Danıştay Kararı 10. Daire 2019/12521 E. 2020/6316 K. 15.12.2020 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/12521 E.  ,  2020/6316 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/12521
Karar No : 2020/6316

TEMYİZ EDEN (DAVALI) : … Bakanlığı / …
VEKİLİ : I. Hukuk Müş. Yrd. V. …

KARŞI TARAF (DAVACI) : …
VEKİLİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: 10/10/2015 tarihinde Ankara Tren Garı önünde meydana gelen canlı bombalı saldırı neticesinde davacının yaralanmasında davalı idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle maddi ve manevi zararlarına karşılık olmak üzere yapılan başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi, 100.000,00 TL manevi tazminatın idareye başvuru tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: … İdare Mahkemesince; sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesinin amaçlandığı, genel bir ifade ile “terör olayları” olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı, sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişilerin, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar gördükleri, belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmininin hakkaniyet ve sosyal devlet ilkesi gereği olduğu, bakılan davada hizmet kusuru saptanamadığına göre, olayın oluş şekli ve zararın niteliği karşısında davacının uğradığı zararın sosyal risk ilkesine göre tazmin edilerek toplumca paylaşılması gerektiği, olayın terör olaylarının yoğun olarak yaşandığı yerlere göre daha az gerçekleştirildiği bir yerde meydana gelmesi, eylemin devlete ve toplum bütünlüğüne yönelik olma niteliğini, zararın özel ve olağandışı olma niteliğini değiştirmediği, aksi düşüncenin, sosyal risk ilkesinin kaynağı olan toplumun huzuru, dayanışma ve adalet anlayışına dayalı sosyal hukuk devleti ilkesine, eşitlik ilkesine ve hakkaniyete aykırı düştüğü, olayda, meydana gelen eylemin bir terör eylemi olduğu ve davacının bu eylem neticesinde yaralandığı hususunda taraflar arasında ihtilaf bulunmadığından, sosyal risk ilkesi gereğince meydana gelen zararların hizmet kusuru bulunmasa bile idarece tazmini gerektiği, davacının maddi tazminat isteminin, davacı tarafından maddi tazminat talebinin dayanağına ilişkin herhangi bir bilgi ve belgenin sunulmadığından maddi tazminat isteminde hukuka uyarlık görülmediğine, manevi tazminat istemi yönünden ise, olayın meydana geliş şekli dikkate alındığında patlama olayı neticesinde bacağına şarapnel parçası isabet etmesi sonucu yaralanan davacının, olay nedeniyle duyduğu acı ve ızdırabı kısmen de olsa karşılayabilmek amacıyla, talep edilen toplam 100.000,00 TL manevi tazminat isteminin, 15.000,00 TL’sinin ödenmesine, davacının maddi ve manevi tazminat ödenmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddine ilişkin işlem yönünden; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemler nedeniyle uğranılan zararların tazmini istemiyle açılacak davalarda önce idarelere başvuruda bulunmak suretiyle ön karar alınmasının dava şartı olarak düzenlendiği, yani ilgililerin idari eylemlerden kaynaklanan zararların tazmini istemiyle davalı idareye başvuruda bulunup ön karar almadan dava açamayacağı, idareye yapılacak başvurulara idareler tarafından verilen cevaplar ise ön karar niteliğinde olup, bu kararların kesin ve yürütülebilir işlemler olmadıklarından iptal davasına konu edilmelerinin mümkün olmadığı gerekçesiyle dava konusu işlemin iptali isteminin incelenmeksizin reddine, maddi tazminat istemi yönünden davanın reddine, manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile 15.000,00 TL manevi tazminatın davalı idareye başvuru tarihi olan 09/12/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idare tarafından davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin manevi tazminat istemi yönünden davanın reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesince; istinaf başvurusuna konu … İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu, davacı ve davalı idare tarafından ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği gerekçesiyle istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davalı … Bakanlığı tarafından, idarenin ağır hizmet kusuru halinde sorumluluğunun bulunduğu, dava konusu olayın miting alanı dışında ve belirlenen miting saatinden önce meydana geldiği, bir terör olayı olduğu, bu nedenle 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, manevi tazminatı ilgili Kanunda düzenlenmediğinden sorumluluklarının bulunmadığı, belirlenen manevi tazminatın düzenlenme amacına aykırı yüksek belirlendiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davacı tarafından, savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : 10/10/2015 tarihinde Ankara Garı’nda meydana gelen canlı bomba eyleminin, aynı olaya ilişkin dosyaların, Müfettiş Raporlarının ve Emniyet’in ilgili birimlerince dosyalara sunulan ara karar cevaplarının birlikte değerlendirilmesinden; olayda istihbari bilgi, belge veya olaya yönelik ihbarın bulunmadığı görüldüğünden olayın terör olayı olduğu ve olayda idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk halinin bulunmadığı görülmüştür. Bu durumda davacıların genel hükümlere dayalı olarak açtığı davalarda, olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında mı, genel hükümler kapsamında mı değerlendirileceği uyuşmazlığın temelini oluşturmaktadır.