Danıştay Kararı 10. Daire 2019/5546 E. 2022/6227 K. 20.12.2022 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/5546 E.  ,  2022/6227 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/5546
Karar No : 2022/6227

TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : 1- Kendi adına asaleten …’a velayeten …
2- …
VEKİLİ : Av. …

KARŞI TARAF (DAVALI) : … Üniversitesi Rektörlüğü
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN_KONUSU : …Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacılar tarafından, … Üniversitesi Hastanesinde 27/03/2013 tarihinde başlayan ve 08/04/2013 tarihinde biten tedavi sürecinde yakınları …’ın atardamarında tel unutulması nedeniyle hayatını kaybettiği iddiasıyla, davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığını ileri sürdükleri zararlarına karşılık toplam 50.000,00 TL maddi ve 200.000,00 TL manevi tazminatın ölüm tarihi olan 02/05/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulunun … tarih ve …karar numaralı raporu ve dava dosyasında yer alan diğer bilgi ve belgeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde, davacılar yakınına yapılan tıbbi müdahalelerin tıp kurallarına uygun olduğu, olayda idarenin herhangi bir ihmalinin ve hizmet kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: …Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesince; istinaf başvurusuna konu … İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu ve davacılar tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği gerekçesiyle davacıların istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ_EDENİN_İDDİALARI : Davacılar tarafından, … Üniversitesi Hastanesinde hizmet kusuru ile yakınlarının atardamarında tel unutulduğu ve bunun sonucunda önce görme kaybının, sonrasında ise ölümün meydana geldiği, Adli Tıp Kurumu raporunun hükme esas alınamayacak nitelikte olduğu ve yeni rapor alınması gerektiğine yönelik itirazlarının değerlendirilmediği ileri sürülmektedir.

KARŞI_TARAFIN_SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, bilirkişi raporu uyarınca hizmet kusuru bulunmadığının sabit olduğu belirtilerek davacıların temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : …DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
Koroner arter rahatsızlığı ve akciğer kanseri olan davacılar yakını solunum sıkıntısı ile 27/03/2013 tarihinde … Üniversitesi Hastanesine başvurmuş ve kalp yetmezliği teşhisi ile kardiyoloji yoğun bakım ünitesine yatırılarak takip ve tedavi altına alınmış, tedavi süreci devam ederken 08/04/2013 tarihinde kendi isteği ile bu hastaneden çıkış yapmış ve 29/04/2013 tarihinde … Üniversitesi Hastanesine başvurmuş, davacılar yakınına başvurduğu gün yapılan anjiyografide toplardamar içerisinde yaklaşık 38 cm uzunluğunda katatere ait olduğu düşünülen tel izlenmiş ve 30/04/2013 tarihinde yapılan operasyonla bu tel alınmış, 02/05/2013 tarihinde kalp damar cerrahisi uzmanlarınca by-pass operasyonu önerilmemesi nedeniyle koroner kalp rahatsızlığına sebep olan ve kalbi besleyen atardamardaki tıkanıklığı açmak için anjiyografi ile stent takılmış, stent takıldıktan sonraki takiplerinde kardiyak ve solunum arresti gelişmesi üzerine uygulanan resüsitasyon ile geri döndürülmüş ve kan basıncının ayarlanması için katater takılmış, aynı gün kontrol anjiyografi yapılarak ilaç kaplı stent takılmış ve kan akışı olduğu izlenmiş, takiplerinde nabız düşüklüğü görülmesi üzerine geçici kalp pili ve tansiyonun yükseltilmesi için de intraaortik balon pompası takılmış, tansiyon ve ritim takibine alınmasına rağmen dirençli tansiyon düşüklüğü devam eden davacılar yakını asistoli (kan akışı olmaması, miyokardın kasılmaması ve kardiyak etkinliğin olmaması durumu) izlenmesi üzerine yapılan resüsitasyona cevap vermeyerek hayatını kaybetmiş; meydana gelen zararın (ölüm olayı) davalı idarenin hizmet kusurundan kaynaklandığı iddiasıyla davacılar tarafından maddi ve manevi tazminat istemiyle bakılmakta olan dava açılmıştır.
