Danıştay Kararı 10. Daire 2003/2567 E. 2005/1980 K. 20.04.2005 T.

10. Daire         2003/2567 E.  ,  2005/1980 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2003/2567
Karar No : 2005/1980

Temyiz Eden (Davacı) : …
Vekili : …
Karşı Taraf (Davalılar) : 1- Adalet Bakanlığı -ANKARA
2- İçişleri Bakanlığı -ANKARA
İstemin Özeti : 26.9.1999 tarihinde … Cezaevine güvenlik kuvvetlerince düzenlenen operasyon sırasında davacının yaralandığından bahisle uğradığı ileri sürülen 5.000.000.000.- lira manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; … İdare Mahkemesince, davanın ehliyet yönünden reddi yolunda verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararın davacı tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti :Davalı idarelerce yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi : …
Düşüncesi : Medeni Kanun’da, bir sene veya daha fazla süreli hapis cezasına mahkum olan kişilere vasi tayin edileceği, hükmü uygulamakla görevli idarenin mahkumun cezasını görmeye başladığını Sulh Mahkemesine hemen ihbarla yükümlü olduğu, Sulh Mahkemesinin hükümlüye vasi tayin edeceği, mahcurların kişiye sıkı sıkıya bağlı hakların kullanımı dışında ancak vasilerin rızası aracılığıyla tasarrufta bulunabilecekleri hükme bağlanmıştır.
Bu yasal duruma göre, davacının davayı vasisi aracılığıyla açıp takip ettirmesi gerekmekte ise de, hükmü icrayla yükümlü idarenin durumu sulh mahkemesine hemen ihbar yükümlülüğünü yerine getirmeyerek vasi atanmasını sağlamamış olmasının; davacının doğrudan açtığı davada, ehliyet yönünden ret kararı verilerek hak arama özgürlüğünü ortadan kaldıracak sonuçlar doğuracak şekilde değerlendirilmesi; Anayasanın 36. maddesine aykırılık oluşturduğu kadar vesayet müessesesinin amacına ve hakkaniyete de aykırıdır.
Öte yandan, yargısal ve bilimsel içtihatlarda, dava ehliyeti olmayan kişinin doğrudan dava açması halinde mahkemenin kanuni temsilcisinin icazet verebilmesi için ilgiliye süre vereceği, kanuni temsilcisi yoksa mahkemenin, vasi atandıktan sonra vasiye, davacının açmış olduğu davaya icazet verip vermeyeceğini bildirmesi için ek süre vermesi gerektiği, icazet verirse kanuni temsilci tarafından devam edileceği hususları genel kabul görmüş olan ve mevzuata uygun bulunan uygulamalardır.
Bu durumda, yukarıda belirtilen süreç işletilmeden, davanın vasi tarafından açılmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddi yolunda verilen temyize konu Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı : …

Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:
Dava, Davacının, 26.9.1999 tarihinde … Cezaevine güvenlik kuvvetlerince düzenlenen operasyon sırasında yaralandığından bahisle uğradığı ileri sürülen 5.000.000.000.- lira manevi zararın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.
… İdare Mahkemesince, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 38. maddesi ile 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin 14., 16. ve 357. maddeleri belirtilerek, 12 yıl 6 ay ağır hapis cezası ile hükümlü bulunan davacıya vasi tayin edilmediği, davanın davacı tarafından verilmiş bulunan vekaletname dayanak alınarak vekil tarafından açıldığı, vasi tarafından açılmayan davanın incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın ehliyet yönünden reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, vasiliğin kısıtlı olan kişinin haklarını ve maddi çıkarlarını korumak için öngörülmüş bir düzenleme olduğu davacının hastalık nedeniyle tahliye edildiği belirtilerek anılan Mahkeme kararının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılama hakkına sahip olduğu hükme bağlanmıştır.
765 sayılı Türk Ceza Kanununun 33. maddesinde, “Beş seneden ziyade ağır hapis cezasına mahkum olanlar ceza müddetleri zarfında mahcuriyeti kanuniye halinde bulundurulur ve emvalini idaresinde mahcurlar hakkındaki kanuni medeni ahkamı tatbik olunur.” hükmü öngörülmüştür.
1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 38. maddesinde, dava ehliyetinin Medeni Kanun ile tayin olduğu kurala bağlanmış, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 14. maddesinde, ayırt etme gücü bulunmayanların, küçüklerin ve kısıtlıların fiil ehliyetinin olmadığı,16.maddesinde, ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlıların yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça kendi işlemleriyle borç altına giremeyecekleri, karşılıksız kazanmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rızanın gerekli olmadığı, 407. maddesinde ise, bir yıl veya daha uzun süreli özgürlüğü bağlayıcı bir cezaya mahkum olan her erginin kısıtlanacağı, cezayı yerine getirmekle görevli makamın, böyle bir hükümlünün cezasını çekmeye başladığını, kendisine vasi atanmak üzere hemen yetkili vesayet makamına bildirmekle yükümlü olduğu, 413. maddesinde de, vesayet makamının bu görevi yapabilecek yetenekte olan bir ergini vasi olarak atayacağı hükme bağlanmıştır.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelerin birlikte değerlendirilmesinden; bir yıl veya daha fazla süreli hapis cezasına mahkum olanların cezalarını çekmeye başlamaları üzerine, hükmü icra ile görevli idarenin durumu Sulh Mahkemesine hemen ihbar ederek vasi atanmasını sağlamakla yükümlü olduğu, mahcurun kişiye sıkı sıkıya bağlı haklarla ilgili davalar dışındaki davaları ancak vasilerinin rızası ve aracılığıyla açabilecekleri anlaşılmaktadır.
Dava ve temyiz dosyasının incelenmesinden; davacının .. No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesinin kararıyla 12 yıl 6 ay hapis cezasına mahkum olduğu, davacının vermiş olduğu vekaletnameye dayanılarak vekil aracılığıyla 29.1.2001 tarihinde açılan davanın; davacıya vasi tayin edilmemiş olduğu, vasi tarafından açılmayan davanın incelenmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Medeni Kanunun yukarıda belirtilen hükümleri uyarınca, hükümlüye vasi atanmasına ilişkin işlemleri başlatma yükümlülüğü hükmü icraya memur daireye verilmiş olup, vasi atanması görevi de Sulh Hukuk Mahkemesine ait bulunmaktadır.
Bu durumda, Mahkemece davacının hükümlü olduğunun tesbiti üzerine, öncelikle davacıya vasi tayin edilmesinin gerekip gerekmediğinin, vasi tayini gereken bir durum var ise vasi tayin edilip edilmediğinin araştırılması, vasi tayin edilmiş ise vasi tarafından icazet verilebilmesi ve davanın takip edilebilmesi için durumun vasiye bildirilmesi, vasi tayin edilmemiş ise, vasi atanması prosedürünün tamamlanmasına kadar 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 42. maddesi uyarınca yargılamanın durdurularak sonucun beklenilmesi, vasi atandıktan sonra da davacının açmış olduğu davaya icazet verip vermeyeceğini bildirmesi için ek süre verilmesi, icazet verilmesi halinde davaya kanuni temsilci tarafından devam edilmesi, icazet verilmemesi halinde davanın ehliyet yönünden reddedilmesi gerekmektedir.
Yukarıda belirtilen sürecin takip edilmesi, Anayasanın 36 ncı maddesinde öngörülen hak arama hürriyetinin kullanımının sağlanması bakımından bir zorunluluk olup, bunun vesayet müessesesinin amacına da uygun olacağı tartışmasızdır.
Bu itibarla, davanın vasi tarafından açılmadığı gerekçesiyle ehliyet yönünden reddi yolunda verilen temyize konu Mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.
Açıklanan nedenle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulüne, … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının bozulmasına, yeniden karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 20.4.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.