Danıştay Kararı 10. Daire 2002/3851 E. 2003/4527 K. 19.11.2003 T.

10. Daire         2002/3851 E.  ,  2003/4527 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2002/3851
Karar No : 2003/4527

Temyiz Eden (Davacı) : …
Vekili : …
Karşı Taraf (Davalı) : Vakıflar Genel Müdürlüğü
Vekili : …
İstemin Özeti : Davacı vakfın mazbut vakıflar arasına alınmasına ilişkin Vakıflar Genel Müdürlüğü Vakıflar Meclisinin 22.1.1997 tarih ve … sayılı kararının iptali istemiyle açılan dava sonucunda; … İdare Mahkemesince; davanın reddi yolunda verilen … tarih ve E:…, K:… sayılı kararın davacı tarafından temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.
Danıştay Tetkik Hakimi:…
Düşüncesi : Temyiz isteminin reddi ile usul ve hukuka uygun bulunan mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : …
Düşüncesi : Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49.maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymayıp idare mahkemesince verilen kararın dayandığı hukuki ve yasal nedenler karşısında anılan kararın bozulmasını gerektirir nitelikte görülmemektedir.
Açıklanan nedenlerle temyiz isteminin reddiyle idare mahkemesi kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 sayılı Yasanın 17/2 maddesi uyarınca duruşma istemi yerinde görülmeyerek gereği görüşüldü:
… İdare Mahkemesince, dava dosyasının incelenmesinden; davacı vakfın vakfiyesi mevcut olmayıp, Vakıflar Kanunu’nun muvakkat maddesi gereğince 1936 yılında Vakıflar İdaresine vermiş bulundukları mal varlıklarını belirten beyannamenin vakfiyeleri yerine kaim sayıldığı ve böylece hükmü şahsiyet kazandığının, sözkonusu beyannamede vakfın isminin …’da kain … Yetimhanesi olarak belirtildiğinin, vakfa ait yetimhanenin 1984 yılında kapatılması nedeniyle faaliyeti hakkında Teftiş Kurulu Başkanlığınca hazırlanan 27.6.1996 tarih ve 1 sayılı inceleme raporunda, vakfın gayesinin Büyükada’da bulunan yetimhanenin ihtiyaçlarının karşılanması olduğu, vakfa ait yetimhane binası ve müştemilatının ahşap ve eski eser özelliğine sahip olduğundan yangın tehlikesi nedeniyle boşaltıldığı, başka bir binada faaliyetine devam eden yetimhanenin masrafları karşılamakta iken de yetimhane ve ilkokulun kapatılması nedeniyle herhangi bir faaliyetinin kalmadığı, vakfın son on yılda (1984-1993) yapılan teftişleri neticesi düzenlenen raporlarda da hayri hizmetiyle ilgili hiçbir faaliyetinin olmadığı, gayesi yönünde hiçbir harcama olmayıp gelirlerinin idari harcamalara sarfedildiğinin tesbit edildiğinin, ayrıca dosya üzerinde yapılan incelemede, biri …’da … Yetimhanesi, diğeri de …’da … Yetimhanesi adlarında ayrı ayrı iki vakıf mevcut iken, …’daki … Yetimhanesinin İkinci Dünya Savaşı sıralarında kamulaştırılması ve … Okulunun inşaatı sebebiyle kapandığı, kız bölümünün erkek bölümü ile birleştirilerek bugüne kadar …’da … ve … Yetimhanesi Vakfı adı altında faaliyetine devam ettiğinin anlaşıldığından bahisle, 2762 sayılı Kanunun 1/D maddesine göre, kanunen ve fiilen hayri bir hizmeti kalmadığından mazbut vakıflar arasına alınmasına dava konusu işlemle karar verildiğinin anlaşıldığı, bu durumda, davacı vakıf hakkında 2762 sayılı Kanun’un 1/D maddesi hükmü gereğince tesis olunan işlemde mevzuata aykırılık bulunmadığı, her ne kadar yetimhanenin faaliyeti bulunmamakla birlikte, hayri hizmetin