hükmedilmesini de gerektirdiği; davalı idare tarafından, müteveffaya konulan teşhisin doğru olduğu, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği, tedavi sürecinin tıbbi ilkelere uygun olarak yürütüldüğü; davalı idare yanında müdahillerden … ve … tarafından, hastanın salt yaşadığı elem ve üzüntünün manevi tazminata hükmedilmesi için yeterli olmadığı, aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiğinin bilirkişi raporu ve objektif hasta kayıtlarıyla sabit olduğu ileri sürülmektedir.

TARAFLARIN_SAVUNMALARI : Davacılar tarafından, davalı idare ve müdahillerin temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmakta olup, davalı idare ile müdahiller tarafından savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Davacıların temyiz istemlerinin reddi, davalı idare ile müdahillerden … ve …’un temyiz istemlerinin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17. maddesinin 2. fıkrası uyarınca müdahillerin duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE :
A) Bölge İdare Mahkemesi Kararının, Maddi Tazminat İstemlerinin Reddine Yönelik İdare Mahkemesi Kararına Karşı Yapılan İstinaf Başvurularının Reddine İlişkin Kısmının İncelenmesi:

Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı halinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın, maddi tazminat isteminin reddine yönelik İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurularının reddine ilişkin kısmı, usul ve hukuka uygun olup, davacılar tarafından ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

B) Temyize Konu Bölge İdare Mahkemesi Kararının, İstinaf Başvurularının Kısmen Kabulü ile Manevi Tazminat İstemlerinin Kısmen Kabulüne, Kısmen Reddine İlişkin Kısmının İncelenmesi:

MADDİ OLAY :
Dosyanın, Dairemizin E:2021/424 sayılı dosyasıyla birlikte incelenmesinden;
a) Davacıların müşterek çocukları …’ın olaydan önce kalp ve kas hastalıklarının mevcut olduğu, kronik solunum yetmezliği nedeniyle tedavi gördüğü, davaya konu sürecin 2010 yılı Aralık ayında hastanın tomografi incelemesinde pnömotoraks (akciğerde çökme) tespit edilmesiyle başladığı,
b) Akciğerin dışında toplanan havayı boşaltmak için Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde 31/12/2010 tarihinde öncelikle küçük çaplı kateter (plörokan) takıldığı, bundan tam sonuç alınamadığı için 03/01/2011 tarihinde göğüs tüpü (tüp torakostomi) takıldığı, bu sırada hastaya Dormicum ve Dolantin isimli ilaçların enjekte edildiği, takibinde solunum sıkıntısı görüldüğünden, sonrasında yapılan müdahaleler sırasında da solunum cihazından ayrılamadığı,
c) 06/01/2011 tarihinde trakeostomi (soluk borusunun dışarıya açılması işlemi) onam belgesinin davacılardan baba … tarafından imzalandığı, söz konusu belgede “Geç dönemde ise; giriş yerinde enfeksiyon (stoma enfeksiyonu), tüpün soluk sorusu ve yemek borusuna yaptığı baskıya bağlı olarak fistül (trakeo-özefajiyal fistül) gelişebilir.” ibaresinin yer aldığı, 07/01/2011 tarihinde trakeostomi işleminin gerçekleştirildiği,
ç) Sonraki süreçte hastada enfeksiyon geliştiği, buna yönelik tedaviye başlanıp izolasyon odasına alındığı, uygulanan tedavinin ardından kalp atışındaki bozukluk sebebiyle 27/01/2011 tarihinde Kartal Koşuyolu Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edildiği, bir gün sonra da Özel … Sağlık Merkezi Hastanesine başvurulduğu, burada çekilen tomografide trakeo-özefageal fistül (soluk borusuyla yemek borusu arasındaki anormal bağlantı) görüldüğü,