Olayda, davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Mahkemece bilirkişiliğine başvurulan Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 1. İhtisas Kurulunca düzenlenen … tarih ve …karar numaralı raporda, kişinin ölümünün koroner arter hastalığı, kalp yetmezliği ve gelişen komplikasyonlar sonucu meydana gelmiş olduğu tespitine yer verilmiş ve tıbbi süreç özetlendikten sonra “kişinin 27/03/2013 tarihinde … Üniversitesi Hastanesine nefes darlığı yakınması ile başvurduğu, muayenesinin yapıldığı, tetkiklerinin istendiği, grafilerinin çekildiği, konsültasyonlarının yapıldığı, medikal tedavisinin düzenlendiği, vasküler invazif bir girişim yapılmadığı, tetkikleri devam edereken kişinin kendi isteği ile taburcu edildiği, yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu, cihetle …… Üniversitesi Hastanesi idaresine, kişinin muayene, tedavi ve takiplerine katılan hekimlere ve yardımcı sağlık personeline atfı kabil kusur bulunmadığı, ancak Kurulumuzun müzekkere yazısında kişiye ait koroner anjio CD görüntüleri istendiği, dosyada olmadığından değerlendirilemediği, hastada bırakılan j-telinin ne zaman ve hangi sağlık kurumu tarafından unutulmuş olduğu hususunda görüş bildirilemediği” yönünde görüş belirtilmiştir.
… İdare Mahkemesince bu rapor hükme esas alınmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş; … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesince de davacıların istinaf başvurusu reddedilmiştir.
İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, yani zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir.

İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır. Bu bağlamda hizmet kusuru, özel hukuktaki anlamından uzaklaşarak nesnelleşen, anonim bir niteliğe sahip, bağımsız karakteri olan bir kusurdur. Hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Zarar gören kişinin hizmetten yararlanan durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı sağlık hizmetine yönelik tam yargı davalarında, idarenin tazmin yükümlülüğünün doğması için; zararın, idarenin hizmet kusuru sonucu meydana gelmiş olması gerekmektedir.
Esasen, Anayasa’nın 56. maddesi de Devlete, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenlemek ve bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak onları denetleyerek yerine getirmek ile ilgili pozitif bir yükümlülük getirmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 2. maddesinin devlete yüklediği pozitif yükümlülükler, devlet tarafından, özel ya da kamu hastanelerine hastaların yaşamını koruyacak nitelikteki tedbirleri alma zorunluluğu getiren yasal ve düzenleyici çerçevenin konulmasını gerektirmektedir. Bu yükümlülük, hastaları, tıbbi müdahalelerin bu bağlamda meydana getirebileceği ağır sonuçlardan mümkün olabildiğince koruma gerekliliğine dayanmaktadır. Böylelikle, taraf devletler, bu yükümlülük uyarınca, hekimlerin, uygulanması düşünülen tıbbi müdahalenin hastaların fiziksel bütünlüğüyle ilgili olarak meydana getirebileceği öngörülebilir sonuçlar hakkında sorgulanmaları ve hastalarını aydınlatarak, rıza göstermelerini sağlayacak şekilde kendilerini bu tıbbi müdahale hakkında önceden bilgilendirmeleri amacıyla gereken düzenleyici yasal tedbirleri almakla yükümlüdürler (Codarcea/Romanya, No. 31675/04, 2 Haziran 2009).
11/04/1928 tarihli ve 1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’un 70. maddesinde “Tabipler, diş tabipleri ve dişçiler yapacakları her nevi ameliye için hastanın, hasta küçük veya tahtı hacirde ise veli veya vasisinin evvelemirde muvafakatını alırlar. Büyük ameliyei cerrahiyeler için bu muvafakatin tahriri olması lazımdır. (Veli veya vasisi olmadığı veya bulunmadığı veya üzerinde ameliye yapılacak şahıs ifadeye muktedir olmadığı takdirde muvafakat şart değildir.) Hilafında hareket edenlere ikiyüzelli Türk Lirası idarî para cezası verilir.” hükmü yer almaktadır.
