Danıştay Kararı 10. Daire 1996/7166 E. 1998/5511 K. 03.11.1998 T.

10. Daire         1996/7166 E.  ,  1998/5511 K.
T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 1996/7166
Karar No : 1998/5511

Davacı : …
Davalı : Adalet Bakanlığı – ANKARA
Davanın Konusu : Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 9.7.1996 tarih ve 8-59 sayılı Genelgesinin Sevkle ilgili Esaslara İlişkin II. fıkrasının 3 numaralı bendinin; uzak yerlere nakledilen tutuklu sanığın mahkemeye gelmesinin savunma yapmasında sakınca doğurduğu, sanığın savuma hakkının sınırlandığı, düzenlemenin keyfi olduğu, avukatın sanıkla görüşmeye gitmesinin zorlaşacağı ve maliyetin artacağı, sanıkların mahkemeye getirilmesinin kimi zaman gerçekleşemeyeceği, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 116 ve Cezaların İnfazı Kanununun 13. maddesi ile ilgili Tüzüğün 1. Maddesinde tutuklu sanığın nereye konulacağının gösterildiği, düzenlemenin buna aykırı olduğu, 1721 sayılı Yasanın aradığı lüzum unsuru gerçekleşmeden sevkin adil yargılama ve savunma hakkını ortadan kaldırdığı ileri sürülerek iptali istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : 2992 sayılı Yasanın 2(a) maddesine göre ceza ve tutukevlerinin gözetim ve denetim yetkisinin Adalet Bakanlığına verildiği, anılan Yasanın 11(j) maddesinde ise, Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğüne ait görevler arasında hükümlü ve tutuklu sevkinin, naklinin sayıldığı, 1721 sayılı Yasada yer alan lüzum unsurunun kısıtlayıcı olmadığı, sevkte kamu yararı bulunduğu, İstanbul’daki cezaevlerinin kapasitesinin yetersiz kaldığı, Genelgenin bu düzenlemeden sonra tutulacak sanıklara yönelik olduğu, fazla tutuklu ve hükümlünün bir arada olmasının sağlıksızlık, denetimsizlik ve can güvenliğinin olmaması gibi sorunlar yarattığı hizmetin en iyi şekilde devamının amaçlandığı belirtilerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.
D.Tetkik Hakimi : …
Düşüncesi : Türkiye’nin 6366 sayılı Yasa ile onayladığı “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme’nin 5. maddesindeki üzenlemede göstermektedirki, tutuklu sanığın, tutuklama gibi özgürlüğünü kısıtlayan bir önlem alınması nedeniyle mahkeme önüne çıkması engellenemiyecektir. Zira tutuklu sanığın mahkeme önüne çıkmasının engellenmesinin anılan Sözleşmenin 6. maddesinde yer alan “adil yargılama hakkı” ile de doğrudan bağlantısı bulunmaktadır.
Adil yargılama hakkı; ceza yargılaması açısından, sanık ve iddia makamı arasında bir fark gözetmeksizin, karşılıklı olarak iddialarını ileri sürebilmeleri ve savunmalarını yapabilmeleridir. İddia ve savunmanın yapılabilmesi yargılamada hazır bulunma hakkını da beraberinde getirmektedir. Sanığın hazır bulunması, adil yargılama hakkının ikinci görüntüsü olan “silahların eşitliği” yani iddia ve savunmanın eşit olması ilkesi içinde değerlendirilmelidir.
Tutukluların yargılandıkları mahkemelerin bulunduğu ilin dışında başka cezaevlerinde kalmalarını öngören dava konusu Genelge’nin savunma hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle iptali istenilmektedir.
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma ve Dair Avrupa Sözleşmesinde yer alan ve yukarıda aktarılan mahkeme huzurunda hazır bulunma ilkesi, silahların eşitliği ilkesi ve bunların sonucu olarak adil yargılama hakkı ilkesinin ihlali niteliğinde olarak tutuklu sanığın yargılandığı mahkemenin yargı çevresi dışına sevkini öngören dava konusu düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Bu nedenle dava konusu Genelge’nin iptali gerektiği düşünülmüştür.