bina olmadan icrasının mümkün bulunduğu, amacın, yetim çocukların beden ve ruh sağlığı içinde büyüyüp gelişmelerini sağlamak olduğu, bunun için vakıfça burs adı altında nakdi tediyeler yapılmakta, ayrıca bu çocukların örf ve adetlere uygun şekilde yetişmeleri, dini bakımdan eğitimlerinin sağlanması hususunda gayret gösterildiği, yetimlere yapılan yardımların vakfın kanuni defterlerinde kayıtlı bulunduğu belirtilerek sırf yetimhane binası mevcut olmadığından vakfın hayri hizmetinin kalmadığının öne sürülemeyeceği iddia olunmuş ise de; vakfın temel amacının yetimhane işletilmesine yönelik olması, yetimhanenin de 1980’li yılların başından itibaren kapalı ve kullanılmaz durumda olması nedeniyle temel amacını gerçekleştiremeyen vakfın, faaliyetinin devam ettiğini kanıtlama çabasına yönelik olarak cüzi miktarda ve az sayıda öğrenciye burs adı altında yapılan yardımların vakfın mazbut vakıflar kapsamına alınmasına engel olamayacağından davacının bu yöndeki iddiasına itibar edilmediği, diğer taraftan, 2762 sayılı Kanunun 1/D maddesi hükmünün hayri hizmeti kalmamış bütün vakıflara tatbiki gerektiğinden, kanunun emredici hükmünün davacı vakfa uygulamasında hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafından, 2762 sayılı Kanun’un 1. maddesinde cemaat vakıflarının ayrı bir özellik göstermesi nedeni ile 1949 tarihli Kanun değişikliği ile cemaat vakıflarının diğer vakıflardan ayrıldığı, bu itibarla Kanun’un 1/D maddesinin cemaat vakıfları için uygulanamayacağı, vakfın hayri hizmetinin devam ettiği, vakfın amacını gerçekleştirmek için binanın şart olmadığı, diğer yandan vakfın bir azınlık vakfı olması nedeniyle, Lozan Antlaşmasındaki koruyucu hükümlerden yararlanması ve azınlık vakıflarının faaliyetlerine devam edebilmek için Türkiye Cumhuriyet Devleti tarafından teşvik edilmesi gerektiği savlarıyla İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Bilindiği üzere vakıflar, çok eski devirlerde bir din kurumu olarak ortaya çıkmış ve geliştirilmiş kurumlardır. Bu anlamda davaya konu ve benzeri cemaat vakıflarının, padişah fermanı (buyruğu) olarak, başka bir anlatımla “irade-i mahsusa” ile kuruldukları, vakfiyelerinin bulunmadığı gerek öğretide gerekse yargısal uygulamada ortaklaşa ifade edilmiştir.
Medeni Kanunla birlikte 4 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe giren Kanunu Medeninin Sureti Mer’iyet ve Şekli Tatbiki Hakkındaki 864 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası “Kanunu Medeninin mer’iyete vaz’ından mukaddem vücuda getirilen evkaf hakkında ayrıca bir tatbikat kanunu neşrolunur.” hükmünü getirmiştir.
Sözü geçen hükümde işaret olunan 4 Ekim 1926 tarihinden önce mevcut vakıflara ilişkin tatbikat kanunu 2762 sayılı Vakıflar Kanunu adı altında yürürlüğe konulmuştur. Anılan Kanunun hükümet gerekçesinde ve gerekçesine uygun olarak yürürlüğe giren birinci maddesinde cemaatlerce idare olunan vakıfların “mülhak vakıf” olduğu açıklanmış, idare ediliş yöntemleri belirlenmiştir. Kanun’un muvakkat maddesi ile de, mevcut cemaat vakıfları için, onları idare edenlere, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne beyanname verme yükümlüğü getirilmiştir. Daha sonra yapılan yasa değişikliğiyle, cemaat vakıfları da vakıf türü olarak belirlenmiş, yönetimi de kendilerine bırakılmıştır.