5013 sayılı Kanun ile onaylanması uygun bulunan 16/03/2004 tarih ve 2004/7024 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile onaylanan “Biyoloji ve Tıbbın Uygulanması Bakımından İnsan Hakları ve İnsan Haysiyetinin Korunması Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Biyotıp Sözleşmesi)”nin “Amaç ve konu” başlıklı 1. maddesinde; “Bu Sözleşmenin Tarafları, tüm insanların haysiyetini ve kimliğini koruyacak ve biyoloji ve tıbbın uygulanmasında, ayrım yapmadan herkesin, bütünlüğüne ve diğer hak ve özgürlüklerine saygı gösterilmesini güvence altına alacaklardır.”; “Mesleki standartlar” başlıklı 4. maddesinde; “Araştırma dahil, sağlık alanında herhangi bir müdahalenin, ilgili mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” kurallarına yer verilmiştir. Sözleşme, iç hukukumuzun bir parçası haline gelmiş olup, anılan düzenlemede her türlü tıbbi müdahalenin mesleki yükümlülükler ve standartlara uygun olması benimsenmiştir.
Sözleşmenin “Muvafakat” başlıklı (II) numaralı bölümünde yer alan 5. maddesinde “muvafakat” konusu düzenlenmiş ve “Sağlık alanında herhangi bir müdahale, ilgili kişinin bu müdahaleye özgürce ve bilgilendirilmiş bir şekilde muvafakat etmesinden sonra yapılabilir. Bu kişiye, önceden, müdahalenin amacı ve niteliği ile sonuçları ve tehlikeleri hakkında uygun bilgiler verilecektir. İlgili kişi muvafakatini her zaman serbestçe geri alabilir.” düzenlemesiyle muvafakatin kapsamı belirlenmiştir.
01/08/1998 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hasta Hakları Yönetmeliği’nin davacıya tıbbi müdahale yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan haliyle 15. maddesinde, “Hasta; sağlık durumunu, kendisine uygulanacak tıbbi işlemleri, bunların faydaları ve muhtemel sakıncaları, alternatif tıbbi müdahale usulleri, tedavinin kabul edilmemesi halinde ortaya çıkabilecek muhtemel sonuçları ve hastalığın seyri ve neticeleri konusunda sözlü veya yazılı olarak bilgi istemek hakkına sahiptir. …”, 22. maddesi, 1. fıkrasında, “Kanunda gösterilen istisnalar hariç olmak üzere, kimse, rızası olmaksızın ve verdiği rızaya uygun olmayan bir şekilde tıbbi ameliyeye tabi tutulamaz.”, “Rızanın Kapsamı” başlıklı 31. maddesinde de, “Rıza alınırken hastanın veya kanuni temsilcisinin tıbbi müdahalenin konusu ve sonuçları hakkında bilgilendirilip aydınlatılması esastır. Hastanın, uygulanacak tıbbi müdahale için verdiği rıza, bu müdahalenin gerektirdiği sair tıbbi işlemleri de kapsar. Ancak, tıbbi işlemlerin uygulanmasında, bu Yönetmelik’te ve diğer mevzuatta belirlenen hakların ihlal edilmemesi için azami ihtimam gösterilir.” düzenlemeleri yer alır.
Anılan düzenlemeler özetle, herhangi bir tıbbi müdahaleye başlamadan önce kişilerin yapılacak işlemlerin riskleriyle ilgili olarak aydınlatılması ve rızalarının alınmasını öngörmektedir.
Öte yandan, manevi zararın varlığı, sadece şeref, haysiyet ve onur kırıcı işlem ve eylemlere maruz kalmış ya da kişilerin vücut bütünlüğünün ihlal edilmiş olmasına, ölüm nedeniyle ağır bir elem, üzüntü duyulması şartına bağlı olmayıp; idarenin yürütmekle yükümlü olduğu kamu hizmetini gereği gibi eksiksiz olarak sunamaması nedeniyle ilgililerin yeterli hizmet alamamalarından dolayı üzüntü ve sıkıntı duymaları da manevi zararın varlığı ve manevi tazminatın hükmedilmesi için yeterli bulunmaktadır. Manevi tazminat, mal varlığında meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, manevi tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Tam yargı davalarının ve manevi tazminatın belirtilen niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın, zararın ve idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı olacak şekilde belirlenmesi, bununla birlikte olayın meydana geliş şekli ve idari faaliyetin niteliği gözetilerek hakkaniyetli ve makul bir tutarı aşmaması gerekmektedir.
Buna göre, manevi tazminat takdir edilirken, davacı(lar) yönünden, manevi tatmin duygusunu sağlamaya yetecek, zarara yol açan idari faaliyet sonucu duyulan elem ve ızdırabın kişi üzerindeki etki ve ağırlığını karşılayacak düzeyde olmasına; davalı(lar) yönünden ise, hakkaniyet sınırlarını aşmayan, ölçülü, adil dengeyi sağlayacak ve aşırı mali külfet oluşturmayacak makul bir seviyede olmasına dikkat edilmesi gerektiği açıktır.
