Danıştay Kararı 10. Daire 2019/12452 E. 2020/5057 K. 18.11.2020 T.

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2019/12452 E.  ,  2020/5057 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2019/12452
Karar No : 2020/5057

TEMYİZ EDEN (DAVACILAR) : 1- …
2- …
VEKİLLERİ : Av. …

TEMYİZ EDEN (DAVALILAR) : 1- … Bakanlığı
VEKİLİ : 1. Huk. Müş. Yrd. V. …
2- … Valiliği
VEKİLİ : Av. …

İSTEMLERİN_KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi …. İdare Dava Dairesinin … tarih ve E:…., K:.. sayılı kararının taraflarca aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: İstanbul İli, Beşiktaş İlçesinde bulunan … isimli gece kulübüne 01/… tarihinde gerçekleşen silahlı saldırıda hayatını kaybeden çocukları …’nın ölümü nedeniyle maddi ve manevi zararlarının tazmini için müteveffanın anne ve babası tarafından yapılan başvurunun Zarar Tespit Komisyonu tarafından 60 günlük başvuru süresinin kaçırıldığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine, olayda idarenin kusuru olduğundan bahisle müteveffanın annesi … için 10.000,00 TL (miktar artırımı ile 669.129,15 TL) maddi, 100.000,00 TL manevi, babası … için 10.000,00 TL (miktar artırımı ile 242.088,48 TL) maddi, 100.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: …. İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla; 01/01/2017 tarihinde meydana gelen olay nedeniyle davacıların … Valiliği Zarar Tespit Komisyonu’nun … tarih ve … sayılı kararı ile 60 günlük başvuru süresinin geçmesinden dolayı davacıların taleplerinin karşılanmadığı, kızlarının ölümü nedeniyle destek yoksun kaldıkları iddiası ile açılan davada maddi ve manevi zararların tazmininin sosyal risk ilkesine göre tazmini gerektiğinden hareketle Mahkemece maddi zararın hesaplanması için dosyada bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, müteveffanın çalışmadığı kabulüne göre yapılan rapora göre; annenin 133.163,28 TL, babanın 47.755,04 TL destek zararının bulunduğunun tespit edildiği, buna göre maddi tazminat istemlerinin kısmen kabulü ile anneye 133.163,28 TL, babaya 47.755,04 TL maddi tazminatın ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat istemlerinin reddine, manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulü ile anne ve baba için ayrı ayrı 25.000,00 TL’nin davalı idareye başvuru tarihi olan 17/05/2017 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine, fazlaya ilişkin istemlerinin reddine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi … İdare Dava Dairesince; istinaf başvurusuna konu … İdare Mahkemesi kararının hukuka ve usule uygun olduğu ve taraflarca ileri sürülen iddiaların söz konusu kararın kaldırılmasını sağlayacak nitelikte görülmediği belirtilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 45. maddesinin 3. fıkrası uyarınca istinaf başvurularının reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ_EDENLERİN_İDDİALARI : Davacılar tarafından, Mahkemenin sosyal risk ilkesine göre gerçek maddi zararların tespiti için bilirkişi incelemesi yaptırdığı, müteveffanın olay tarihinde çalıştığı, hesaplamanın buna göre yapılması gerektiği, hizmet kusurunun ağırlığı karşısında hükmedilen manevi tazminat miktarlarının düşük olduğu, Bölge İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği ileri sürülmektedir. Davalı İçişleri Bakanlığı tarafından, terör olayının meydana gelmesinde hizmet kusurlarının bulunmadığı, hükmedilen manevi tazminat miktarlarının fahiş olduğu ileri sürülmektedir. Davalı İstanbul Valiliği tarafından, 5233 sayılı Kanuna göre bir hesaplama yapılması gerektiği, kusurlu veya kusursuz sorumluluklarının bulunmadığı, miktarın fahiş olduğu ileri sürülmektedir.