Danıştay Savcısı : …
Düşüncesi : Dava; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 9.7.1996 tarih ve 8-59 sayılı Genelgesinin “sevkle ilgili esaslara ilişkin II fıkrasının 3 numaralı bendinde yer alan “… Devlet Güvenlik Mahkemesinin yetki alanına giren Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki tutuklular, …’da yapılan 500 kişi kapasiteli özel tip cezaevi inşaatı tamamlanıncaya kadar … Kapalı, … E tipi ve … Özel Tip Cezaevlerine konulacaktır” yolundaki hükmünün iptali istemiyle açılmıştır.
Dava konusu genelge ile cezaevlerinin kapasite eksikliğinden kaynaklanan ve terör eylemlerinden dolayı tutuklu bulunan sanıkların cezaevlerinde yarattığı sorunların önlenmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır.
T.C. Anayasasına göre Türkiye Cumhuriyeti demokratik bir hukuk devletidir. Bu itibarla kamu güvenliği nedeniyle idare tarafından alınacak önlemlerinde hukuk sınırları içinde kalması ulusal ve uluslararası hukuk kurallarına uygun olması gerektiği açıktır.
Yargıç tarafından bir önlem olarak tutuklanmasına karar verilen sanığında anayasal ve yasal haklara bu anlamda yargılanma ve savunma haklarına sahip bulunduğu tartışmasızdır.
Bu itibarla, tutuklunun avukatı ile serbestce görüşme hakkı olduğu gibi avukatında sanıkla konuşma hakkı bulunmakta olup, bu hakkın kullanılmasını fiili yönden daraltacak bir düzenleme hukuka uygun düşmeyecektir. İstanbul ve İzmir DGM de yargılanan tutukluların büyük çoğunluğunun bu illerdeki Avukatları tevkil edeceği hayatın olağan koşulları gereği olduğundan bu mahkemelerde yargılanan sanıklarında belirtilen il merkezlerindeki cezaevlerinde kalmaları yukarıda belirttiğimiz kuralın ve aynı zamanda herkesin yargı mercileri önünde savunma hakkına sahip olduğunu öngören T.C. Anayasasının 36.maddesinin zorunlu kıldığı bir husustur.
Öte yandan ceza yargılamasında sanığın duruşmada hazır bulunması iddia ve savunmalardan bilgi sahibi olması ve bunları yargıcın huzurunda dinlemesi zorunluluğu vardır. Bu kural gereğince sanık, hakkındaki iddiadan eksiksiz bilgi sahibi olacak yargılamanın her aşamasında hazır bulunacak ve kendini savunma olanağına sahip olacaktır. Netice olarak sanığın duruşmanın bütün celselerinde hazır bulunma hakkı vardır.
Tutukluların yargılandıkları mahkemelerinin bulunduğu ilin dışında başka cezaevlerinde kalmalarını öngören düzenleme ise sanığın yargıç önüne çıkma ve yargılama hakkının ihlali niteliğini taşımaktadır.
Ayrıca söz konusu düzenleme tutuklu sanıkların Mahkemeye getirilmelerindeki olası gecikmelerde gözönüne alındığında davaların mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını yargının görevi olarak kabul eden ve T.C. Anayasasının 141.maddesinde hükme bağlanan ilke ile de bağdaşmamaktadır.
Bu nedenlerle yargılanma ve savunma hakkını sınırlayan bu düzenlemenin hukuka uygun olmadığı açıktır.
Diğer taraftan her ne kadar davalı idare 2992 sayılı Adalet Bakanlığının Kuruluş ve Teşkilatı Hakkında Kanun ve 1721 sayılı Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanun ve Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifhanelerin Yönetim ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük hükümlerine göre tutuklunun konulacağı tutukevini belirleme yetkisine haiz olduğunu iddia etmekte ise, idarenin bu yetkisini hukuk sınırları içinde hizmet gerekleri, kamu yararı ve Yasanın amacına uygun olarak kullanması gerekmektedir.
