Danıştay Kararı 10. Daire 2008/2007 E. 2010/1843 K. 09.03.2010 T.

10. Daire         2008/2007 E.  ,  2010/1843 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2008/2007
Karar No: 2010/1843

Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davacılar) : …
Vekilleri : …
Temyiz Eden ve Karşı Taraf (Davalı) : Sağlık Bakanlığı-ANKARA
Temyiz Eden (Davalı Yanında Müdahiller):…
Vekili : …
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Davacılar tarafından yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Davalı idare tarafından cevap verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi : …
Düşüncesi : Davacılardan …’ın, … Hastanesinde yaptığı doğum sonrasında anal sfinkter yetmezliği oluşmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davada; olayda idarenin hizmet kusurunun bulunduğu sabit olduğundan, idare mahkemesi kararının 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmesine ilişkin kısmında hukuka aykırılık bulunmadığından davalı idarenin temyiz isteminin reddi gerekmektedir.
Davacının temyiz istemi yönünden, adli yardım şartlarını taşıdığı anlaşılan davacıların adli yardım istemlerinin reddine ilişkin kararda hukuka uyarlık bulunmadığından adli yardım istemlerinin kabul edilerek tazminat istemlerinin dava dilekçesinde belirtilen 20.000 TL maddi ve 300.000 TL manevi tazminat istemi üzerinden değerlendirilmesi adil yargılanma ilkesi gereğince hukuka uygun olacaktır. Bu durumda, davacıların uğradıkları maddi zararın belirlenmesi amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmak ve sonuçta hazırlanan bilirkişi raporu değerlendirilerek davacıların istemi yönünden ilk dilekçede belirtilen miktar dikkate alınmak suretiyle karar verilmelidir.
Öte yandan, zararın ağırlığı ve idarenin kusuru dikkate alındığında, davacıların uğradığı manevi zararı tazmin etmek için idare mahkemesince hükmedilen manevi tazminat miktarının yetersiz olduğu anlaşıldığından, davacıların acı ve ızdırabını karşılayacak miktarda manevi tazminata hükmedilmedir.
Diğer taraftan, idare mahkemesince, faizin başlangıç tarihi olarak davacıların idareye başvurduğu tarihin esas alınmadığı, ayrıca usul hükümlerine aykırı olarak müdahil lehine avukatlık ücretine hükmedildiği anlaşıldığından yeniden verilecek kararda bu hususların da dikkate alınması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle davalı idarenin temyiz isteminin reddi ve davacının temyiz isteminn kabulü ile kararın kısmen onanması ve kısmen bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : …
Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, gereği görüşüldü:
Dava, davacılardan …’ın, … Hastanesinde yaptığı doğum sonrasında yapılan tıbbi müdahaleler nedeniyle anal sfinkter yetmezliği oluşmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen maddi ve manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesince; davacılardan …’ın 13.9.2000 tarihinde … Hastanesinde epizyotomi uygulanarak normal yolla doğum yaptığı ve taburcu edildiği; 21.9.2000 tarihinde doğum sonrası kanama şikayeti ile tekrar hastaneye başvurması üzerine plesanta retansiyonu şüphesiyle müdahale edilerek bir gün sonra taburcu edildiği; 23.9.2000 ve 25.9.2000 tarihleri arasında tekrar hastaneye yatışının yapılarak doğum sırasında uterusun tamamen temizlenmediğinin anlaşılması üzerine kürtaj yapıldığı ve taburcu edildiği; bu olaydan yaklaşık 8 ay sonra 29.5.2001 tarihinde bağırsak