TARAFLARIN_SAVUNMALARI : Davalı idareler tarafından, davacıların temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmuş olup, davacılar tarafından savunma verilmemiştir.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Tarafların temyiz istemlerinin kısmen kabulü kısmen reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17. maddesinin 2. fıkrası uyarınca davacıların duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
İstanbul İli, Beşiktaş İlçesinde bulunan “…” isimli gece kulubüne 01/01/2017 tarihinde yapılan silahlı saldırıda davacıların kızının hayatını kaybetmesi nedeniyle davacılar tarafından yapılan başvurunun İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonu tarafından süre aşımından reddedilmesi üzerine olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle müteveffanın annesi …için 10.000,00 TL (miktar artırımı ile 669.129,15 TL) maddi, 100.000,00 TL manevi, babası …. için 10.000,00 TL (miktar artırımı ile 242.088,48 TL) maddi, 100.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan dava açılmıştır.

İLGİLİ MEVZUAT:
Anayasa’nın 2. maddesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin; toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğu; 5. maddesinde, Devletin temel amaç ve görevlerinin; Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak olduğu; 125. maddesinde ise, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, aynı maddenin son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup, idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusuru, hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.
İdarenin kusura dayalı ya da kusursuz sorumluluğu yanında, Anayasanın öngördüğü sosyal hukuk devleti anlayışına uygun olarak ve bu temel üzerinden, kollektif sorumluluk anlayışı çerçevesinde bilimsel ve yargısal içtihatlar ile geliştirilen sosyal risk ilkesi de, Anayasanın öngördüğü amaçların gerçekleştirilmesine yöneliktir.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Sosyal risk ilkesinin, terör olaylarına ilişkin olarak 5233 sayılı Kanun ile yasalaşması karşısında, terör eylemleri nedeniyle uğranılan maddi zararlara yönelik istemlerin anılan Kanun çerçevesinde karara bağlanması gerektiği açıktır. Ancak, 5233 sayılı Kanun, sosyal risk ilkesi dışında, nedensellik bağına dayalı hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk sebebine dayanılarak 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesine göre tam yargı davası açılmasına engel oluşturmadığı gibi, olayda idarelerin hizmet kusurunun ya da kusursuz sorumluluğunun saptandığı durumlarda, olay terör eylemi olsa bile uyuşmazlığın 5233 sayılı Kanun kapsamında çözümlenemeyeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Dairemizin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.
Tazminat hukukunda asıl olan, ortaya çıkan zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması olup, hizmet kusuru nedeniyle idarenin sorumluluğuna gidebilmek için ortaya çıkan zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının bulunması şarttır. Zarar ile idari faaliyet arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilmeyeceğinin belirlenmesi gerekmektedir. Bu sebeple, hizmet kusurundan dolayı sorumluluk, idarenin sorumluluğunun doğrudan ve asli nedenini oluşturmaktadır.
Sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır. Genel bir ifade ile “terör olayları” olarak nitelenen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar görmektedirler. Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre, topluma pay edilmesi suretiyle tazmini hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
Terör eylemleri nedeniyle mağdur olan bireylerin zararlarının sulh yoluyla ödenebilmesi amacıyla 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun 27/07/2004 tarihinde yürürlüğe girmiş, Kanunun yürürlüğe girmesinin ardından AİHM nezdinde açılan davalarda hükümetin yaptığı itirazlar yerinde görülmüş ve 5233 sayılı Kanun’un etkin bir başvuru yolu olduğu belirtilmiştir. Anılan Kanunun gerekçesinde, “Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. … Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. … Bu çerçevede… Terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması … amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” denilmekle birlikte, komisyonlarda tartışılan manevi zararlara ilişkin olarak Kanunda olumlu ya da olumsuz herhangi bir ibare yer almamaktadır.
Yine konuya ilişkin yasama çalışmalarından anlaşıldığı üzere, sözü edilen Kanunun temel amaçlarından biri de yargı dışı bir yöntem geliştirerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bu konuda yapılan başvuruları sona erdirip, bireyler aleyhine oluşan dengenin iç hukukta geliştirilen usullerle yeniden kurulmasını sağlamaktır. Bu çerçevede, 5233 sayılı Kanun çıkarılmadan önce Danıştay İçtihatları ile terör olayları nedeniyle uğranılan manevi zararların Anayasa’ya dayalı olarak sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini olanaklı iken, yasama organınca, özellikle yaşam hakkı başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanmasına yol açar nitelikte ve manevi tazminat ödenmesini engellemek amacına yönelik böyle bir kanunun yürürlüğe konulduğu söylenemez.