d) Özel hastanede cerrahi müdahale yapılmadan uygulanan tedavinin ardından hastanın operasyon planlanarak 17/03/2011 tarihinde Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi göğüs cerrahisi kliniğine sevk edildiği, oluşan fistüle yönelik 25/03/2011 tarihinde onarım operasyonu yapıldığı,
e) Genel olarak solunum sıkıntısı ve soluk borusunda kanamaya yönelik müdahalelerin gerçekleştirildiği tedavi sürecinin ardından …’ın 09/07/2011 tarihinde vefat ettiği, meydana gelen ölümün Süreyyapaşa Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Eğitim ve Araştırma Hastanesinde gerçekleştirilen hatalı müdahalelerden kaynaklandığı ileri sürülerek, davalı idareye maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdare Mahkemesince, olayda idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla bilirkişiliğine başvurulan İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından düzenlenen … tarih ve … sayılı raporda; “Epikrizinden; pnömotoraks, nemalin myopatisi, kronik zeminde akut solunum yetersizliği, aspirasyon pnömonisi, yutma fonksiyon bozukluğu, toraks deformitesi (servikal lordoz), opere kalp kapak (mitral), trakeostomiden sürekli ventilatör bağımlı hasta tanıları ile takip ve tedavi edildiği, ‘Kronik hipoventilasyona sekonder kronik hiperkarbik hipoksemik solunum yetmezliği; Hyalin cisim + Nemalin myopatisi, reducing body myopatisi’ temel sağlık sorunu ile düzenli aralıklı NIMV tedavisi almak zorunda olan ve enfeksiyonlar geçiren/geçirmeye eğilimli, farklı zamanlarda yoğun bakım ünitesi yatışları olan bir hastanın kötü klinik seyri dikkat çektiği, vefat ile sonuçlanan klinik seyir değerlendirildiğinde; X kromozom geçişli nadir bir ailesel kas hastalığı olan, tıbbi sorunlar yaşayan hastaya, gerekli tıbbi tanı ve tedavi süreçlerinin uygun düzende ve zamanda yapıldığı, multidisipliner yaklaşımın gözetildiği, klinik ve laboratuvar izlemin uygulandığı, kayıtların tutulduğu, bilgilendirme ve onam alma süreçlerinin yerine getirildiği, özellikle üzerinde yoğunlaşılan, klinik bulguların çok geç ortaya çıktığı ve çıkar çıkmaz da tıbbi ve cerrahi tedavilerin uygulandığı görülen trakeo-özofageal fistülün (TÖF), trakeostomi girişimlerinde karşılaşılan komplikasyonlardan biri olduğu, bu komplikasyonun salt trakeostomi girişimi sonrası olmayıp, entübasyon ile ilişkili de kabul edilebildiği, … tıbbi girişimler sırasında gelişme olasılığı olan komplikasyonlar konusunda bilgi verildiği ve yazılı onam alındığı görülen fakat ne yazık ki yapay havayolu ve yapay solutmaya gereksinimi olan hastalarda seçilecek havayolu yönetiminden bağımsız olarak da benzer komplikasyonların yaşanma olasılığının değişkenlik göstermekle birlikte söz konusu olduğu, kendinde mevcut hastalığının sürecinde karşılaşılması beklenen solunum yetersizliği sonucu hastanın yatırılarak tıbbi müdahalede bulunulmasının uygun bir davranış olduğu, yapılan tıbbi girişimlerin endikasyonu (tıbbi gerekliliği) bulunduğu, bu tür hastalık durumlarında aynı hal ve şartlarda gösterilmesi gereken özen yönünden tıbbi eksiklik saptanmadığı, açıklandığı üzere kişide gelişen istenmeyen durumların herhangi bir tıbbi ihmal ya da kusur atfedilemeyen ‘komplikasyon’ olarak nitelendirildiği, komplikasyon yönetiminde tıbbi eksiklik tespit edilmediği, dosyada mevcut tıbbi belgelerde yer alan sağlık kuruluşlarında yapılan tedavi ve takiplerle ilgili hekim ya da diğer sağlık personeline izafe edilebilecek tıbbi ihmal ya da kusur bulunmadığı” yönünde görüş bildirilmiştir.