Bütün bu düzenlemelerden, Medeni Kanun öncesi mevcut vakıflar arasında herhangi bir ayrım yapılmadığı anlaşılmakta olup, bunun yanında düzenlemelerin temel amacının, eski vakıfların yeni bir düzene sokulması, vakıfların tesis tarihlerindeki amaçları doğrultusunda korunması olduğu açıktır.
Bu itibarla vakfiyesi olmayan cemaat vakıflarının 1936 yılında verilmiş beyannamelerinin, vakfın amaçlarının belirlenmesi noktasında “vakıfname” niteliğinde kabul edilmesi bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bu haliyle davacı vakfın 1936 tarihinde Vakıf İdaresine vermiş olduğu beyanname, … … ve … Vakfı’nın amaçlarının belirlenmesi açısından önem kazanmaktadır. Bu amaçların saptanması, davacı vakfın hayri hizmetinin kalıp kalmadığı hususunu da ortaya çıkarması açısından irdelenmesi gerekmektedir.
Davacı vakfın 1936 tarihinde vermiş olduğu beyannamede; vakfın adı …’da kain … Yetimhanesi olarak belirlenmiş, idare olunan hayratın yetimhane olduğu, Rumlardan sağlanan gelirin yetimhanenin masraflarının karşılanması için kullanılacağı belirtilmiştir. Diğer yandan, temyiz aşamasında davacı tarafından … Noterince Osmanlıca’dan tercüme edilen ve dosyaya sunulan Servet Beyanından da, vakfın yerinin Padişah izni ile Rum yetimlerine hane olmak üzere Rum Patrikhanesine ayrılmış olduğu, yine vakıf yerinin Rum yetimlerine hane yapılmak üzere Defteri Hakani’de Rum yetimler hanesi namına kaydolunduğu anlaşılmaktadır.
Dava dosyasının incelenmesinden, vakfa ait yetimhanenin 1980’li yılların başında kapatılması nedeniyle herhangi bir faaliyetinin kalmadığı, bu yıllardan itibaren vakfın gayesi ile ilgili olarak hiçbir harcama yapılmadığı anlaşılmış olup, bu durum, vakfın amacını gerçekleştirmek için binanın şart olmadığı ve öğrencilere burs adı altında yardım yapıldığı yönündeki davacı savlarından da anlaşılmaktadır. Bu itibarla, hayri hizmetiyle ilgili olarak faaliyeti kalmayan vakfın, 2762 sayılı Yasa’nın 1/D maddesi uyarınca mazbut vakfa dönüştürülmesinde hukuka aykırı bir yön görülmemiştir.
Diğer yandan, yukarıda da sözü edildiği üzere cemaat vakıfları “irade-i mahsusa” ile kurulmuştur. Söz konusu iradenin, cemaatlerin kuruluş zamanları itibariyle, dini ve hayri işlevlerini özgürce yerine getirmelerine olanak tanımak şeklinde anlaşılması ve bu sınırlar içerisinde düşünülmesi gerekeceği kuşkusuzdur. “İrade-i mahsusanın” genişletilmesi günümüzün meri hukukuna göre mümkün bulunmadığından, 1924 tarihli Lozan Sözleşmesinin 42. maddesinde öngörülen vakıflar ile dini ve hayri kurumların işlevlerinin, değinilen sınırlar gözetilerek güvence altına alındığı kabul edilmelidir.
Bu noktada, davacı vakfın hayri bir hizmetinin kalmadığının anlaşılması karşısında, Lozan Sözleşmesinde azınlık vakıfları için sözü edilen koruyucu hükümlerin dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması da mümkün bulunmadığından, davacının bu yöndeki savı ile vakfın amacının gerçekleştirilebilmek için binanın şart olmadığı yönündeki savları yerinde görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin reddiyle … İdare Mahkemesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının yukarıda belirtilen gerekçenin de eklenmek suretiyle onanmasına 19.11.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.