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’nun terör olaylarında maddi tazminat istemlerinde gerçek zararın karşılanmasına ilişkin kararları ile Anayasa Mahkemesi’nin 03/11/2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan 08/09/2020 tarih ve Başvuru No:2016/7302 sayılı … Başvurusu kararı gereği, 5233 sayılı Kanun’un geçici maddelerinde yer alan dönemler dışında meydana gelen terör veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararların mutlak olarak 5233 sayılı Kanun usulleriyle çözümlenmesi gerekmediği, ilgili kararda olduğu üzere, tazminat hukukunun genel hükümlerine göre açılan davada başvurucunun sosyal risk ilkesi gereği tazmini gereken maddi, manevi tazminatlarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerektiği, bu yönde inceleme yapılmamasının mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu kabul edilmiştir.
Bu halde dava konusu olayda olduğu üzere, genel hükümler kapsamında açılan davanın talep gereği olayda hizmet kusuru, kusursuz sorumluluk hali de olmadığı tespit edilirse sosyal riskten incelenmesi hukuka uygundur. Ancak tazminatın hesaplanması noktasında; idare mahkemelerince sosyal riske dayanılması halinde bilirkişi incelemesi yaptırıldığı ve aktüerya hesabı ile idarenin tam kusurlu kabul edilerek maddi tazminatların hesaplandığı görülmüştür. Bu durumda terör olaylarında, sosyal riske dayalı olarak incelenen dosyalarda, tazminat hesabının hizmet kusuru hukuki gerekçesinin hesaplama yöntemiyle karşılanması hali ortaya çıkmaktadır. Sosyal risk ilkesinin, idarenin herhangi bir kusuru bulunmayan, davacınında toplumun bir ferdi olarak zararlarının karşılandığı dosyalarda uygulanmasına rağmen tazminatın hizmet kusuru hesaplama yöntemiyle karşılanmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu açıktır. Yukarıda izah edilen gerekçeyle Bölge İdare Mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

HUKUKİ DEĞERLENDİRME :
A) Temyize konu kararın manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne, kısmen reddine ilişkin kısmının incelenmesi:
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın belirtilen kısmı usul ve hukuka uygun olup, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
B) Temyize konu kararın maddi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının incelenmesi:

İNCELEME VE GEREKÇE :
Uyuşmazlık, 5233 sayılı Kanun’un yürürlüğünden sonra gerçekleşen dava konusu olayda, karşılanması talep edilen maddi zararın genel tazminat hukuku ilkeleri kapsamında mı yoksa, 5233 sayılı Kanun’un kendi özel düzenlemeleri kapsamında mı karşılanacağı hususundan doğmaktadır. Davacı olayda idarenin hizmet kusuru bulunduğunu ve tazminat talebinin hizmet kusuruna dayalı olarak karşılanması istemiyle yargı yoluna başvurmuş, davalı idare maddi zararın 5223 sayılı Kanun kapsamında karşılanması gerektiğini savunmuş, Mahkeme olayın terör olayı olduğunu ancak davacının başvurusuna bağlı olarak davasının genel hükümler kapsamında olduğundan bahisle terör olayı olarak nitelendirdiği olayda genel hükümler sosyal risk ilkesine dayalı olarak hüküm kurmuştur.

İLGİLİ MEVZUAT:
17/07/2004 tarihinde kabul edilip, 27/07/2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun 1. maddesinde, ”Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.”; 2. maddesinin 1. fıkrasında, ”Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.”; 6. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında, ”Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz. İlgili valilik dışında diğer valilikler, kaymakamlıklar, Türkiye Cumhuriyeti dış temsilcilikleri, diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvurular ilgili valiliğe gönderilir.”; 7. maddesinde, ”Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar”; 8. maddesinin 1. fıkrasında, ”7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.”; 9. maddesinde, ”Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, nakdî ödeme yapılır. Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir. Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır. Cumhurbaşkanı, nakdî ödemeye esas tutulan gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar indirmeye yetkilidir. Bu Kanun kapsamındaki zararlardan dolayı, zarar gören kişilere gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri tarafından yapılan ödemeler sebebiyle Devlete rücu edilemez. Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.”; 12. maddesinde, “Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.”; Geçici 1. maddesinde, ”Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.” hükümleri düzenlenmiştir.