kaslarını tutamama şikayeti ile tekrar hastaneye başvurması üzerine yapılan muayenede vajende rektumu da içine alacak şekilde büyük bir yırtık olduğunun tespit edildiği; bu durumun düzeltilmesi amacıyla … Hastanesinde yapılan ameliyatın sonuç vermemesi üzerine davacının … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine başvurduğu ve burada yapılan ameliyatta kolostomi yapıldıktan sonra hayatına bu şekilde devam edeceğinin öğrenildiği; davacılar tarafından olay hakkında idareye yapılan şikayet sonucunda kamu görevlileri hakkında açılan ceza davası devam ederken, uğranılan zararın tazmini istemiyle idareye yapılan başvurunun reddi üzerine dava açıldığı; kamu görevlileri hakkında açılan ceza davasında, olay hakkında Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen raporda, davacının durumunun doğumdan itibaren çeşitli tarihlerde yapılan muayenelerde tesbit edilmesinin mümkün görülmediği, lezyonun küçük bir fistül olarak başlayıp ileri boyutlara ulaştığı, ancak hangi hekimin muayenesi sırasında hangi safhada olduğunun bilinemediği, hekimlerin kusuru yönünden görüş beyan edilemeyeceği belirtildiğinden, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan tekrar rapor istenildiği; yeniden düzenlenen raporda da aynı görüşlere yer verilmesi üzerine Adli Tıp Genel Kuruluna yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda düzenlenen raporda, davacılardan …’ın 13.9.2000 tarihindeki doğumu sırasında meydana gelen rektum ön duvarı laserasyonu, anal sfinkter yırtığı ve rekto-vaginal fistülün komplikasyon olarak ortaya çıkabileceği, bu durumun hemen tespit edilerek onarılması yoluna gidilmesi gerekirken … Hastanesinde değişik tarihlerde davacıyı muayene ve tedavi eden hekimlerin yeterli onarımı yapamadıkları, ancak hangi hekimin muayenesinde klinik tablonun hangi ağırlıkta mevcut olduğunun ayrı ayrı belirlenemediği, gelişen anal sfinkter yetmezliğinin davalı idaredeki takip ve özen eksikliğine bağlı hizmet kusuru nedeniyle ortaya çıktığının belirtildiği; ayrıca Adli Tıp 3. İhtisas Kurulunca işgücü kaybı oranına ilişkin olarak düzenlenen raporda, davacılardan …’ın işgücü kaybının %76 oranında olduğunun tespit edildiği; bu durumda olayda hizmet kusurunun olduğu kanaatine varıldığından, davacının uğradığı zararının tazmini gerektiği; davacılar tarafından maddi zararın miktarı tam olarak ve belgeleriyle birlikte ortaya konulamamış ise de davacılardan …’ın muayene süreci, bu sürecin seyri ve uzunluğu, … İli dışındaki farklı yerlerdeki hekimler tarafından yapılan muayeneler ile bu yerlere geliş ve gidişlere ilişkin olarak dava dosyasına sunulan otobüs biletleri, tedavinin zorluk ve ağırlık durumu ile serbest hekimlerce yapılan muayenelere ilişkin masraflar dikkate alındığında tazmini istenilen 1.000 TL’ nin fahiş olmadığı; aksine, yaşanılan tedavi süreci ve davacının rahatsızlığının boyutu karşısında, hayatın olağan akışına uygun ve makul bir miktar olduğu anlaşıldığından 1.000 TL maddi tazminat ile işgücü kaybı oranı dikkate alınarak duyulan manevi acı ve üzüntünün tazmini amacıyla … için 10.000 TL ve diğer davacı olan eşi … için 5.000 TL olmak üzere toplam 15.000 TL manevi tazminatın 1.12.2004 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davacılara ödenmesine, kalan kısım yönünden davanın reddine ve müdahiller vekili lehine takdir edilen 480 TL avukatlık ücretinin davacılar tarafından müdahillere ödenmesine karar verilmiştir.