Terör eylemleri sonucu oluşan olaylar incelendiğinde, bir taraftan hayvanlara, ağaçlara, ürünlere, ev ve ev eşyalarına ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen zararlar, yaralanma, engelli hale gelme ve ölüm nedeniyle uğranılan zararlar yada kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklı maddi zararlar yanında, esasen terör eylemlerine maruz kalan vatandaşların hayatları boyunca çektikleri ve çekecekleri üzüntü, acı, elem ve psikolojik buhran, vb. gibi manevi zararların da mevcut olduğu ve bu manevi zararların büyük sıkıntılara yol açacağı hususu inkar edilemez bir gerçektir. Dolayısıyla, idare hukuku kuralları çerçevesinde Anayasa’ya dayalı olarak geliştirilen bir ilke uyarınca manevi zararların karşılanma olanağının, içeriği itibarıyla engelleyici bir hüküm taşımayan Kanun ile ortadan kaldırıldığından bahsedilmesi olanaksızdır.
Kaldı ki, manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın aynı zamanda duyulan elem ve ızdırabı giderecek bir oranda olması gerekmektedir. İşte bu niteliğinden dolayı sorumluluk hukukunun genel çerçevesinde manevi tazminatın miktarı her bir olay ve birey yönünden yargı yerlerince farklı şekilde değerlendirileceğinden, manevi tazminat miktarının idare organlarınca takdir edilmesini sağlayacak şekilde yasayla belirlenmesi de müessesenin niteliği ile bağdaşmayacağından, yasa koyucunun bunu Kanunda açıkça öngörmesini beklemek de gerçekçi değildir.
Bununla birlikte … İdare Mahkemesi tarafından, 5233 sayılı Kanun’un, terör veya terörle mücadeleden dolayı zarara uğrayanların manevi zararları dışında yalnızca maddi zararlarının tazminine ilişkin hükümlerinin Anayasanın 2., 5., 11., 36., 90. ve 125. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi’nce verilen 25/06/2009 tarih, E:2006/79, K:2009/97 sayılı kararın manevi zararlara ilişkin bölümünde, “…5233 sayılı Yasa, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının özellikle yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla hazırlanmış bir yasadır. Yasa bu yönüyle zarara uğrayan vatandaş ile devlet arasındaki uyuşmazlıkta yargı yoluna gidilmeden alternatif bir çözüm yöntemi getirmiştir…
5233 sayılı Yasa, idarenin eylem ve işleminin sonucu olmayan ve herhangi bir idari işlem veya eylemle doğrudan nedensellik bağı da bulunmayan, ancak terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararların da tazmini yolunu açan, bu anlamda idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişleten bir yasadır. Bu Yasa idarenin kusursuz sorumluluk alanını genişletmekle birlikte, aynı zamanda terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen zararlardan sadece “maddi” olan kısmının sulh yoluyla tazminine ilişkin esas ve usulleri belirlemektedir. Yasa’da bu zararlardan “manevi” olan kısmın idareden talep edilemeyeceğine ilişkin bir hükme yer verilmediği gibi, 12. maddede “sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır” denilerek Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasına paralel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu nedenle itiraz konusu ibare, idarenin sorumluluk alanını daraltan veya idari işlem veya eylemlere karşı yargı yolunu kapatan bir hüküm içermemektedir….” gerekçelerine yer verilmiştir.
Anılan Anayasa Mahkemesi kararında da belirtildiği üzere, 5233 sayılı Kanun, idarenin terör olaylarına dayalı kusursuz sorumluluk alanını genişleten, oluşan zararların yargı yoluna başvurmadan sulh yoluyla ödenmesini öngören, bu yönüyle uyuşmazlığın sadece maddi zararlara ilişkin kısmının yargı dışı alternatif bir yöntemle giderilmesini sağlayan, ancak manevi zararların karşılanmasını da engellemeyen nitelikte bir Kanundur.