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunun genel gerekçesinde ise, ”Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten ve Anayasa metnine dahil olan Başlangıç Kısmında Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu… belirtilmiş; Cumhuriyetin niteliklerini gösteren Anayasanın 2 nci maddesinde ise Türkiye Cumhuriyetinin toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı… sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmıştır.
Kural olarak idarenin hukukî sorumluluğu kusur esasına dayanmaktadır. Sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanması gerekmektedir. Objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir.
Temelde Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerinin zarar gören kişilere karşı kişisel husumetten ileri gelmediği bilinmektedir. Terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. Devleti ve toplumu hedef alan fiillerden doğan zararın mağdur kişinin üzerinde bırakılması, hak ve nasafet kurallarıyla bağdaşmaz. Ortaya çıkan zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. Kişilere verilen zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, ister terörle mücadele sırasında Devletçe alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların belirtilen ilkeler uyarınca karşılanması, Devlete olan güveni pekiştirecek; vatandaş-Devlet kaynaşmasını artıracak, terörle mücadeleye ve toplumsal barışa önemli katkıda bulunacaktır. Terörle mücadelede Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin kazandığı olağanüstü başarının sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklenmesi zorunluluğu toplumumuzun bütün kesimlerince kabul edilmektedir.
Öte yandan, Bakanlar Kurulunun 23/06/2003 tarih ve 2003/5930 sayılı Kararıyla kabul edilip 24/07/2003 tarih ve 25178 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Kararın Yargının işlevselliği ve kapasitesinin artırılması suretiyle etkin bir yargı sisteminin tesis edilmesi başlığı altındaki (24.14.1.1.) numaralı tablodaki 18’inci sırada Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısının beklenen yürürlük tarihi 2004 yılı olarak belirlenmiştir.
Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, terör eylemlerinin ülkemizde yoğun olarak yaşandığı 19/07/1987 tarihi ile 30/11/2002 tarihi arasında, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” ifadelerine yer verilmiştir.
Bununla birlikte; 5233 sayılı Kanun gereğince Zarar Tespit Komisyonu tarafından terör saldırısı sonucu ölenin yakınlarına yapılan sulhname teklifinin kabul edilmemesi nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasında, 5233 sayılı Kanun’un 1. maddesinde yer alan ”maddi” sözcüğünün; 2. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ”maddi” sözcüğünün; 7. maddesinin c. bendinde yer alan ”maddi” sözcüğünün; 9. maddesinin, a) Birinci fıkrasında yer alan ‘Yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın’ biçimindeki ilk paragrafı ile (e) bendinin, b) ikinci fıkrasının ve Geçici 1. maddesinde yer alan ”maddi” sözcüğünün, Anayasa’nın 2, 5, 11, 36, 90 ve 125. maddelerine aykırı olduğu kanısına varan Elazığ İdare Mahkemesi’nin yaptığı somut norm denetimi (itiraz) başvurusunda verilen Anayasa Mahkemesi’nin 25/06/2009 tarih ve E:2006/79, K:2009/97 sayılı kararında, “…5233 sayılı Yasa’nın 9. maddesi, terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde ödenecek maddi tazminat miktarı ile ödeme usulünün belirlenmesini düzenleyen bir kuraldır.
… Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktarın ise ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirleneceği kuralına yer verilmiştir. Gösterge ve katsayı rakamlarının her yıl artış göstermesi nedeniyle, son işlem tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamlarının esas alınması, tazminat alacaklısının lehine bir uygulama olduğu açıktır.
Toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelen özel ve olağandışı zararların karşılanmasında, devletin ödeme gücü, ekonomik durumu, zarar görenlerin sayısı, zarar doğuran olayların uzun süreli ve yaygın olması gibi nedenleri gözeterek idare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesi Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmaz…” değerlendirmesinde bulunularak itirazın reddine karar verilmiştir.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Her ne kadar davacı tarafından dava konusu olay nedeniyle uğradığı maddi zararların genel tazminat hukuku ilkeleri kapsamında karşılanması gerektiği ileri sürülmüşse de; 5233 sayılı Kanunun genel gerekçesinde de açıklandığı üzere anılan Kanunun yürürlüğünden sonra meydana gelen ve idarenin kusur ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı terör olaylarında da anılan Kanunun uygulanacağı ve 5233 sayılı Kanunun 9. maddesi ile Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, ”Yaralanma engelli hale gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler” başlıklı 21. maddesinde anılan hallerde maddi zararların nasıl hesaplanıp karşılanacağının özel olarak düzenlendiği, bu nedenle maddi zarar talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Anayasa Mahkemesince de yukarıda gerekçesine yer verilen kararında; idare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmayacağı değerlendirmesinde bulunulmuştur.
Bu halde İdare Mahkemesi ve Bölge İdare Mahkemesince; terör olayı olduğu kabul edilen olayın, sosyal riskin yasalaşmış hali olan 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, genel hükümler sosyal risk ilkesine dayalı olarak değerlendirilmesinde hukuka uygunluk bulunmamaktadır. Ancak İdare Mahkemesi ve … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesi tarafından, davacının maddi tazminat isteminin zararı oluşmadığı ve ispat edilemediği gerekçesiyle reddine karar verilmesinde neticesi itibarıyla hukuka aykırılık görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davalı idarenin temyiz isteminin reddine,
2. Temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının manevi tazminata ilişkin kısmının ONANMASINA, maddi tazminata ilişkin kısmının yukarıda belirtilen gerekçe ile ONANMASINA,
3. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 50. maddesi uyarınca, bu onama kararının taraflara tebliğini ve bir örneğinin de … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesine gönderilmesini teminen dosyanın … İdare Mahkemesine gönderilmesine, 15/12/2020 tarihinde oy çokluğuyla karar kesin olarak verildi.

(X) KARŞI OY :

10 Ekim 2015 günü Ankara Garında düzenlenen miting öncesinde terör saldırısı sonucu yaralanan davacı tarafından uğradığı zararın tazmini amacıyla maddi ve manevi tazminat davası açılmış bulunmaktadır.
Temyize konu kararda maddi tazminat yönünden davacının zarara uğradığında dair herhangi bir kanıt olmadığından davanın bu kısmının reddine karar verilmiş olmakla birlikte hükmedilen manevi tazminatın hangi tazmin ilkesine göre verildiğinin açıklanmadığı, ancak çoğunluk kararında olayda kusur ve kusursuz sorumluluk hallerinin bulunmadığı ve 5233 sayılı Kanun çerçevesinde bir değerlendirme yapılması gerektiği, genel hükümlere göre tazmin yoluna gidilemeyeceği gerekçesine yer verilerek karar onanmış bulunmaktadır.
Terör eylemlerine muhatap olan kişilerin uğradıkları olağanüstü ve ciddi zararların idare tarafından karşılanmasının sorumluluk hukuku çerçevesinde kabul edilmesi, mağdurların sadece toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle bu saldırılara maruz kalmış olmalarına dayandırılmaktadır. Ortaya çıkan zararın belirtilen nedenle idare tarafından karşılanması suretiyle tüm topluma pay edilmesi esası öncelikle yargı içtihatlarıyla geliştirilen ve daha sonra da yasa kapsamında düzenlenen “sosyal risk” ilkesi ile tazminat hukukumuzda yerini almıştır. Esasen bu ilke ile idarenin görünür ve belirgin herhangi bir eylemi olmadığı halde terör örgütlerinin saldırısından kaynaklanan zararların tazmini öngörülmektedir.