Öte yandan, müteveffanın Marmara Üniversitesi Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmesinden sonra gerçekleşen ve Dairemizin E:2021/424 sayılı dosyasına konu olan sürecin de incelendiği, Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen … tarih ve … karar numaralı raporda, işbu davaya konu sürece ilişkin olarak; mevcut klinik ve laboratuvar bulgularına göre uygun branş konsültasyonlar ile birlikte tedavisinin sürdürüldüğü dikkate alındığında, dren takılması öncesi yapılan sedoanaljezi işleminin hasta açısından gerekli olduğu, sedoanaljezi işlemi sırasında kullanılan Dolantin ve Dormicum ilaç dozlarının uygun dozlarda olduğu, myopati hastalıklarında bu ilaçların kullanılmasının kesin kontrendikasyon göstermediği, sadece yakın takip ve solunum yetmezliği yönünden monitörizasyonun yapılması ve zamanında önlem alınması gerektiği, hastanın takibinin iyi yapıldığı, gerekli önlemlerin alındığı, hastanın muayenesine, takip ve tedavisine, cerrahi girişimlerine, anestezi işlemlerine katılan doktorlara ve yardımcı sağlık personeline kusur atfedilemeyeceği doğrultusunda değerlendirmede bulunulmuştur.
İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü tarafından düzenlenen rapor doğrultusunda, İdare Mahkemesince olayda davalı idarenin hizmet kusuru bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olup, Bölge İdare Mahkemesince davacıların istinaf başvurularının maddi tazminat istemleri yönünden reddine, manevi tazminat istemleri yönünden kabulüne karar verilmiştir.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları doğrudan zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davaları olup, idarenin hukuki (mali/tazmin) sorumluluğunun yargı aracılığıyla belirlenip hüküm altına alınmasını sağlamaktadır.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmektedir. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
İdarelerin kamu hizmetlerinin gereği gibi işlemesini sağlayacak organizasyonları yaparak, yeterli araç ve gereçle donatılmış bina, tesis ve araçlarda hizmetin özelliğine uygun olarak seçilen ve yetişmiş personelle hizmeti yürütme yükümlülüğünün bulunduğu tartışmasızdır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetinde, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
Esasen, Anayasa’nın 56. maddesi de Devlete, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenlemek ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak onları denetleyerek yerine getirmek ile ilgili pozitif bir yükümlülük getirmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin devlete yüklediği pozitif yükümlülükler, devlet tarafından, özel ya da kamu hastanelerine hastaların yaşamını koruyacak nitelikteki tedbirleri alma zorunluluğu getiren yasal ve düzenleyici çerçevenin konulmasını gerektirmektedir. Bu yükümlülük, hastaları, tıbbi müdahalelerin bu bağlamda meydana getirebileceği ağır sonuçlardan mümkün olabildiğince koruma gerekliliğine dayanmaktadır. Böylelikle, taraf devletler, bu yükümlülük uyarınca, hekimlerin, uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin hastaların fiziksel bütünlüğüyle ilgili olarak meydana getirebileceği öngörülebilir sonuçlar hakkında sorgulanmaları ve hastalarını aydınlatarak, rıza göstermelerini sağlayacak şekilde kendilerini bu tıbbi müdahale hakkında önceden bilgilendirmeleri amacıyla gereken düzenleyici yasal tedbirleri almakla yükümlüdürler (Codarcea/Romanya, No. 31675/04, 2 Haziran 2009).
11/04/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinde, “Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.” hükmü yer almaktadır.
5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan 16/03/2004 tarih ve 2004/7024 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi)”nin “Amaç ve konu” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Sözleşmenin Tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayrım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına alacaklardır.”; “Mesleki standartlar” başlıklı 4. maddesinde; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” kurallarına yer verilmiştir. Sözleşme, iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olup, anılan düzenlemede her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir.
Sözleşmenin “Muvafakat” başlıklı (II) numaralı bölümünde yer alan 5. maddesinde “muvafakat” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilir.” düzenlemesiyle muvafakatin kapsamı belirlenmiştir.
01/08/1998 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği’nin davacıya tıbbi müdahale yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan haliyle 15. maddesinde, “Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir. …”, 22. maddesinin birinci fıkrasında, “Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.”, “Rızanın Kapsamı” başlıklı 31. maddesinde de, “Rıza alınırken hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın, uygulanacak tıbbi müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbi işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbi işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik’te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlal edilmemesi için azami ihtimam gösterilir.” düzenlemeleri yer alır.