Açıklanan nedenle davanın kabulü ile dava konusu Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 9.7.1996 tarih ve 8/59 sayılı genelgesinin Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren tutuklulara ilişkin sevk esaslarını düzenleyen II fıkrasının 3 numaralı bendinin iptali gerekeceği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesinde duruşma için taraflarca önceden bildirilmiş bulunan 3.11.1998 gününde, usulüne uygun tebligat yapılmasına karşın tarafların gelmediği anlaşılmakla, duruşma yapılmayarak dava dosyası incelenip gereği düşünüldü:
Dava; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 9.7.1996 tarih ve 8-59 sayılı Genelgesinin Sevkle ilgili Esaslara İlişkin II. Fıkrasının 3 numaralı bendinde yer alan “… Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yetki alanına giren Terör ile Mücadele Kanunu kapsamındaki tutuklular, …’da yapılan 500 kişi kapasiteli özel tip cezaevi inşaati tamamlanıncaya kadar … Kapalı, … (E) tipi ve … Özel Tip Cezaevlerine konulacaklardır.” şeklindeki düzenlemenin iptali istemiyle açılmıştır.
Adalet Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabulü Hakkında Kanunun “Görev” başlıklı 2. maddesinin (J) bendinde, ilgili mevzuat hükümlerine göre infaz ve ıslah işlerini düzenlemek Adalet Bakanlığının görevleri arasında sayılmış; aynı yasanın 11. Maddesi (J) bendi hükmüylede, Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü, hükümlü ve tutuklularının sevk ve nakil işlerini yürütmekle görevlendirilmiştir.
Hapishane ve Tevkifhanelerin İdaresi Hakkında Kanununun 5. maddesinde ise “luzumu takdirinde mahpusların bir hapishaneden diğerine nakillerinin Adliye Vekaletinin müsadesiyle caiz olabilir.” kuralı yer almıştır.
Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkifevlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzüğün 107. maddesi (b) fıkrasında ise, tutukluların hükümlüden ayrı kurumlarda veya tamamen ayrı kesimlerde bulundurulacakları, kadın tutukluların erkeklerden, çocuklarında diğer tutuklulardan tamamen ayrı kesimlere yerleştirilecekleri belirtilmiştir.
Aktarılan düzenlemeler uyarınca; tutuklunun konulacağı tutukevinin belirleme yetki ve görevi, hizmet gerekleri ve kamu yararı ile sınırlı olarak davalı idareye verilmiştir.
Elbette davalı idare anılan yetkisini kullanılırken, ceza yargılamasının sujesi olduğu tartışmasız olan ve üzerine atılı suçun niteliği itibariyle de Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda belirtilen koşulların oluştuğu Ceza Mahkemesince saptanarak tutuklanmasına karar verilen sanığın, hakkında devam eden yargılmaya katılmasını sağlamak ve engellememekle yükümlüdür.
