Danıştay Kararı 10. Daire 2006/5024 E. 2008/2685 K. 21.04.2008 T.

10. Daire         2006/5024 E.  ,  2008/2685 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2006/5024
Karar No: 2008/2685

Temyiz Eden (Davacı) : …
Vekili : …
Karşı Taraf (Davalılar) : 1- İçişleri Bakanlığı – ANKARA
2- … Valiliği
İstemin Özeti : … İdare Mahkemesince verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararın temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmaların Özeti : Davalı idarelerce, temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : …
Düşüncesi : Sonucu itibariyle hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : …
Düşüncesi : Dava, davacı sigorta şirketince kasko sigorta poliçesi ile sigortalanmış olan işyerinin 15.11.2003 tarihinde … Sinegog binasına yapılan terör saldırıcısı sonucu meydana gelen zararının sigortalısına ödendiğinden bahisle, bu zararın rücuen davalı idareden yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
İdare Mahkemesince; uyuşmazlığa konu zararın terör eyleminden kaynaklı olması nedeniyle 5233 sayılı Yasa kapsamında olduğu ancak anılan Yasanın 9/5. maddesi hükmü gereğince bu tür zararların tazmini için Devlete rücu edilemeyeceği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
15.11.2003 tarihinde meydana gelen terör olayı nedeniyle davacı sigorta şirketince sigortalısına ödenen zararın tazmini istemiyle 7.4.2004 ve 8.4.2004 tarihlerinde davalı idarelere başvurulduğu ve bu başvuruların 4.5.2004 ve 9.4.2004 tarihli işlemlerle reddi üzerine, anılan zararın tazmini istemiyle 25.5.2004 tarihinde bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
İdare mahkemesinin, kararına dayanak yaptığı 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, 27.7.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe konulmuş olup, anılan Kanunda, bu kanunun yürürlüğünden önce terör zararları nedeniyle yapılmış başvurularla ilgili herhangi bir hükme yer verilmemiş, yalnızca Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yapılacak başvurular için geçici maddelerde bazı düzenlemelere yer verilmiştir. Dolayısıyla davacı sigorta şirketinin zararının tazmini için açtığı bu davanın, Anayasanın 125. ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2. maddesinde öngörülen tam yargı davası olarak kabulü gerekir.
Buna göre, davacı sigorta şirketinin zararının tazmini için 5233 sayılı Yasanın yürürlüğünden önce, idareye başvurması ve bu davayı açmasına karşın, idare mahkemesince, davanın 5233 sayılı Yasa kapsamında kabul edilerek reddine karar verilmesinde hukuki isabet bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davacı temyiz isteminin kabulüyle, idare mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmüştür.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü;
Dava; davacı sigorta şirketince kasko sigorta poliçesi ile sigortalanmış olan işyerinde, 15.11.2003 tarihinde … Sinegog binasına yapılan terör saldırısı sonucu meydana gelen zararın sigortalısına ödendiğinden bahisle, bu zararın rücuen davalı idarelerden yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesince; uyuşmazlığa konu zararın, terör eyleminden kaynaklanmış olması nedeniyle 5233 sayılı Yasa kapsamında olduğu; ancak, anılan Yasa’nın 9/5. maddesinde, terör olayları nedeniyle zarar gören kişilere gerçek veya tüzel kişiler tarafından yapılan ödemeler nedeniyle Devlete rücu edilemeyeceği kuralının yer alması nedeniyle sigorta şirketince sigortalıya yapılan ödemenin, rücu yoluyla davalı idarelerden tazmini yoluna gidilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra; son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
Kamu hizmetinin görülmesi sırasında kişilerin uğradıkları özel ve olağandışı zararların idarece tazmini; Anayasanın 125. maddesi gereği ve Türkiye Cumhuriyetinin “sosyal hukuk devleti” niteliğinin doğal bir sonucudur.
İdarenin hukuki sorumluluğu sadece kusur esasına, hizmet kusuru teorisine dayanmamakta; İdare, kusur koşulu aranmadan da sorumlu sayılabilmektedir. Kural olarak idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlüdür. Ancak, sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı aramadan tazmin etmesi gerekmektedir. Kollektif sorumluluk anlayışına dayalı, sosyal risk adı verilen ilke, öğretide ve yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir.
Bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.