Anılan düzenlemeler özetle, herhangi bir tıbbi müdahaleye başlamadan önce kişilerin yapılacak işlemlerle ilgili riskleriyle birlikte aydınlatılarak rızalarının alınmasını öngörmektedir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Sağlık hizmeti sunumundan kaynaklanan tam yargı davalarında idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının belirlenebilmesi için tedavi süreci bir bütün halinde ele alınmalıdır. Dava konusu olaydaki gibi cerrahi müdahale içeren operasyonlar bakımından, öncelikle doğru tanının konulması, bu tanıya yönelik tıbben uygun müdahalenin gerçekleştirilmesi ve operasyon sonrası sürecin tıbbi standartlara uygun bir şekilde yönetilmesi gerekmektedir. Tıbbi standart kavramı ile tıp biliminin genel olarak tanınıp kabul edilmiş meslek kuralları kastedilmektedir. Komplikasyon ise, tıbbi girişim sırasında meydana gelen öngörülmeyen, öngörülse bile önlenemeyen durum, istenmeyen sonuçtur. Buna göre, bünyesinde risk barındıran sağlık hizmetinin ifası sırasında tıbben kabul edilen normal risk ve sapmalar çerçevesinde davranılarak gerekli dikkat ve özenin gösterilmesine rağmen ortaya çıkan istenmeyen sonuçlardan tazminat sorumluluğunun doğmayacağı kabul edilmektedir. Bu noktada, tıbbi standartlardan sapılmaması, mesleki tecrübe kurallarına riayet edilmiş olması gereklidir. Komplikasyon sonrası yönetim süreci de hizmet kusurunun varlığını tespit etme adına önem arz etmektedir.
İdare Mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunda yer alan, davacıların müşterek çocukları …’da meydana gelen trakeo-özofageal fistülün, trakeostomi girişimlerinde karşılaşılan komplikasyonlardan biri olduğu, yapılan tıbbi girişimlerin endikasyonu (tıbbi gerekliliği) bulunduğu, bu tür hastalık durumlarında aynı hal ve şartlarda gösterilmesi gereken özen yönünden tıbbi eksiklik saptanmadığı, komplikasyon yönetiminde tıbbi eksiklik tespit edilmediği yönündeki değerlendirme karşısında maddi tazminata hükmedilmesi koşulları oluşmamıştır. Nitekim, yukarıda aktarılan Adli Tıp Kurumu raporunda da tedavi sürecinin işbu davaya konu edilen kısmıyla ilgili olarak aynı yönde görüş bildirilmiştir.
Bu bağlamda davaya konu süreç bir bütün halinde incelendiğinde, hükme esas alınan bilirkişi raporunda ifade edildiği üzere temel olarak solunum yetmezliğine yönelik tedavi gören müteveffanın kötü klinik seyrinin söz konusu olduğu, trakeostomi işleminden önce gerçekleştirilen müdahalelerin hastada komplikasyon olarak nitelendirilebilecek herhangi bir duruma sebebiyet vermediği, trakeostomi operasyonunun ardından oluşan trakeo-özofageal fistülün özel hastanede tespit edildiği, söz konusu fistülün geç dönemde oluşabileceğinin 06/01/2011 tarihinde imzalanan onam belgesinde yazılı olduğu görülmektedir.
Bu durumda, dava konusu olayda gerçekleşen komplikasyona yönelik olarak tıbbi uygulama öncesinde aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirildiği, dolayısıyla manevi tazminata hükmedilmesi için gereken koşulların da oluşmadığı sonucuna varılmıştır.
Bu itibarla, trakeostomi işleminden önceki tedavi sürecinde gerçekleşen ve komplikasyon kavramı içerisinde değerlendirilemeyecek bazı durumlardan yola çıkılarak olayda aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmediği gerekçesiyle istinaf başvurularının kısmen kabulü ile manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacıların temyiz istemlerinin REDDİNE, davalı idarenin ve davalı idare yanında müdahillerden … ve …’un temyiz istemlerinin KABULÜNE,
2. … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının maddi tazminat istemlerinin reddine yönelik İdare Mahkemesi kararına karşı yapılan istinaf başvurularının reddine ilişkin kısmının ONANMASINA, istinaf başvurularının kısmen kabulü ile manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne, kısmen reddine ilişkin kısmının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesine gönderilmesine, 22/12/2022 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.