Ayrıca, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin atıfta bulunduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 266. maddesinde, hakimin, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vereceği öngörülmüş; aynı Kanun’un 280. maddesinde, bilirkişinin, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye vereceği, raporun verildiği tarihin rapora yazılacağı ve duruşma gününden önce birer örneğinin taraflara tebliğ edileceği; 281. maddesinin 1. fıkrasında, tarafların, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını, belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilecekleri düzenlenmiştir.
Öte yandan, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 1. maddesinde, adalet işlerinde bilirkişilik görevi yapmak üzere Adalet Bakanlığına bağlı Adli Tıp Kurumu kurulduğu; 2. maddesinde, Adli Tıp Kurumu’nun, Mahkemeler ile hakimlikler ve savcılıklar tarafından gönderilen Adli Tıp ile ilgili konularda bilimsel ve teknik görüşlerini bildirmekle yükümlü olduğu; 15. maddesinde, Adli Tıp Üst Kurullarının, adli tıp ihtisas kurulları ve ihtisas daireleri tarafından verilip de mahkemeler, hâkimlikler ve savcılıklarca kapsamı itibarıyla yeterince kanaat verici nitelikte bulunmadığı, sebebi de belirtilmek suretiyle bildirilen işleri, adli tıp ihtisas kurullarınca oybirliğiyle karara bağlanamamış olan işleri, adli tıp ihtisas kurullarının verdiği rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile ihtisas dairelerinin rapor ve görüşleri arasında ortaya çıkan çelişkileri, adli tıp ihtisas kurulları ile Adli Tıp Kurumu dışındaki sağlık kuruluşlarının heyet hâlinde verdikleri rapor ve görüşler arasında ortaya çıkan çelişkileri konu ile ilgili uzman üyelerin katılımıyla inceleyeceği ve kesin karara bağlayacağı düzenlenmiştir. 703 sayılı “Anayasada Yapılan Değişikliklere Uyum Sağlanması Amacıyla Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname” ile anılan hükümler yürürlükten kaldırılmış olmakla birlikte, 15/07/2018 tarih ve 30479 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 4 No’lu Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi’nin 2., 3. ve 16. maddelerinde yukarıda yer verilen hükümler aynı şekilde yeniden getirilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Adli Tıp Kurumunun hükme esas alınan raporunda özetle, davalı idareye bağlı sağlık kuruluşunda yapılan tedavilerin tıbbi kurallara uygun olduğu ve idareye atfı kabil herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığı; ayrıca, dava dışı … Üniversitesine bağlı sağlık kuruluşunda 29/04/2013 tarihinde yapılan koroner anjiyografi görüntülerine ilişkin CD’nin aslı gönderilmediğinden, davacılar yakınının toplardamarında bulunan j-telinin ne zaman ve hangi sağlık kurumu tarafından unutulmuş olduğu hususunda görüş bildirilemediği belirtilmiştir.
Dosya içerisindeki tüm bilgi ve belgeler ile davacıların iddiası ve davalı idarenin savunmasının birlikte incelenmesi sonucunda; davacılar tarafından yakınlarının atardamarında tel unutulduğu iddia edilmişse de; … üniversitesi Hastanesinin 27/03/2013 giriş, 08/04/2013 çıkış tarihli “çıkış özeti”nde hastaya kateter takıldığının belirtildiği, davalı idarenin savunmasında izlem amaçlı olarak toplardamara kateter yerleştirildiğinin ifade edildiği, buna göre davacılar yakınının toplardamarında katatere ait olduğu düşünülen bir telin mevcut olduğu ve bu telin davalı idareye bağlı sağlık kuruluşundaki tedavi sürecinde izlem amaçlı olarak toplardamara yerleştirildiği, bu hastaneden rıza ile çıkış yapılmasına rağmen toplardamarda bulunan telin alınmamış olduğu ve dava dışı Celal Bayar Üniversitesine bağlı sağlık kuruluşundaki tedavi sürecinde operasyonla alındığı, dava dışı idareye bağlı sağlık kuruluşunda toplardamarda bulunan telin alınmasından sonraki süreçte yapılan atardamara stent takılmasına yönelik girişimlerin ardından davacılar yakınının hayatını kaybettiği görülmüştür.