Genel bir ifade ile “terör olayları” denilen eylemlerin, Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı bilinmekte ve gözlenmektedir. Sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişiler, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplum içinde ortaya çıkan olaylardan zarar görmektedirler. Başka bir deyişle, zararın nedeni toplumun bireyi olmaktır.
Belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre tazmini gerekir. Esasen terör olayları sonucu ortaya çıkan zararların idare tarafından tazmini suretiyle topluma pay edilmesi hakkaniyet gereği olup, sosyal devlet ilkesine de uygun düşecektir.
İdarenin hukuki sorumluluğunu gerektiren sorumluluk sebepleri arasında sayılan sosyal risk ilkesi; kusur esasına dayanmadığı gibi, bu ilkenin uygulanmasında idarenin yürüttüğü hizmetle, meydana gelen zarar arasında nedensellik bağı da aranmamaktadır. Anılan ilke, vatandaşların, asıl hedefi toplum ya da devlet olan idareye yabancı unsurların eylemleri sonucu uğradıkları zararın topluma pay edilmesini amaçlamaktadır. Bu nedenledir ki, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi; zarara uğrayanın, zararın doğmasında, derecesi ne olursa olsun herhangi bir kusurunun bulunmaması koşuluna bağlı bulunmaktadır. Bu koşulun göz ardı edilmesi, bazı bireylerin kişisel kusurları sonucu uğradıkları zararın, topluma pay edilmesi sonucunu doğurur ki, böyle bir sonucun, sosyal risk ilkesinin amacına uygun olmayacağı açıktır.
Belirtilen niteliğine göre sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için, olayın tüm toplumla ilgilendirilebilmesi ve zararın, toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında, olay ve zararın, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişle zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.
6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun halefiyete ilişkin düzenleme yapan 1301’inci maddesinde ” Sigortacı sigorta bedelini ödedikten sonra hukuken sigorta ettiren kimse yerine geçer. Sigorta ettiren kimsenin vaki zarardan dolayı üçüncü şahıslara karşı dava hakkı varsa bu hak, tazmin ettiği bedel nispetinde sigortacıya intikal eder. Sigorta ettiren kimse, 1 inci fıkra gereğince sigortacıya intikal eden haklarını ihlal edecek bir hal ve harekette bulunursa sigortacıya karşı mesul olur. Sigortacı zararı kısmen tazmin etmiş ise sigorta ettiren kimse kalan kısmından dolayı üçüncü şahıslara karşı haiz olduğu müracaat hakkını muhafaza eder.” hükmü yer almıştır.
Anılan maddede düzenlenmiş bulunan sigortacının halefiyeti, bir şahsın tüm malvarlığının intikali niteliğinde bulunmayıp, sadece sigortalıya ödenen tazminat alacağı miktarı ile sınırlı olduğundan, bu halefiyet yasal, sınırlı ve cüzi halefiyet niteliğindedir.
Halefiyete dayalı rücu davası; sigortacının, sigortalının zararını karşıladıktan sonra, onun haklarına halef olarak zararın failine rücu edilmesinden ibaret olup; yerleşik Yargıtay İçtihatlarıyla da kabul edildiği üzere, bu davaların bir özelliği de, doğrudan zarar veren şahsa karşı açılmasıdır. Bu nedenle rücu davalarının, sigortalı ile ona zarar veren arasındaki yasal hükümlere göre görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

Sigortacının, ödediği bedel kadar sigortalıdan intikal eden dava hakkını, sadece zarar veren şahsa karşı kullanabilmesi mümkün olup; bu halefiyet biçiminin, aksi kanıtlanabilen bir kusur karinesine dayanması nedeniyle, ortaya çıkan bu zararın, yürütülen hizmet ile meydana gelen zarar arasında nedensellik bağını dahi aramadan “kamu külfiyetleri karşısında eşitlik” anlayışıyla topluma pay edilerek giderilmesini amaçlayan sosyal risk ilkesi uyarınca sigorta şirketince de talep edilmesine olanak tanıdığından söz edilemez.
Bu durumda, idare mahkemesince bu gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davacı tarafından, 27.7.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında özel olarak bir başvuru yapılmadığı; zararın tazmini isteminin reddi yolunda tesis edilen işlem tarihinde anılan Yasa’nın henüz yürürlükte bulunmadığı göz ardı edilerek, yürürlükte bulunmayan Yasa hükümleri dayanak alınmak süretiyle verilen ret kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uygun bulunmayan temyiz isteminin reddi ile usul ve sonucu itibariyle hukuka uygun bulunan … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçe ile ONANMASINA, 21.4.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.