İdarenin eylem ve işlemleri ile verdikleri zararlardan sorumlu tutulması yolundaki genel kuralın istisnasını teşkil eden bu ilkenin, her türlü terör olayına aynı koşullarla yeknesak şekilde uygulanması, idarenin mali sorumluluğunu farklı şekillerde etkileyebilecek olaylarda aynı tazminat tutarlarına hükmedilmesi kuşkusuz hak ve adalet terazisinde bir dengesizliği beraberinde getirecektir. Yine sosyal risk ilkesinin uygulanmasında doğrudan her türlü terör olayında hizmet kusuruna bağlı sorumluluk kapsamında öngörülen miktarların esas alınarak kusur sorumluluğunun mevcut olduğu olaylarla ilgili tazminat davalarından hükmedilecek tazmin tutarları yönünden ayrıştırılmaması da aynı ölçüsüzlüğü getirecektir. Bu itibarla, genel hükümlere dayanılarak açılan tazminat davalarında idare aleyhine hükmedilecek tazminat tutarlarının uyuşmazlık konusu olayın koşul ve özelliklerinin değerlendirilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Belirtilen bağlamda dava konusu olay irdelendiğinde, idarece önceden haberdar olunan ve aksi belirtilmediğine göre yasal prosedürler içinde verilen izin doğrultusunda düzenlenen mitingin hazırlık safhasında, katılımcıların toplanmaya başladığı sırada terör saldırısının meydana geldiği anlaşılmaktadır. İdarenin bu durumu önceden öngörmesinin herhangi bir istihbari bilginin olmaması nedeniyle mümkün bulunmadığından hizmet kusurundan söz edilemeyecek ise de; idarenin izni doğrultusunda, gözetim ve denetimi altında gerçekleştirilen bir toplantı söz konusudur. Bu mitinge iştirak edenlerin illegal biçimde toplandıkları iddia edilmediğine göre miting mahalli veya bu mahalle girişte kullanılan yerlerin korunması hususunda kamuya güven duymaları beklenir. Bu kamuya yönelen sosyal güvenin gereği gibi karşılanarak korunması sosyal hukuk devletinin vazgeçilmez görevleri arasındadır. Ayrıca somut ve yoğun bir güvenlik hizmeti gereksinimi olan, idari gözetim ve denetim altında olması umulan söz konusu yerde meydana gelen terör saldırısından kaynaklı zararla idare arasındaki illiyetin bu nitelikte olmayan olaylara göre daha belirgin olması, sosyal risk ilkesinin uygulanmasında farklı tazmin yöntemlerinin uygulanması gereğine işaret etmektedir. Sosyal risk ilkesi kapsamında tazmin esas ve koşulları yönünden farklı yaklaşımı zorunlu kılan bahis konusu nitelik farkının bir ilke başlığı altında tanımlanması ihtiyacı bulunmaktadır. Sosyal risk ilkesinin uygulanmasında 5233 sayılı Yasa’da öngörülen hesaplama yöntemine göre belirlenen maktu tutarların dışında gerçek zararın tazmininin gerektiği bu ilke “Kamusal sosyal güven/güvenlik” ilkesidir. Devletin varlık nedenini oluşturan hizmetlerin bir gereği olarak fiziki olarak yer aldığı, hizmetini örgütlediği ve yürüttüğü kamu binaları, kamunun izni üzerine düzenlenen idari gözetim ve denetimi altında bulunan toplantı ve miting alanları v.b. mahaller toplumun kamuya güveni nedeniyle kendini güvence altında hissettiği veya hissetmesi gereken, tabiiyet ilişkisine meşruiyetini veren yerler olup, idare yönünden de bu alanlar hassas konumları nedeniyle somut ve yoğun güvenlik hizmetinin sunulması gereken ve idarenin hami ve garantör olarak yer aldığı yerlerdir. Bu özellikteki yerlerde terör nedeniyle meydana gelen gerçek zarar tutarlarının tazmini gerekir.
Danıştay içtihatlarında sosyal risk ilkesi kusursuz sorumluluk kapsamı dışında değerlendirilmekte ise de bunun tazmine konu olayın idare ile olan illiyet bağına göre yapılan kategorik bir sınıflandırma olduğu, öğretide ise sosyal risk ilkesine esasen idarenin kusurunun olmadığı sorumluluk türleri arasında yer verildiği görülmekte olup, yukarıda tanımı yapılan “kamusal sosyal güven/güvenlik ilkesi” nin de idarenin terör olaylarına bağlı tazmin sorumluluğunda kusursuz sorumluluk kapsamında, yasada öngörülen hesaplama yöntemlerine göre tazminat tutarlarının belirlendiği sosyal risk ilkesinden ayrışarak gerçek zarar tutarının karşılanmasını gerektiren bir ilke olarak uygulanması gereği bulunmaktadır.
Dava konusu olayda maddi tazminat yönünden zararın bulunduğunun kanıtlanamaması nedeniyle davanın bu kısmının reddedilmesinde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Ancak davanın manevi tazminata ilişkin kısmının genel hükümler çerçevesinde ve yukarıda izah edilen tazmin ilkesi uyarınca değerlendirilmesi gerekeceğinden kararın belirtilen gerekçe ile onanması gerektiği görüşüyle çoğunluk kararında yer verilen gerekçeye iştirak etmiyorum.