Nitekim, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 18888/02 nolu başvuruya konu 12/01/2006 tarihli Aydın İçyer – Türkiye kararının 81. paragrafında, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Kaynaklanan Zararların Karşılanması Hakkında Kanunla ilgili olarak “Tazminat kanununda yalnız maddi zararlar için tazminat talep etme olanağının bulunduğu doğru olsa da kanunun 12. maddesinin idari mahkemelerde manevi zarar için tazminat talep etme olanağı verdiği görülmektedir.” ifadesine yer verilmiştir.
Dolayısıyla, terör olayları nedeniyle meydana gelen ve sosyal risk ilkesi kapsamında bulunup 5233 sayılı Kanun uyarınca karşılanmayan ilgililerin ileri sürdükleri manevi zarara bağlı tazminat taleplerine ilişkin uyuşmazlıklarda, idare hukukunun tazminata ilişkin ilke ve kuralları çerçevesinde 2577 sayılı Kanunun öngördüğü usullere tabi olarak manevi tazminat ödenip ödenmeyeceğine ilişkin yargısal incelemenin yapılması gerekmektedir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
A-) Temyize konu kararın, maddi tazminat istemlerinin kısmen reddine ilişkin kısmının incelenmesi;
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın, maddi tazminat istemlerinin kısmen reddine ilişkin kısmı usul ve hukuka uygun olup, davacılar tarafından ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
B-) Temyize konu kararın, maddi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne ilişkin kısmının incelenmesi;
Dava konusu terör olayı gibi 5233 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde de açıklandığı üzere anılan Kanun’un yürürlüğünden sonra meydana gelen ve idarenin kusur ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı terör olaylarında 5233 sayılı Kanun’un uygulanacağı ve Kanun’un 9. maddesi ile Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, ”Yaralanma, engelli hale gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler” başlıklı 21. maddesinde anılan hallerde maddi zararların nasıl hesaplanıp karşılanacağının özel olarak düzenlendiği, bu nedenle maddi zarar talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. İdare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının kanun koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasayla güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmayacağı hususunda duraksama yoktur.
Bu halde İdare Mahkemesince; olayın terör olayı olması ve olayda idarenin kusurlu veya kusursuz sorumluluk sebeplerinin olmadığı gözetilerek, maddi tazminatın sosyal risk ilkesinin kanunlaşmış hali olan 5233 sayılı Kanun kapsamında hesap edilmesi gerekirken sosyal risk ilkesine dayanılarak bilirkişi incelemesinde belirlenen anne için 133.163,28 TL, baba için 47.555,04 TL maddi tazminat ödenmesine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.
Bu itibarla, maddi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne ilişkin İdare Mahkemesi kararına karşı davalı idareler tarafından yapılan istinaf başvurularının reddine ilişkin temyize konu İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 9. İdari Dava Dairesinin kararında bu yönüyle hukuki isabet bulunmamaktadır.

C-) Temyize konu kararın manevi tazminat istemlerinin kısmen reddi, kısmen kabulüne ilişkin kısmının incelenmesi;
Manevi zarar; kişinin fizik yapısının ve iç huzurunun bozulmasını, yaşama gücünün ve sevincinin azalmasını, kişilik haklarının zedelenmesini, şeref ve haysiyetinin rencide edilmesini, ölüm veya uğranılan diğer cismani zarar nedeniyle duyulan acı ve ızdırabı, kişinin günlük yaşamını zorlaştıran belli ağırlıktaki her türlü üzüntü ve sıkıntıyı ifade etmektedir. Kendisinin veya yakınlarının uğradığı tecavüz, saldırı veya meydana gelen bir ölüm olayı sonucunda; fiziki veya manevi acılar duyan, ruhsal dengesi bozulan, yaşama sevinci azalan kişinin manevi yönden zarara uğramış olduğu kabul edilmektedir.