Taraflarca, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan Mahkeme kararının aleyhlerine olan kısımlarının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Uyuşmazlıkta, idarenin hizmet kusurunun varlığının sabit olması nedeniyle davacıların uğradığı zararın tazmini gerektiğinden, temyize konu İdare Mahkemesi kararının, 1.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminatın kabulüne yönelik kısmında, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesinde belirtilen bozma nedenlerinden hiçbirisi bulunmadığından, davalı idarenin temyiz istemi yerinde görülmemiştir.
Davacıların temyiz istemi yönünden;
Dosyanın incelenmesinden, davacılardan …’ın, … Hastanesinde yaptığı doğum sonrasında anal sfinkter yetmezliği oluşmasında idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen 20.000 TL maddi ve 300.000 TL manevi zararın tazmini istemiyle dava açıldığı, dava dilekçesinde davacıların dava masrafını karşılayacak maddi imkanları bulunmadığından, ikamet ettikleri … İli, … İlçesi … Mahallesi Muhtarlığından alınan fakirlik ilmuhaberini ibraz ederek adli yardım talebinde bulundukları; İdare Mahkemesince, davacıların adli yardım talebinin kabul edilmeyerek, davada eksik olan 4.320 TL nispi harcın yatırılmasının istenilmesi üzerine davacılar vekili tarafından verilen ikinci dilekçede, davacıların söz konusu harç miktarını yatırmaya gücü olmadığından davada istenilen tazminat miktarını düşürerek 1.000 TL maddi ve 19.000 TL manevi tazminat isteminde bulundukları ve İdare Mahkemesince olayda hizmet kusuru bulunduğu kanaatine varıldıktan sonra tazminata hükmedilirken bu miktarların esas alınarak karar verildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, adli yardım istemlerinin reddedilmesi üzerine, davanın görülebilmesi için gerekli olan harç miktarını yatıramadıklarından, haklarının kaybolmaması amacıyla istedikleri tazminat miktarını düşürmek zorunda kaldıklarını, davada adli yardım şartları bulunmasına rağmen İdare Mahkemesince adli yardım isteminin kabul edilmemesinin hukuka aykırı olduğunu ve bu nedenle tazminat istemlerinin, ilk dilekçedeki miktarlar esas alınmak suretiyle karşılanması gerektiğini ileri sürerek, kararın temyizen incelenerek bozulmasını istemektedirler.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Kişinin Hakları ve Ödevleri” başlıklı II. Bölümünün, “Hak Arama Hürriyeti” kenar başlıklı 36 ncı maddesinde; herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma haklarına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Adil Yargılanma Hakkı; İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerinin Korunmasına İlişkin Sözleşme’nin “Haklar ve Özgürlükler” başlıklı bölümünün 6 ncı maddesinde; “Herkes, davasının yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, makul bir süre içinde, hakkaniyete uygun ve açık olarak görülmesini istemek hakkına sahiptir.” şeklinde ifade edilmiştir.
İdari davanın açılması aşamasında, davanın görülebilmesi için istenilen harç ile posta ücretinin davacı tarafından karşılanması gerekmekte olup, yargılama giderlerini karşılayamayacak durumda olanlara ilişkin olarak getirilen adli yardım kurumu, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 465-472 nci maddelerinde düzenlenmiştir. 2577 sayılı Yasa’nın 31 inci maddesinin 1 inci fıkrasında ise, adli yardım hallerinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 465. maddesinde; kendisiyle ailesini zor duruma düşürmeksizin yargılama masraflarını kısmen veya tamamen temin edemeyen kimselerin, iddialarında haklı olduklarına dair delil göstermesi, 468. maddesinde de; öncelikle talepte bulunacak kişinin bu istemine, mahalli belediyeden ya da ihtiyar heyetinden alınmış; istemde bulunanın mesleği, malvarlığı, Devlete vermekte olduğu verginin miktarı ve ailesinin durumu ile dava masraflarını karşılayamayacağına ilişkin şehadetnameyi sunması gerektiği kurala bağlanmıştır.