Hal böyle olunca; davacılar yakınının toplardamarında bulunan telin davalı idareye bağlı sağlık kuruluşunda izlem amaçlı olarak konulduğunun kabulü ile, davacılar yakınının toplardamarına izlem amaçlı tel konulmasının tıbbi uygulama hatası olup olmadığı ve tıbbi uygulama hatası ise meydana gelen zararlı sonuç (ölüm olayı) ile illiyet bağının mevcut olup olmadığı, davacılar yakınının toplardamarında bulunan tel çıkartılmadan taburcu edilmiş olmasının tıbbi uygulama hatası olup olmadığı ve tıbbi uygulama hatası ise meydana gelen zararlı sonuç (ölüm olayı) ile illiyet bağının mevcut olup olmadığının araştırılması suretiyle düzenlenecek bilirkişi raporu uyarınca davalı idarenin tazmin yükümlülüğünün bulunup bulunmadığı tespit edilerek bir karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
Öte yandan, dava dışı idareye bağlı sağlık kuruluşunda atardamara stent takılmasına yönelik girişimlerin ardından davacılar yakınının hayatını kaybettiği ve davalı idarece de ölüm olayının kendi bünyesinde bulunan sağlık kuruluşundaki tıbbi işlemler nedeniyle değil de dava dışı idareye bağlı sağlık kuruluşundaki tıbbi işlemler nedeniyle meydana geldiğinin savunulduğu görüldüğünden; yeniden alınacak olan raporda anılan bu husus yönünden de bir değerlendirme yapılmasının gerektiği kuşkusuzdur.
Ayrıca, davacılar yakınının; toplardamarına tel konulmasına yönelik işlem öncesinde davalı idare tarafından gerekli aydınlatma ve onay alma yükümlülükleri uyarınca bilgilendirilip bilgilendirilmediğinin ve konulan bu telin çıkartılmasına yönelik herhangi bir müdahale kabul etmeksizin kendi isteği ile davalı idareye bağlı sağlık kuruluşundan ayrıldığına yönelik tıbbi belge ve kayıtların da araştırılması gerekmektedir.
Yaptırılacak yeni bilirkişi incelemesi sonucunda, zararlı sonucun (ölüm olayı) davalı idarenin kusurlu eylemleri nedeniyle meydana gelmediğinin tespit edilmesi sonucu maddi tazminat şartlarının oluşmadığı kanaatine varılması halinde dahi, davacılar yakınının toplardamarına tel konulması işlemi öncesinde usulüne uygun olarak bilgilendirilip rızasının alınmadığının ve hastaneden rızası ile çıkış yaptığı esnada toplardamarında tel bulunduğuna yönelik gerekli bilgilendirme yükümlülüğünün yerine getirilmediğinin tespit edilmesi halinde; davacılar yakınının aydınlatılarak onay verme hakkı elinden alınmış olacağından ve bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi yürütülen sağlık hizmetinin gereği gibi işletilmediği konusunda davacılarda endişe ve üzüntüye yol açacağından, davacıların uğramış olduğu manevi zararın, yukarıda aktarılan ilkeler gözetilerek takdiren belirlenecek hakkaniyetli ve makul bir manevi tazminatın ödenmesine hükmedilmesi suretiyle karşılanması gerekeceği de tabiidir.
Bu durumda, yukarıda açıklanan eksiklikler nedeniyle hükme esas alınamayacak nitelikte bulunan bilirkişi raporu uyarınca verilen davanın reddine yönelik karara karşı davacılar tarafından yapılan istinaf başvurusu kabul edilerek, konu ile ilgili uzman akademisyenlerin katılımı ile oluşturulacak Adli Tıp Kurumu Başkanlığının ilgili üst kurulundan belirtilen eksikliklerin giderilmesine ilişkin yeni bir rapor alınmak suretiyle karar verilmesi gerektiğinden; davacıların istinaf başvurusunun reddi yolundaki temyize konu Bölge İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamıştır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davacıların temyiz istemlerinin KABULÜNE,
2. Davanın reddine ilişkin … İdare Mahkemesi kararına yönelik olarak davacılar tarafından yapılan istinaf başvurusunun reddi yolundaki temyize konu …Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının BOZULMASINA,
3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın …Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesine gönderilmesine, 20/12/2022 tarihinde kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.