Manevi tazminat, kişinin mal varlığında meydana gelen eksilmeyi gidermeye yönelik bir tazmin aracı değil, manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve yaşama sevinci ve zevki azalan kişinin manen tatminini sağlamaya yönelik bir tazmin aracıdır. Manevi zararın başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu kılmaktadır. Manevi tazminat, olay nedeniyle duyulan elem ve ızdırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın, zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi ve tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek manevi tazminat miktarının, olayın ağırlığını ortaya koyacak, hukuka aykırılığı özendirmeyecek, bir başka ifade ile benzeri olayların bir daha yaşanmaması için caydırıcı ve aynı zamanda cezalandırıcı bir miktarda olması gerekmektedir.
5233 sayılı Kanun’un açıkça maddi tazminat kalemlerinin karşılanmasını öngörmesi sebebiyle, sosyal risk ilkesine dayalı manevi tazminat istemleri için ayrıca tam yargı davalarında bu ilkeye dayalı olarak manevi tazminata hükmedilmesinin önünde bir engel bulunmamaktadır.
İstanbul İli, Beşiktaş İlçesinde bulunan “…” isimli gece kulubüne 01/01/2017 tarihinde yapılan silahlı saldırıda davacıların kızının hayatını kaybetmesi nedeniyle davacılar tarafından yapılan başvurunun İstanbul Valiliği Zarar Tespit Komisyonu tarafından süre aşımından reddedilmesi üzerine olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğundan bahisle müteveffanın annesi … için 10.000,00 TL (miktar artırımı ile 669.129,15 TL) maddi, 100.000,00 TL manevi, babası …için 10.000,00 TL (miktar artırımı ile 242.088,48 TL) maddi, 100.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan dava açılmıştır.
Bakılan uyuşmazlıkta meydana gelen terör olayından manevi olarak etkilenen davacıların bu hal itibarıyla elem ve acı duyması nedeniyle oluşan bu manevi zararın sosyal risk ilkesi gereği tazmini gerekmekle birlikte İdare Mahkemesi tarafından davanın kısmen kabulü ile anne ve baba için ayrı ayrı 25.000,00 TL, manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesinin, olayın oluş şekli ve hakkaniyet gereğince İdare Mahkemesince takdir edilen anne ve baba için ayrı ayrı 25.000,00 TL manevi tazminatın yetersiz olduğu sonucuna varılmıştır.
Bununla birlikte; benzer olaylar nedeniyle yaşamını yitiren şahısların yakınları tarafından açılan davalarda ilk derece mahkemeleri tarafından hükmedilen, eş için 50.000,00 TL, çocuk için 50.000,00 TL, anne ve baba için 30.000,00 TL ve kardeşler için 15.000,00 TL manevi tazminat miktarları, Dairemizin E:2019/4967, K:2020/970 ve E:2019/8249, K:2020/3966 sayılı kararları ile zenginleşmeye yol açmayacak, hakkaniyetli ve Dairemiz içtihatlarına uygun bulunduğundan onanmış olup, Bölge İdare Mahkemesince davacıların manevi tazminat istemleri hakkında Dairemizin bu kararları emsal alınarak yeniden hüküm kurulması gerekmektedir.
Bu itibarla, manevi tazminat isteminin kısmen reddi, kısmen kabulüne ilişkin İdare Mahkemesi kararında ve bu karara karşı davacılar tarafından yapılan istinaf başvurularının reddine ilişkin temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi … İdari Dava Dairesinin kararında bu yönüyle hukuki isabet bulunmamaktadır.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Tarafların temyiz istemlerinin kısmen reddi kısmen kabulüne,
2. Yukarıda özetlenen gerekçeyle, … İdare Mahkemesi’nin maddi ve manevi tazminat istemlerinin kısmen reddi, kısmen kabulü yönündeki kararına karşı yapılan istinaf başvurularının reddine ilişkin, …. Bölge İdare Mahkemesi …. İdari Dava Dairesinin …tarih ve E:…, K:… sayılı kararının; maddi tazminat istemlerinin kısmen reddine, manevi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne ilişkin kısmının ONANMASINA, manevi tazminat istemlerinin kısmen reddine ilişkin kısmı ile maddi tazminat istemlerinin kısmen kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA,
3. Bozulan kısımlar hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi …. İdare Dava Dairesine gönderilmesine, 18/11/2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.