Anılan Yasanın 469. maddesinde; adli yardım talebinin kabul veya reddine ilişkin kararların kesin olduğu ve bunlar aleyhine hiçbir kanun yoluna müracaat edilemeyeceği hükmü yer almakta ise de; maddede anılan kesinlik, ara kararı niteliğinde bulunan adli yardım isteminin kabulü veya reddi yolundaki kararlara münhasır olup, bu kararlara karşı müstakilen itiraz veya temyiz yoluna başvurulamayacağı anlamındadır. Bununla birlikte, uyuşmazlık hakkında verilen temyize konu olabilecek nitelikte bir kararın, temyiz mercii tarafından incelenmesi aşamasında, yargılamanın seyrini değiştiren adli yardım talebinin reddine veya kabulüne ilişkin kararın, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümlerine ve hukuka uygun bulunup bulunmadığı yönünden incelenebileceğinde duraksama bulunmamaktadır.
Bu durumda, uyuşmazlıkta öncelikle, İdare Mahkemesinin, davacıların adli yardım istemlerinin reddine ilişkin 2.2.2005 tarihli ara kararının hukuka uygunluğunun irdelenmesi gerekmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, ikamet ettikleri mahalle muhtarlığından almış oldukları fakirlik ilmuhaberi ile adli yardım isteminde bulunan davacılar adına Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet Tarafından Karşılanması Hakkında Kanun uyarınca yeşil kart düzenlendiği; üzerlerine kayıtlı taşınmaz ve taşınır mal bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda, adli yardım talebinin kabulü için gerekli olan fakirlik şartının gerçekleştiği anlaşıldığından, davacıların adli yardım talebinin kabulü yönünde karar verilmesi gerekirken, adli yardım isteminin reddedilmesinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Bu itibarla, adli yardım isteminin kabul edilerek, davacıların maddi ve manevi tazminat istemlerinin ilk dilekçedeki miktarlar üzerinden değerlendirilmesi ve idarenin hizmet kusuru sabit olan olayda, % 76 oranında işgücü kaybına uğradığı hususu da gözetilerek, davacılardan …’ın başkasının yardımı olmaksızın hayatını sürdürüp sürdüremediğinin araştırılması; böyle bir durumun saptanması halinde, davacıların maddi tazminata yönelik istemlerinin bakıcı ücretine yönelik olduğunun kabul edilerek, maddi zararın miktarının belirlenmesi amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılması; bu inceleme sonucunda düzenlenecek olan rapor değerlendirilmek suretiyle maddi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.
Manevi tazminat istemi yönünden ise;
Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı değil, tatmin aracıdır. Olay nedeniyle duyulan elem ve ıstırabı kısmen de olsa hafifletmeyi amaçlar. Belirtilen niteliği gereği manevi tazminatın zenginleşmeye yol açmayacak şekilde belirlenmesi gerekmekte ise de, tam yargı davalarının niteliği gereği takdir edilecek miktarın, aynı zamanda idarenin olaydaki kusurunun ağırlığını ortaya koyacak bir miktarda olması gerekmektedir.
Dava konusu olayda, idarenin kusuru, olayın oluş şekli ve zararın niteliği dikkate alındığında, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarının, duyulan elem ve ıstırabı kısmen de olsa giderecek, idarenin kusurunun ağırlığını ortaya koyacak düzeyde olmadığı görülmektedir. Dolayısıyla, Mahkemece takdir edilen manevi tazminat miktarı yetersiz bulunduğundan, manevi tazminatın amaç ve niteliği göz önünde bulundurularak, yukarıda belirtilen ölçütlere göre ve ilk dilekçede belirtilen manevi tazminat miktarı dikkate alınmak suretiyle, manevi tazminatın Mahkemece yeniden belirlenmesi gerekmektedir.
Öte yandan, dosyanın incelenmesinden, İdare Mahkemesince faizin başlangıç tarihinin, davacının başvuru dilekçesine davalı idarenin vermiş olduğu cevabın davacıya tebliğ edildiği tarih olarak alındığı anlaşılmaktadır.