Türkiye’nin 6366 sayılı Yasa ile onayladığı “İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Korumaya Dair Sözleşme’nin 5. maddesinde, her ferdin hürriyete ve güvenliğe hakkı olduğu belirtildikten sonra 3. bendinde “…gözaltına alınan veya gözaltında tutulan bir kimsenin, derhal bir yargıç yada hukuken yargılama gücü kullanmakla yetkilendirilmiş diğer bir görevlinin önüne çıkarılacağı, bu kimsenin makul bir sürede yargılama ve yargılama sürerken salıverilme hakkına sahip olduğu ve salıverilme kararının, bu kişinin duruşmada hazır bulunması için güvenceye bağlanabileceği” düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu düzenleme de göstermektedir ki, tutuklu sanığın, tutuklama gibi özgürlüğünü kısıtlayan bir önlem alınması nedeniyle mahkeme önüne çıkması engellenemiyecektir. Zira tutuklu sanığın mahkeme önüne çıkmasının engellenmesinin anılan Sözleşmenin 6. maddesinde yer alan “adil yargılanma hakkı” ile de doğrudan bağlantısı bulunmaktadır. Adil yargılanma hakkı; ceza yargılaması açısından, sanık ve iddia makamı arasında bir fark gözetmeksizin, karşılıklı olarak iddialarını ileri sürebilmeleri ve savunmalarını yapabilmeleridir. İddia ve savunmanın yapılabilmesi yargılamada hazır bulunma hakkını da beraberinde getirmektedir. Sanığın hazır bulunması, adil yargılanma hakkının ikinci görüntüsü olan “silahların eşitliği” yani iddia ve savunmanın eşit olması ilkesi içinde değerlendirilmelidir.
Dava dosyasının incelenmesinden, İstanbul İlinde tutuklu olarak yargılanan adi ve terör suçlarından tutuklu sanıkların tümünü İstanbul’da bulunan tutukevlerinde barındırılmalarına fiilen ve fiziken olanak kalmadığı gerekçe gösterilerek, …’da yapımı devam eden 500 kişi kapasitesi özel tip cezaevi hizmete açılıncaya kadar, İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin yetki alanına giren Terörle Mücadale Kanunu Kapsamındaki tutukluların… Kapalı, … E tipi ve … Özel Tip Cezaevlerine konulmalarının öngörüldüğü anlaşılmaktadır.
2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunun 2. maddesinde mahkemelerin yargı çevreleri belirlenmiş olup; yukarıdaki düzenleme uyarınca İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin yargı çevresi içinde Eskişehir’in yer almadığı görülmektedir.
İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Avrupa Sözleşmesinde yer alan ve yukarıda aktarılan mahkeme huzurunda hazır bulunma ilkesi; iddia ve savunmanın eşitliği ilkesi ve bunların sonucu olarak adil yargılama ilkesinin ihlali niteliğinde görüldüğünden tutuklu sanığın yargılandığı mahkemenin yargı çevresi dışına sevkini öngören dava konusu düzenlemede hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün 9.7.1996 tarih ve 8-59 sayılı Genelgesinin Sevkle ilgili Esaslara İlişkin II. fıkrasının 3 numaralı bendinin iptaline, aşağıda dökümü yapılan … yargılama giderinin davalı idareden alınarak davacıya ödenmesine, artan posta pulunun isteği halinde davacıya iadesine, 3.11.1998 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

Azlık Oyu : Dava; Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifeleri Genel Müdürlüğünün 9.7.1996 tarih ve 8.59 sayılı Genelgesinin sevkle ilgili eseslara ilişkin II. fıkrasının 3 numaralı bendinde yer alan “İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesinin yetki alanına giren Törörle Mücadele Kanunu kapsamındaki tutukluların …’da yapılan 500 kişi kapasiteli özel tip cezevi inşatı tamamlanıncaya kadar … Kapalı, .. E tipi ve … Özel Tip Cezaevine ” konulmalarını öngören hükmün iptali istemiyle açılmıştır.
Dava dosyasının incelenmesinden, davalı idare tarafından, İstanbul İlinde tutuklu olarak yargılanan tutuklu sanıkların bu ilde bulunan tutukevlerinde barındırmaya fiilen ve fiziken olanak kalmadığı gerekçe olarak gösterilmiştir.
Bu durumda, cezaevlerinin kapasite eksikliğinden kaynaklanan terör eylemlerinden dolayı tutuklu bulunan sanıkların cezaevlerinde yarattığı sorunların yeni cezaevi yapılana kadar önlenmesi için ve kamu yararı amacıyla çıkartılan dava konusu Genelge’de hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle, davanın reddi gerektiği görüşü ile dava konusu Genelge’nin iptali yolunda çoğunluk kararına katılmıyoruz.