2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesi uyarınca idareye yapılan başvuru, idari eylemler nedeniyle hakları ihlal edilmiş olan kişilerin açacakları tazminat davalarının ön koşuludur. Sulhen tazminin mümkün olmaması, bir başka ifadeyle, dava açılmasına gerek kalmaksızın idarenin tazminat ödemeyi kabul etmemesi durumunda ilgililerce dava açılabilecektir.
Bu itibarla, idari eylemden doğan tazminat davalarında faizin başlangıcını, idarenin zararı sulhen tazmin edebileceği en erken tarih olan, ilgililerin idareye başvurdukları tarihi izleyen günden başlatmak gerekmektedir. Dolayısıyla, İdare Mahkemesince faizin başlangıç tarihi olarak, davacının başvuru dilekçesinin davalı idare kayıtlarına girdiği 20.10.2004 tarihinin esas alınması gerekirken, 1.12.2004 tarihi esas alındığından, İdare Mahkemesi kararında bu yönüyle de hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Kararda müdahil lehine avukatlık ücretine de hükmedildiğinden, idari yargıda davaya müdahalenin niteliklerini vurgulamak gerekmektedir. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 31. maddesinde, üçüncü kişilerin davaya katılması konusunda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüş olup; Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 53. maddesinde, “Hakkı veya borcu bir davanın neticesine bağlı olan üçüncü şahıs, iki taraftan birine iltihak için davaya müdahale edebilir.” 54. maddesinde, ”Müdahale talebi muhakeme bitinceye kadar dermeyan olunabilir ve davayı asliyenin cereyanı talik olunur.” hükmüne yer verilmiştir.
2577 sayılı Yasa hükmünün yollamada bulunduğu Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun ilgili hükmünün, idari yargılama usulüyle bağdaştığı ölçüde uygulanacağı kuşkusuzdur. Üçüncü kişinin, görülmekte olan bir davaya taraflardan biri yanında katılabilmesi; davacı ya da davalı konumunda olmamasına karşın, tarafı olmadığı bir davanın sonucundan etkilenme olasılığının varlığı halinde mümkündür. Görülmekte olan davanın, yanında katılmak istediği tarafın aleyhine sonuçlanması durumunda, yanında katılmak istediği tarafın kendisine rücû etmesi veya hukuki durumunu etkileyen bir tasarrufta bulunabilecek olması halinde, üçüncü kişinin hakkı veya borcundaki etkilenmeden söz edilebilir. Davaya müdahale yoluyla, hakkı veya borcu davanın sonucuna bağlı olan üçüncü kişinin, yanında katıldığı tarafla birlikte yargılamaya katkı sağlaması bu nedene dayanmaktadır.
İdari yargıda müdahale, fer’i müdahale olarak kabul edilmekte, asli müdahele olanağı bulunmamaktadır. Davaya katılan, yanında davaya katıldığı tarafın yardımcısı olduğundan, katıldığı tarafın isteminden farklı bir istemde bulunamayacak ve ancak katıldığı taraf ile birlikte hareket edebilecektir. Bu hususlar dikkate alındığında, davaya fer’i müdahil olarak taraflardan birinin yanında katılan lehine avukatlık ücretine hükmedilmesi, hakkaniyet ilkesi ile bağdaşmamaktadır. Bu durumda, İdare Mahkemesince yeniden verilecek kararda bu hususun da dikkate alınması gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasanın 49. maddesine uygun bulunan davacının temyiz isteminin kabulüyle, … İdare Mahkemesi’nin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının, maddi ve manevi tazminatın reddine ilişkin kısımlarının BOZULMASINA; davalı idarenin temyiz isteminin reddi ile 1.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminatın kabulüne ilişkin kısmının ONANMASINA, bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 9.3.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.